H.Ozan’ın kaleme almış olduğu yazı, aslında ölmüş atın kırbaçlanması anlamına geliyor. İdeolojik-politik ve örgütsel olarak tamamıyla savrulmuş ve bir başka hatta evrilmiş MLKP’de hala umut bekleyen ve bir yerde çürümenin derinleşmesini seyreden H.Ozan her zaman olduğu gibi hayal pompalamaya devam ederken, yine uzaktan davul çalmaya, beni dinleyip ayağa kalkmaya devam edin diyor. H.Ozan bu çıkışsızlıkta ısrar etme tutumu hem kendisini inandırıcı olmaktan uzaklaştırıyor ve ve hem de MLKP’yi tasfiyecilik yolunda dolu dizgin koşmaya zemin yaratıyor. H.Ozan’ın parti krizi ve çürüme “adlı makalesi MLKP’nin nerden nereye geldiğinin bir kez daha hatırlamak bakımından önem taşıyor.
23 Ağustos-2021
Halkın Birliği
“… Sorunları laf kalabalığıyla geçiştirmeye çalışmak kadar zararlı, ilkelere aykırı bir şey olamaz. Bugün en önemli görevimiz, bunalımın derinliğini ve onunla savaşma gereğini anlamış bütün marksistleri bir çatı altında toplayarak, marksizmin teorik temellerini ve ana ilkelerini, burjuva etkisinden sıyrılamayan ‘yol arkadaşlarının’ çeşitli yönlerdeki sapmalarına karşı savunmaktır…” (Lenin, Karl Marx ve Doktrini, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s. 144)
Komünist hareket, uzun yıllardır yapısallaşmış derin bir krizin pençesinde kıvranıyor. Krizin temelinde ideolojik çözülme ve çürüme yatıyor. İdeolojik kriz siyasal ve örgütsel krizle iç içe gelişmeye devam ediyor. Ne yazık ki bu olgu bilince çıkarılmak bir yana, reddediliyor. Bu olgu saptanmadan krizden ilkeli bir çıkış da gerçekleştirilemiyor.
I
Şu soruların sorulması gerekmektedir; uzun yıllara yayılmış ve süregelen bir kriz yaşadığımızı kavrayabiliyor muyuz?
Bu krizin yapısallaşmış karakteri bilince çıkarılabilmiş mi?
Herhangi bir kongrede ve temel değerlendirme belgelerinde böyle bir kriz/bunalım yaşadığımıza dair bir değerlendirmeye rastladık mı? Herhangi bir biçimde (süreklilik kazanmış ve) bütünsel bir kriz yaşadığımızı, bu olgunun kavranmadığını saptayan ve partiye ve devrimci kamuoyuna özeleştiri yapan bir açıklamaya rastladık mı?
Peki kriz olgusunu, nedenlerini, yarattığı yıkımları, çıkarılması gereken dersleri, bu dersleri bir yenilenme, ideolojik ve örgütsel donanıma dönüştürme iradesini göstermeyen bir parti, bir önderlik anlayışı ile krizden çıkmak olanaklı mı? Değilse, bu durumda, süreçle hesaplaşmak, hesaplaşmanın eksenini ideolojik hesaplaşma, ideolojik birliği daha yetkince kurma temelinde bir çıkışın örgütlenmesi gerekmez mi? Lafazanlıkla, manipülasyonla, burnunun ucunu görmeyen sözde önderlik ve analizlerle, romantik ajitasyonla vs. gerçek duruma daha ne kadar gözlerimizi kapamaya devam edeceğiz? Kendimizi kandırmanın ve böylece başkalarını aldatmanın neresi komünist?
Yaşadığımız tasfiyeci yıkım sürecinin bazı hatalarla, eksikliklerle vs. izah etmenin komünist bakış açısı ve duruşla bir ilişkisi olabilir mi?
İdeolojik ve örgütsel doğrultunun bu denli bozulmuş olması ve ağır kayıplara yol açması ”bazı hatalar”la izah edilebilir mi?
Yaşadığımız sürecin gerçeklerini sergilemek, çözüm için mücadele etmek neden ”anti-parti” tavır, ”ağır siyasal koşulları göğüsleyememek”, ”hoşnutsuzluk yaymak” vb. olsun? Bunu yapan zihniyet ve sorumlularıyla hesaplaşmak, tasfiyeci çürümeyi açığa çıkarmak, ideolojik ve örgütsel arınmak bir görev değil mi? Bu kafayla daha ne kadar devam edilecek?
Bu kafanın öncüyü getirdiği yer açık değil mi? Bu bağlamda öncünün, kadroların sorgulanması gerekmez mi? Nereye doğru gittiğimizi bilince çıkarmak ve çözüm için mücadele yürütmek Marksist-Leninist sorumluluğun bir gereği değil mi? Bunu kavrayamayanların, durumu idare edenlerin, olan-bitenle uzlaşanların, öncünün yaşadığı bunalımı hiçe sayanların zihniyet ve duruşundan bir çözüm çıkabilir mi?
Gerçek durumumuz nedir? Bu tablo ve ona yol açan nedenlerin, çözümsüzlüğün öncü değil artçı, kriz çözen değil kriz üreten bir gerçeği ifade etmiyor mu?
Türkiye komünist hareketinin ve UKH’nın tarihsel tecrübesi ve dersleri bize olan-bitene, tasfiyeciliğe, bürokratizme, krize boyun eğmeyi mi öğretiyor? Post-Marksizm, ezilenlerin Marksizmi, Troçkizm vb. burjuva, küçük burjuva sapmalar, çizgiler krizin aşılmasının değil, derinleşmesinin aracı olduğunun görülmesi gerekmez mi? Bu akımların yöntemlerini kullanarak kriz aşılabilir mi? Kaynağını burjuvaziden, hatta dinsel ideoloji ve kültürden alan, parti örgütünü, kadroları emir eri, kendisini partinin üstünde ve dokunulmaz, yanılmaz gören, ne olursa olsun parti içi iktidarı (düpedüz kariyerizm!) kendi hakkı, partiyi kendi tapulu mülkü gören ”stratejik önderlik” teorisi ve duruşu ile sorunlar, kriz çözülebilir mi? Bu ilkellik, cehalet, kibir, kariyerizm fışkıran teori ve pratik bugüne kadar krize yanıt verebildi mi?
Sorular çoğaltılabilir ve çoğaltılmalıdır da; bu soruların arka planı, ideolojik temelleri iç bütünlüklü bir tarzda verilmelidir. Bu soruları sormayan, bireysel ve kolektif düzeyde sorgulamayan bir parti ve kadro, parti ve komünist adını nasıl hakkedebilir acaba?
II
Evet ağır ve kapsamlı bir krizle karşı karşıyayız; sorunu açalım.
İdeolojik kriz, teori, program, strateji ve taktikler üzerindeki irade birliğinin (ideolojik birlik) çözülmüş olmasında somutlaşmaktadır. Partiyi yolundan çıkaran ve Marksizm-Leninizm’in yadsınmasını ifade eden bu sapmalar (post-Marksizm, onun bir biçimi olan ”Ezilenlerin Marksizmi”, Leninist parti teori ve pratiğinin reddi, Troçkizm, legalizm biçimlerinde ortaya çıkmış ve) gelişmeye devam etmektedir. Çizgileşmeye doğru evrimine devam eden bu küçük burjuva ideolojik sapmaların ortak noktası, teori ve pratikte proletaryanın değil, ezilenlerin temel alınmasında birleşmeleri göz çıkarmaktadır. Bir diğer ortak nokta da bürokratik merkeziyetçiliğe, elitist, idealize edilmiş, partiyi değil kendini önemseyen, böbürlenmeyi bir tarza dönüştürmüş, kibirli sözde ”stratejik önder”lere/zihniyete ve onlara tabi olan yöneticilere, çifte standarta dayanan tasfiyeci, ekipçi kadro politikası ve yönetme anlayışı ve tarzında, keza idare-i maslahatçılıkta, dar pratikçi çalışma girdabında birleşmeleridir. Bu küçük burjuva yabancılaşmanın ve çürümenin ifadesi olan önderlik anlayışı ve yönetme tarzı ve kadro politikası çok ağır güç kaybına yol açmış ve kendini artan oranda daha üst düzeyde üretmeye devam etmektedir. Marks Proudhon’u eleştirirken yaptığı şu saptama ve eleştirinin, içerik olarak bizde de geçerli olduğunu söyleyebiliriz, ”Geriye bir tek egemen dürtü kalıyor, işin cakası, ve bütün gösterişçi insanlarda olduğu gibi onun için de önemli olan tek şey, o anın başarısıdır, günlük başarıdır.” (iMa.) Strateji tarafından yönlendirilmeyen, stratejik ufkunu yitirmiş bir çalışma ve siyaset tarzı (”parti tarzı”) dar pratikçi, idare-i maslahatçı, kolaycı ve kronikleşmiş bir zihniyet ve duruşu ifade etmektedir. Bu zaaf tarihseldir, yapısaldır; burjuvazinin baskısının ifadesi olarak küçük burjuvazinin proletarya saflarındaki yıkıcı gelenek ve kültürüdür. Ellerinde sihirli formüller olduğunu ve yanılmaz olduklarını düşünenlerden ne köy ne de kasaba olmayacağı kesindir ve bu olgu, yaşadıklarımız tarafından da tescillenmiştir.
Siyasi kriz, proletarya ve geniş emekçi kitlelerden kopulmuş olmasında; siyasal olarak mücadelenin gereklerine ve gereksinmelerine yanıt veremeyen, gettolaşmış, kendiliğindenciliğin pençesinde, dar grup eylemlerine (”iki kişi de olsa eylem yapın”, ”öncü çıkış”) saplanmış ”politik faaliyet”te cisimleşmiştir. Bu olgu, ilkeli proleter siyaset tarzının, sınıf ve kitlelerle birlikte sınıf ve kitleler için politika tarzının yitirilmiş, dahası unutulmuş olmasında somutlaşmıştır.
Örgütsel kriz, yönetilemeyen örgütsel faaliyette; sert bir ayak bağına dönüşmüş tasfiyeci çürüme üreten elitist, bürokratik, idare-i maslahatçı örgütsel çalışmada ve çalışma tarzında ifadesini bulmaktadır. Bu gerçek, geçtik kitleleri, kendi tabanını bile büyük ölçekte, hatta ezici çoğunluğunu örgütlemekten aciz bir ”örgütsel çalışma”da cisimleşmektedir. Tasfiyeciliğin ürünü ve sonucu olan ağır kadro ve örgüt kaybı. Legal faaliyete endeksli ve gitgide daralan, dar ve biçimsel, esasen işlevsiz, kitlelerden ve tabandan kopuk, nitelik olarak alabildiğine zayıflamış bürokratik örgütsel yapı. Politik alanda olduğu gibi örgütsel alanda da kendini üretemeyerek, yenilemeyerek gerilemeye devam eden örgütsel yapı örgütsel krizin somutlaşmasıdır.
Bu kriz, yapısaldır, yapısallaşmıştır. Uzun yıllara yayılarak gelen kriz, bir iç bütünlüğe sahiptir. Çözümsüzlüğün militan aracı haline gelmiş küçük burjuva bürokratik tasfiyeci zihniyet, sorunları ilkeli, net ortaya koymak ve zamanında çözmek yerine ”bazı hataları, yetersizlikleri vs. olsa da öncünün savaşı başarılı gelişme çizgisinde yönettiği”nden dem vurmaya devam etmektedir. Yaşanan krizi, krizin derinliğini dobra dobra ilan etmek ve kolektif akılla çözmek yerine, gerçek durum gözlerden gizlenmeye, durum hafifletilerek lanse edilmeye devam ediliyor. Aslında bir kriz yok deniyor. Bu kafa sorunları çözebilir mi!!!? ”Eğri çizgiden doğru çizgi” çıkar mı?!
III
İdeolojik, siyasal, örgütsel niteliğin oldukça gerilemiş olması, bu bakımdan tasfiyeci oportünizmin elini güçlendirmeye devam etmektedir. Komünist özne olarak İdeolojik-siyasal bakış açısından ve sorunların gerçek temellerine dayalı açığa çıkarılmasını sağlayan eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını hemen hemen unutmuş bir yapıda ve kadro tipinde durumun ağırlaşarak bugünlere gelmesi kaçınılmazdı. Bu gelişmelerin temelinde öncelikle ideolojik kriz yatmaktadır. İdeolojik (politik ve örgütsel olarak da) Marksizm-Leninizm‘den, Birlik Devrimi‘nin çizgisinden radikal bir şekilde kopuşmaya doğru at koşturan değişik renkleriyle ekipçi tasfiyeci oportünizm, yenilgilere, tasfiyeciliğe, bürokratizme, kendine tapınmaya, dışa karşı en birlikçi, içe karşı çıplak ve berbat bir sektarizme, küçük burjuva demokrasisine teslim olmuştur. Dahası, tasfiyeciler komünist harekette sosyalizm maskeli burjuva ideolojisinin içerden yayıcıları, propagandistleri olmuştur. Aktif kahramanlar, pasif kitleler, kurtarıcı kahramanlar, kurtulmayı bekleyen sürü teorisi, Marksizm-Leninizm düşmanı bir teoridir. Bu teori kılık değiştirmiş olarak öncüyü tahrip ediyor, Türkçesi, biz sizin yerinize düşünüyoruz, siz iyi er olun, ”stratejik önder”lere biat edin, bir sorun, başarısızlık vs. varsa bundan zaten sizler, yani ”taktik önderlikler” sorumlusunuz, eh başarılar da tabii ki bize aittir, bu bilinci ve pratiği kuşanın yeter diyen tasfiyeci akıl ve pratik, demokratik merkeziyetçiliği, kolektif akıl ve dinamizmi hep boğageldi. Baştan aşağı kibire, böbürlenmeye, gösterişe, ilkelliğe, ilkesizliğe batmış kendinden menkul bilmem neyin ”stratejik önderleri” Marksizm-Leninizm’i, Uluslararası Komünist Hareketi, sosyalist inşanın uluslararası deneyimlerini beğenmemekte, burnu Kaf dağında sözde yeni mi yeni açılımlar yapmakta; kendine tutkunluğun bataklığında debelenmekte, dünya çapında yeni açılımlar yaptıklarından, 21. asırın Marksizmini kurmaktan vs. bahsediyorlar. Ne içler acısı bir durum! Ne utanç verici bir tablo!
Lenin’in şu sözleri gerçek durumumuza, olan bitene ışık tutmaktadır;
”Genelde herhangi bir partisel birleşmenin oluşmasının önemi ve koşulları üzerine iki türlü görüş mümkündür. Bu görüşlerin farkını anlamak son derece önemlidir, çünkü bunlar ‘birleşme krizi’mizin gelişim seyri içinde birbirine karıştırılmaktadır ve bu iki görüşü birbirinden ayırmaksızın, bu krizde yolunu bulmak olanaksızdır. Birleşme üzerine bir görüş, ‘verili kişi, grup ve kurumlar’ın ‘uzlaşma’sını ön plana çıkarabilir. Parti çalışması üzerine, bu çalışmanın çizgisi üzerine görüşlerin birliği burada tali bir meseledir. Görüş ayrılıkları sessizlikle geçiştirilmeli, onların kökleri, anlamları ve objektif koşulları ise ortaya serilmemelidir. Kişileri ve grupları ‘uzlaştırmak’ — esas mesele budur. Eğer bunlar ortak bir çizginin uygulanmasına yanaşmıyorsa, o zaman bu çizgiyi onların hepsi için kabul edilebilir olacak şekilde yorumlamak gerekir. Yaşa ve yaşat. Bu, kaçınılmaz olarak çevrecilik diplomasisine yol açan darkafalı ‘uzlaşmacılık’tır. Görüş ayrılıklarının kaynaklarını ‘tıkamak’, onları sessizce geçiştirmek, ‘anlaşmazlıklar’ı ne pahasına olursa olsun ‘bir yana bırakmak’, birbirine düşman akımları nötralize etmek —böylesi bir ‘uzlaşmacılığın’ esas dikkati buna yöneliktir. İllegal partinin operasyon üssünün yurtdışında olduğu koşulda, bu çevrecilik diplomasisinin, her türlü ‘uzlaşma’ ve ‘nötralleştirme’ çabasında, ‘dürüst simsar’ rolü oynayan ‘kişi, grup ve kurumlar’a kapıları ardına dek açtığı aşikârdır.” (Seçme Eserler C.5, s. 49)
Bu analiz ışığında tablonun incelenmesi gerekmez mi? Bu durumun eleştirilerek aşılması, derslerinin çıkarılması, hesap sorulması gerekmez mi? Bu kafayla krizin kavranması da, çözümü de olanaklı değildir. Kimse kendisini kandırmasın. Boş hayallere kapılmasın. Keza kafası aydınlık olmayan, gerçek durumu bilince çıkaramayan, oportünizmle uzlaşan, tutarlılıktan uzak, öz güvensiz vbg. zihniyet ve kadroların bu mücadeleyi yürütmesi de beklenemez ve beklenmemelidir. Böyle bir mücadele ilkeli olmayı, tasfiyeci bloğa karşı sonuna kadar kararlı ve sonuç alıcı bir mücadeleyi ve duruşu gerektirir. Önemli ve belirleyici olan da böyle bir iradenin ortaya çıkarılması ve işlevselleşmesidir. Öyle ben ”eleştirir” işime bakarım, koca koca tecrübeli insanlar var, sorunlarımızı çözerler vbg. saçmalıklarla komünist özne, partiye sahip çıkan kişilikli komünist olmak mümkün değildir; söz konusu olan öncünün kaderi ve geleceğidir. Her dönemin ”adamı” olmak berbat bir oportünizmdir. ”Muhafız”lığa soyunmak berbat bir durumdur. Kraldan daha kralcı kesilmek berbat bir durumdur. Esen ya da esecek yele göre (duruma göre) dümen kırmak ilkesizliğin ve kaypaklığın ifadesidir. Lenin oportünizmin her duruma uyarlanma yeteneğine dikkat çekerken, “Her oportünist, kendini uyarlama yetisiyle öne çıkar.” der.
IV
İdeolojik, siyasal, örgütsel çözülmenin, moral değerler alanında da çözülmeye yol açması kaçınılmazdır. Sözgelimi, çifte standartın yol gösterici bir yönetim anlayışına ve sorun çözme standartı haline gelmesi bu olgunun çarpıcı görünümlerinden birisidir sadece. İdeolojik çözülmenin ve yabancılaşmanın, çözülemeyen ve sürekli kan kaybına yol açan krizin, doğal ve kaçınılmaz sonucu, ahlaki, vicdani ve moral değerlerde de çözülmedir. Ya yapısallaşmış bütünsel krizi bilince çıkarır çözersin ya da kriz derinleşmeye seni yutmaya devam eder, en dibe vuruncaya kadar. Somut tarihsel deneyimimiz de bunu kanıtlamaktadır. Öncelikle de ilkesel, ideolojik, programatik temel ayrılıkların üstünü örterek manipülasyon yapan ekipçi oportünist ittifak bu ikinci duruma hizmet etmektedir. Krizin çözümünde izlenecek yol, Lenin’in, Leninizm’in yoludur, fakat Leninizm’e ve sınıfa inancını yitirmiş olanlardan bunun beklenemeyeceği de açıktır ve açık olmalıdır. Çözüm durumun bilincinde olan komünistlerin ilkeli irade göstermesine bağlıdır. Bu görevin hakkıyla yerine getirilmediği de açıktır.
İdeolojik ve örgütsel tasfiyecilik, bütünsel bir krizde somutlaşıyor ve kral çıplak diyen ve bu gerçeğin mücadelesini verenler dışlanıyor ve tasfiye ediliyor. Öteden beri Marksizm-Leninizm’e, Birlik Devrimi’ne, partiye karşı mücadele eden bürokratik elitist oportünizm ve tasfiyecilik, kral çıplak diyenleri ”baş düşman” göre gelmiş ve işine gelmeyen kadro ve yapıları hoyratça anti-partililikle vs. damgalayabilmiştir. Başarısızlığı, çözümsüzlüğü, dokunulmazlığı, özeleştiri yoksunluğunu, kendini kutsamayı teorik ve pratik bir silaha çevirmiş bir önderlik anlayışı ve yönetme tarzının ideolojik ve örgütsel yabancılaşma ve ideolojik ve örgütsel çürüme üretmesi kaçınılmazdır. ”Önce komünist, sonra yönetici olduğunu unutan” (sosyalizmin dersleri üzerinde SSCB pratiğini eleştiren E. Hoca’nın sözleridir), bunu bir karaktere, zihniyete ve pratik uygulamaya dönüştüren ideolojik ve örgütsel tasfiyeci sapmanın, niteliksel gelişme ve donanımı ve savaş yeteneğini darbelemesinde garip bir şey yoktur. Ve bu işin merkezinde oportünist-ilkesiz ittifak ve ekipçilik duruyor. On yıllara dayanan emeğin, bedelin, değerlerin hoyratça tüketilmesi, öncülük iddiasının, iddianın ötesinde ciddi bir politik maddi güce dönüşmemesi, dahası politik ve örgütsel getttolaşma öncelikle hesap sorulmadığı, sonra hesap verilmediği için, kolektif çalışma ve akıl tüketildiği için, zengin bir babanın müflis oğlu tablosuyla karşı karşıya kaldık. Hiçbir şey olmasa bile, kendi tabanımız olan-bitene yakından şahittir. Yurtiçi ve yurtdışındaki kitlemiz iyi ve kötü günleri de yaşamış/bilen, politik ve deneyimli bir kitledir. Öyle mistik, romantik, duygusal hamaseti anlayamayacak ve kolayca manipülasyona yenik düşecek bir kitle değildir. Kadroların ve kitlenin aklıyla alay edecek tarzda davrananların, şu veya bu konu üzerinde dikkati saptırarak durumun vahametini hafifletmeye, örtülemeye çalışanların devrim ve sosyalizm davasına zarar verdikleri açıktır. Güney Kürdistan’da PKK’nin etkin olduğu alanlarda ve Rojava Devrimi’nde atılan temel adımları ve yönelimi, kendileri olmadığı için, berbat bir şekilde küçümseyen, bu alanlardaki başarı ve kazanımları ”stratejik önderlik”e mal eden sözde liderlerin (bunlar önder falan değil, yarım yamalak iş yapmaya çalışan ve buna alışmış yöneticilerdir en fazlasından) bu zihniyeti, duruşu baştan aşağı zaaflıdır. Bir başarı ve kazanım varsa kendi büyüklüklerine (!) bağlayan ve propagandasını yapan zihniyetin bir geleceği de yoktur zaten. Bu olgu, 2000 sonrası küçük burjuva hırslarla geliştirilerek genelleştirilmiş bürokratik bir zihniyettir. Bu zihniyet ve yönetim tarzı küçük burjuva narsizmidir. Zaten sözde stratejik önderlik teori ve pratiği dünyanın merkezine kendini koymada cisimleşen ve biçimlenen küçük burjuvazinin teori ve pratiğidir.
V
Yarım asırlık Türkiye komünist ve devrimci hareketinin deneyimi, 30 yıla doğru yaklaşmakta olan Birlik Devrimi ve parti sürecinin deneyimi var. Peki ama nereden nereye geldik? Bugün hangi durumdayız? Neden bu durumdayız? Bu tablo aşılmadan öncü çözüm gücü olabilir mi? Gel gör ki, hala kolay devrimcilik yolundan (yani bir tür kendini tekrarlayan dar pratikçi devrimcilik yolundan ve türünden) kopuşulamıyor. 100-150 yıllık oportünist, revizyonist, tasfiyeci, Troçkist teoriler de ”yenilenme”, ”yeniden yapılanma”, ”Marksizmin rönansası”, ”21. yüzyılın Marksizmi” vb. çözüm olarak propaganda ediliyor. En acısı da komünist hareketin içinden bu saçma sapan fikirlerin, teorilerin propagandasının yapılması ve alıcılarının olmasıdır. Bu olgunun çıplak bir şekilde gösterdiği gibi, komünist parti ideolojik olarak aşırı gerilemiştir. Büyük bir niteliksel kan kaybı var. Tasfiyeci akımlara ve teorilere geniş çaplı alan açılmıştır. ilke ve istikrar kaybolmuştur. Yalpalayan, yönü kaybeden parti, proleter yoldan küçük burjuva yola doğru sapmış ve ilerlemektedir. Zamanında ilkeli ve kolektif tarzda çözülemeyen kriz (ki bu olgu da kabul edilmiyor!) Marksist Leninist Komünist Hareketi kendine yabancılaştırmaya devam etmektedir. Üstelik bu tablonun üstü örtülerek hala böyük önderlik vs. üzerine kalem sallanıyor. Şirazeden çıkmak böyle bir şeydir.
Yaşanan kriz, sınıf mücadelesinin, devrim ve sosyalizm kavgasının gerek ve gereksinmelerine yanıt verememeden, dolayısıyla artçı sürüklenmekten kaynaklanmaktadır. Krizi çözmede gösterilen iradesizlik de krize teslimiyetin ifadesidir. Kriz bir sonuçtur, nesnel gereksinmelere, değişen nesnel koşullara verilemeyen yanıt yıkıcı bir kriz olarak biçimlenip gelişmektedir. Krizin derinlik ve genişliğinin kavranamaması, çıkışı da olanaksız kılmaktadır. Kriz bir sonuç ama dönüp dolaşıp bir nedene de dönüşmüştür.MLKP’nin MLKP’lileşmeye gereksinimi var ve bugünkü parti, doğru çizgide kurduğumuz parti değildir; kendi öz temellerinden ve çizgisinden uzaklaşmış; ve henüz kendi öz temeli ve çizgisinde oturamamışken kendine yabancılaşmaya başlamış ve bugünlere gelmiş bir partidir. Kavranmayan, üstü örtülen gerçek budur. Bu eleştiri ve değerlendirmelerin tasfiyeci oportünizmi gizlemek, manipüle etmek için söylenen ”umutsuzluk”, ”kaçış”, ”memnuniyetsizlik”, ”ağır siyasal koşulların göğüslenmemesi”, ”güvensizlik kışkırtması” vs. olarak lanse edilmesi oportünizmin her zaman yaptığı ucuz propagandadan ibarettir. Boş övgüye ve böbürlenmeye değil, gerçekleri ortaya koymaya, ilkeli eleştirilere ve mücadeleye ihtiyaç var. Sayısız kadroyu harcayan ve yemeye de devam eden zihniyet, tarz bir çıkış değil, bataklık, çıkışsızlık ve tüketme üretmeye de devam etmektedir.
VI
Her komünistin şu soruları kendisine sorması ve incelemesi gerekir; kurucu kadrolardan geriye kaç kişi kaldı? Kuruluştan bu yana kaç kadro kaybedildi? Kazanılan kadro ne kadar kaybedilen ne kadar? Öne çıkarılanlardan geriye kaç kişi kaldı? Deneyimlerimiz bize neyi göstermektedir? Geniş çaplı kadro kaybının ana nedeni bu kadrolar mı? Bu bağlamda sorunun ideolojik, siyasal, örgütsel nedenleri yok mu? Bu geniş kadro kaybında izlenen kadro politikasının, çalışma tarzının, bürokratik merkeziyetçiliği dayatan ve bir tasfiyeci kılıca dönüştürülmüş zihniyetin payı yok mu? Bunların hepsi mi ”mücadele kaçkını”? Kıyım ve örgütsüzleştirmeyi örgütleyen ve gerçekleştiren oportünizmin bu yıkımdaki payı ne? Sorunun (ve sorunların) öncelikle ”önderlik düzeyi”nde ele alınması gerekmez mi? Neden teorik ve pratik çalışmalarda öncü başarılı olamıyor? Kısmi kazanımlarla durumu kurtarmaya çalışma politikası komünist olabilir mi? Bunun sorumlusu, nedeni ”kaçkın”, ”ağır siyasal koşulları göğüsleyemeyen” kadrolar mı? Övgü ve başarılar üzerine hamaset, gerçeklerimizi derinlemesine sorgulama ve ders çıkarma, açıklık ve güven ilkesi üzerinde sorunları çözmek yerine, neden bu demagojiler ve örtüleme hareketi yapılıyor? Kriz bu yol ve yöntemlerle bilince çıkarılabilir mi? Kriz ilkeli bir tarzda, en az güç kaybıyla, Leninist irade birliğinin en üst düzeyde yeniden kurulmasıyla aşılabilir mi?
Komünist hareketin krizi küreseldir, küresel çaptaki nesnel koşullardaki derin değişimlerle bağlıdır. Dünya komünist hareketinin ciddi bir varlığından bahsedilemez. Olduğu kadar da zayıf, dağınık, koordinasyondan yoksun; ideolojik, siyasal, örgütsel krizin pençesinde kıvranıp durmaktadır. Uluslararası Komünist Hareket’in (UKH) bir merkez olarak ciddi bir varlığının olmaması sorunların çözümünü alabildiğine zorlaştırmaktadır. Ancak varlığımız ve gelişmemiz, sorunları çözme irademiz böyle bir merkezin varlığına ya da yokluğuna bağlı ele alınamaz. Tarihten çıkardığımız ya da çıkarmamız gereken bir ders de, komünist işçi hareketinin varlığı ve gelişmesinin zorunlu ön koşulunun ”uluslararası bir merkez”in varlığı olamayacağıdır. II. Enternasyonal’in çöküşü sürecini düşünelim, ortada bir ”uluslararası merkez” kalmadı ama Bolşevikler yeni bir süreci örgütleyerek hedeflerine ulaştılar…
Böyle bir merkezin inşasının hedeflenmesi bir şeydir ama komünist partilerin var olup olmamanın böyle bir merkeze bağlı ele alınması farklı bir şeydir. Var ya da yok, belirleyici olan enternasyonal proletaryanın sınıf bilinçli temsilcisi olarak Marksizm-Leninizm temelinde bağımsız ideolojik-siyasal bir güç olarak var olmak, devrim ve sosyalizm kavgasının gereksinmelerine militanca yanıt vererek kavgayı başarılı geliştirmektir. Böyle bakınca, doğal olarak, kendimizi sorgulamamız, nerden nereye geldiğimiz, nereye doğru gittiğimiz sorusunun yanıtı, krize yanıt olacak bir perspektifle, yöntemle, ilkeli bir şekilde vermemiz gerekir. Krizin yanıtını post-Marksizmde, Ezilenlerin Marksizminde, Troçkizm’de, anti-Bolşevik, anti-parti ”ezilenlerin öncü feda müfrezesi”, ”romantik devrimcilik” teorisinde bulamayız.
Kriz süreçleri kaçınılmaz olarak arayışlar üretir. Bu arayışların her zaman için Marksist-Leninist arayışlar olmadığı da açıktır. Hatta derin ve kapsamlı kriz süreçleri bol miktarda oportünist arayışlar üretir; komünist partileri oportünizme, revizyonizme açık hale getirir… Komünist bağışıklık sistemi zayıf düşer. Bağışıklık sistemi zayıflayan hareket içerisinde burjuva, küçük burjuva katmanlar ”çözüm” adına baş kaldırır, kendini dayatır. Bu girişim ve yönelimler komünist partilerin ilkelere en az bağlı, en istikrarsız öğelerini ve katmanlarını harekete geçirir ve onlara dayanır, tıpkı bizde olduğu gibi. Önemli olan arayışların, çözümün, iradenin Leninizm temelinde olması, Leninist yenilenmenin gerçekleştirilebilmesidir. Komünist yaratıcılığın oportünist yaratıcılığa dönüşmesine, oportünizmin inisiyatifi ele geçirmesine izin verilmemesidir. Tasfiyecilik, ”proletarya üzerindeki burjuva etki”sidir, ”bir tesadüf, bireysel kötülük, aptallık ve hata değil, objektif nedenlerin kaçınılmaz sonuçları”dır (Lenin); dolayısıyla tasfiyeci oportünizmin, tasfiyeci çürümenin yarattığı yıkımları, kadro kaybının yükünü ucuz yoldan başka yerlere yıkanlar suç işlemektedir. Bunu görmek istemeyen, gerçeğe körce bakan dar kafalılık ise tasfiyeciliğin yoldaşıdır. Tasfiyecilik partiyi örgütsüzleştirmektedir; ağır kadro kaybı ve kitlemizin bile geniş kesiminin örgütsüz olması; ve örgütlenmesi irade ve yeteneğinin gösterilememesi bunun kanıtları değil mi?
Dünyada ve Türkiye’de, Kürdistan’da ortaya çıkan ve hep kılık değiştirerek kendini dayatan ve dayatacak olan tasfiyeci oportünizme, revizyonizme, küçük burjuva demokrasisinin değişik varyantlarına vb. kapılmamak, dahası bu yönelimlerin baskısına karşı savunmada değil, ideolojik saldırı hattında durmak gerekir. Bugün yoksun olduğumuz şey, aynı zamanda budur.
Yaşanan krizin salt komünist hareketle sınırlı olduğunu düşünmek de gerçeklerden kopmaktır. Kriz, iç ve uluslararası alanda devrimci-demokrasiyi de pençesine almıştır… Türkiye devrimci hareketinin çıplak gerçeğinde bu olguyu zaten görmekteyiz…
Krizden çıkmak olanaklı mıdır? Evet, olanaklıdır. Evet, krizden çıkılacaktır. Krizden çıkış kaçınılmazdır. Kriz süreçleri ve krizden çıkış süreçleri genelde yeni saflaşmaları gündemleştirir. Önemli olan bu saflaşma ve yenilenmenin devrim ve komünizm davasının gereksinmelerine yanıt olmasıdır. Çıkış sürecinde tasfiyeci vb. savrulmalar olacaktır. Kuşkusuz ki arzulanan şey, gerçek bir Leninist yenilenmeye bağlı olarak, süreçten en az kayıpla, en yüksek irade ve eylem birliğiyle, en yüksek dinamizmle çıkıştır. Ve bu çıkış, ilkeli bir hesaplaşmaya, hesap sormaya, Bolşevik eleştiri, özeleştiriye dayanmak zorundadır. Tasfiyeciliğe boyun eğen her parti tasfiyeciliğe gider. Tasfiyeciliği tasfiye etmeyen bir parti tasfiye olur. Bunu kavramayanların çözüm gücü falan olması da düşünülemez. İlke, perspektif, yöntem, nesnel durumun doğru bilinci ve irade gücü olmadan çözüm değil, çözümsüzlüğün derinleşmesi, kapsamlılaşması kaçınılmazdır. Partinin irade birliğini ilkeli bir temelde daha üst düzeyde kurmak şart. Yapısal, kapsamlı, uzun sürece yayılmış kriz gerçeği kabul edilmeden, ilkeli özeleştirisi yapılmadan da çıkış yolu bulunamaz.
Ya krizden çıkacaksın ya da altında kalıp ezileceksin. Orta yol yok. Krizden çıkış süreçlerinde ortaya çıkan sapmalardan biri olan orta yolculuk da oportünizmdir. Marksizm-Leninizm’le ortacılık bağdaşmaz. Ortacı oportünizm de oportünizm ve tasfiyeciliğin bir biçimidir ve özellikle belli koşullarda oportünizmin bu türü daha tehlikeli bir oportünizm türü haline gelir. Ortacı oportünizm, proletarya ile burjuvazi arasında yalpalayan, bir elini burjuvaziye diğer elini proletaryaya uzatan, her iki tarafı barıştırmaya çalışan küçük burjuvazinin sınıf tavrıdır.
Lenin, tasfiyeci oportünizme karşı Bolşevik mücadele yürütürken, ”Tasfiyeciliğin çekim alanı içinde bulunan, ne Tasfiyeciliği doğrudan savunmaya ve ne de doğrudan ona başkaldırmaya cesaret edemeyen kişiler”den bahseder; bizde de bu kategorinin varlığı bir gerçektir. İdeolojik bir çekim merkezine ihtiyaç var. Etkin bir ideolojik mücadeleye ihtiyaç var. En geniş kesimleri ideolojik olarak kazanmaya ihtiyaç var. Ya proletarya ideolojisi ya da burjuva ideolojisi, ortası yok! Sorun hangi sınıfın ideolojik mücadeleyi kazanacağıdır. Proletarya sınıfı ve komünistler bu mücadeleyi kazanarak partiyi geleceğe taşımalıdır. Marksizm-Leninizm’e, davaya, kavgaya, ideallere bağlılık bunu gerektirir. Gerisi boş laftır.
Hasan Ozan