“Kadınlar, medeni vazifeye, milis içinde görev almaya ve politik hayata çağırılmazlarsa ev işi ve mutfağın bunaltıcı atmosferinden çekilip alınmazlarsa, gerçek özgürlük temin edilemez, demokrasi kurulamaz -değil sosyalizm -demokrasi bile kurulamaz.”Sosyalistlerin – ve özellikle sosyalist erkeklerin- bu soruna yaklaşımındaki temel görüş açılarından birisi öncelikle “kadın”ı insan -birey – kadın olarak algılamak ve kabul etmektir.Çünkü tarihin ilk çağlarından bu yana süregelen sınıflı toplum; kadını erkeğe göre (anne, bacı, eş, metres, sevgili… vb. olarak ) değerlendirmekte, kabul etmekte ve algılamaktadır.Sosyalistlerin temel mücadelesi sınıflı toplumu (kapitalizmi) ortadan kaldırmak eksenindedirO halde; kadın hakları bu eksenin neresinde yer alır? Hiç şüphe yok ki, kadın hakları mücadelesi bu eksenin tam da kendisidir.Sıkça tartışılan ve zihinleri bulandıran soru şudur. Sosyalizm (sınıflı toplumu yok etmek) mücadelesi mi; yoksa kadın hakları (ataerkini yok etmek) mücadelesi mi öne alınacaktır?Tarihsel süreç içinde hangisi öncedir?Engels şöyle anlatıyor:“…1846′;da Marks ve benim tarafımdan meydana getirilmiş eski bir el yazmasında şu satırları buluyorum. ” İlk iş bölümü erkekle kadın arasında, döl verme bakımından yapılan işbölümüdür…” ve şimdi ekleyebilirim: Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla aynı zamana rastlar..” (Engels /Ailenin Özel Mülkiyetin Ve Devletin Kökeni/S:94)Buradan varılan sonuç şudur: Tarihsel süreç içinde ilk sınıf çelişkisinin yani köle efendi çelişkisinin ortaya çıkışı ile kadının günümüze kadar uzanan ikincilik, yani modern kölelik statüsü aynı zamana rastlar. Hangisi öncedir? Engels’e göre aynı zamana rastlıyor.O halde bu iki anlayışı birbirinden ayrı tutmak ve birine öncelik vererek diğerini ertelemek yanlış ve hatalı bir tutum olacaktır.Kapitalist toplum içinde, kadınları özgür kılan bütün kanunlara rağmen onlar hâlâ birer köledir. (tıpkı işçiler ve yoksul köylüler gibi) Çünkü onlar genellikle ev işi denen boğucu ve şaşkınlaştırıcı bir ortama itilmektedirler. Emek denen en yüce değerlerini, temizlik işleri, mutfak, vs.’de sinir bozucu anlamsız tekrarlar içinde yitirip gitmektedirlerKapitalizm; biçimsel ve sadece lafta kalan bir eşitliği, ekonomik ve dolayısı ile toplumsal bir eşitsizlikle birleştirir. Bu liberaller ve burjuva taraftarları tarafından pek iyi bilinen ve fakat dile getirmekten bütün iki yüzlülükleriyle kaçındıkları bir şeydir.Burjuvazi ise; analık, sevgi ve şefkat duygularını sömürerek Kadınlık, kutsal analık yuva, dişi kuş…vs söylemleriyle ve aldatmacayla onların dünyayı ve olayları kavramasını engellemektedir.Dinci faşistler; kadınları (saçının telinden ayak parmak uçlarına kadar) kapatarak evlere hapsetmekte, ikili, üçlü ve daha fazla kadınla ve kimi zaman da çocuklarla yapılan -güya-evliliklerle kadınlara toplu köle muamelesi yapmaktadır.Liberal ve laik burjuvalar ise; genelevler, randevu evleri, masaj salonları, bar ve pavyonlar, porno yayınlar, reklamlar… vs aracılığı ile kadını eti ve ruhu ile bir meta olarak piyasaya sürmektedir.Konuyu tarihsel boyutuyla daha derinlemesine incelemek ve araştırmak öğrenmek isteyen yoldaşlarım Frederich Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı eseriyle işebaşlayabilirler.Ancak: Gerçek şudur ki; Kadınlar katılmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadınlar kurtulmaz.