Türk devletinin kuruluşunun 101 kuruluşu burjuva düzen partilerince hamasi nutuklarla kutlandı. Faşist ırkçsından dincisine,sosyal-demokratından soldan durduğunu iddia eden geniş kesimler kuruluşunun yıl dönümünde cumhuriyetin niteliğinden kopuk bolca güzellemeler yaptılar ve bugünkü Saray rejiminin açtığı yıkım sonuçlarının çözümü olarak Kemalizmin yeniden diriltilmesi çağrıları yapıldı. Geçektende iddia edildiği gibi 29 Ekim 1923’te ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti halklar için maraba olmaktan çıkıp ülkenin efendisi mi oldu, sömürü ve zulüm son mu buldu, çeşitli ulus ve ulusal azınlıklara eşitlik ve özgürlük mü tanındı, topraskız ve az toprakı köylülerin toprak istemleri mi karşılandı, cins ayrımcılığına sonmu verildi, kısacası emekçilerin iktidarda olduğu laik demokratik halkçı bir iktidar mı kuruldu. Elbette Hayır. 29 ekim 1923’te ilan edilen cumhuriyette savaşın yükünü çeken, kanını akıp, canını veren işçi ve emekçiler olsada, iktidara oturan burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin ittifakı oldu. Aynı zamanda Türkiye Cumhuryeti ilan edilmeden önce, dünyada ilk kez işçi ve emekçilerin iktidarı eline alan Lenin ve Stalinin başında bulunduğu 1917 Ekim Sosyalist devrimi Rusyada iktidarı eline geçirmiş, tüm ve sömürü ve zulüm politikalarına, ulusal dinsel-inaçsal ve cinsel her türlü ayrımcılığa son vererek, emperyalist kapitalist sisteme karşı sosyalizm bayrağını açmıştı. Aslında başını M.Kemalin çektiği Türk müslüman ulusalcı güçler için Ekim sosyalist devrimi her bakımdan örnek oluşturuyordu. Neki M.Kemal ve arkadaşları Ekim sosyalist devrimini değil, batı emperyalist kapitalist sistemi kendilerine örnek alarak, işçi ve emekçileri dışlayan, burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin anti-demokratik sermayeye hizmet eden bir cumhuriyet kurdu. İşte M.Kemal ve arkadaşlarının ilan etmiş olduu cumhuriyet, halkı dışta bırakan, demokrasiden ve özgürlüklerden uzak, tamamıyla sermaye sınıfına hizmet eden, emperyalistlerden bir türlü elini çekmeyen anti-demokratik bir karakterdeydi. 1929 ekimde 1923’te ilan edilen cumhuriyette sözde seçim vardı ama kimin seçileceğine M.Kemal ve arkadaşları karar veriyordu. Devletin dışında demokratik örgütlenmeler yaratmak, demokratik kitle örgütleri ve sendikalar kurmak yasaktır. Grev yapmak,vergi ve zamlara , yoksulluk ve zulme karşı çıkmak, devlet yıkcıılığıyla suçlanmak ve zindana atılmakleş anlamlı. Hiçbir demokratik muhalefete tahammül yok. Muhalefet edenler ya zindana atılıyor yada değişik gerkeçlerle katleidliyor. 1925 de Şeyh Sait isyanı gerekçe gösterilerek, Kemalist cumhuriyet ülkeyi sıkıyönetimlerle yönetmiş ve Türk ulusu dışındaki Kürt,Süryani,Ermeni,Rum vb. ulsl ve halklara yönelik nkar ve imha politikaıs uygulanmış, daha çok Türkçe konuşun kampanyalarıyla asimilasyon sistemlice uygulanmış. Yani Kemalizm adıyla anılan Türkiye Cumhuriyeti Türk İslam sentezi üzerine bina edilerek, Tek ulus, tek vatan, tek,dil ve tek din dayatılmıştır. Haliye Kemalist Cumhuriyeti değerlendirirken Osmanlı imparatorluğunu değiş pratik olarak gerçekleşmiş bir sutun olarak ayakta duruma Ekim sosyalist devrimine göre değerlendirmeliyiz. Aksi halde Kemalist hareketi doğru değerlendirmek güç olur.Buradan olarak Kemalist harekete dair, devrimci ve sol örgütlerin nasıl bir bakış açısına sahip olduklarını yeniden hatırlatmak önem taşıyor. Türkiye Kürdistan gerçekliğinin kendi tarihsel gelişimi içinde ortaya koymuş olan İbrahim Kaypakkaya yoldaşı- önemli hata ve yetmezliklere rağmen buzu kırıp yol açmıştır- , devlet, ordu, parlamento, ittifaklar, parti, kitle çizgisi, Kemalizm, Kürt ulusu ve ulusal sorun karşısındaki duruşu, TKP’den başlayarak ama özellikle dönemin ve içinden çıktığı PDA örgütünün politik aktörleriyle yürüttüğü tartışmalar içindeki teorik ve politik çözümlemelerdi. Buradan olarak İ.Kaypakkaya yoldaş ve öncüsü olduğu TKP-ML Hareketi ile 1971 yılında Deniz Gezmiş‘in önderlik ettiği THKO ve Mahir Çayan‘ın önderlik ettiği THKP-C örgütlerini aynileştiren ve ciddi bir araştırma, inceleme yapmadan gözü kapalı toptancı değerlendirme içinde olan Atılım, Alınteri, K.Bayrak vb. Birgün, Evrensel, TİP, EMEP, vb. gibi kesimlerin sapla samanı birbirine karıştırdıklarını görüyoruz. Gerçekten de bu kesimlerin iddia etmiş oldukları gibi, İbrahim Kaypakkaya‘nın öncülüğünde kurulan TKP-ML Hareketi ile Deniz Gezmiş‘in önderlik ettiği THKO ile Mahir Çayan‘ın önderlik ettiği THKP-C’nin ideolojik-politik olarak aynı hatta durduğu savı ne kadar gerçekçidir? Diğer temel sorunlar bir yana, devrimci hareket için adeta tabu olan Kemalizm ve Kürt sorunu bağlamında temel ayrım çizgisini birkez daha hatırlatma gereği duyduk.Herşeyden önce T.C. devletinin resmi ideolojisi olan Kemalizm ile hesaplaşmadan değil komünist, devrimci bir çizgide durmakta dahi olanaksızdır. Haliyle Türkiye Kuzey Kürdistan’da devrimci ve komünist hareketin öncelikle Kemalizm zırhını parçalayarak, ona cepheden eleştirel bir tutum alarak yola çıkmak zorundadır. Aksi halde burjuva kapitalist sistemden kopmak ve çeşitli ulus ve ulusal azınlıkların yaşadığı coğrafyamızda enternasyonalist proletarya devrimciliğini bayraklaştırmak olanaksızdır. Yani komünist ve devrimci hareketin öncelikle burjuvazinin ve T.C. devletinin ideolojik-politik harcı olan Kemalizm’e hesaplaşmak ve buradan kopmak gerekiyor.Bu bir yerde komünist hareket için olmazsa olmazlar arasında gelmektedir. Kemalizm ile göbek bağını kesip atmayan bir devrimci akımın devlet, devrim, ordu,ve çeşitli ulus ve ulusal azınlıklar ve somutta Kürt sorununa dair doğru devrimci çözümlemeler üretebilmesi olanaksızlaşır. İbrahim Kaypakkaya ve haliyle onun bizzat önderlik yaparak kurmuş olduğu TKP-ML Hareketi ile THKO-THKP-C’nin ayni hatta duran örgütler olarak görüp-gösterilmesi elmalarla armutların birbirine karıştırılması anlamına gelmektedir. Aslında bu üç örgüt arasına eşitler koyup aynileştirme çabası, küçük burjuva devrimciliği ile komünist devrimciliği bir birine karıştırarak, inkarcılığa meşru zemin yaratmaktır. Neki bu çabanın beyhude bir çaba olduğunu belirtmeliyiz.Diğer sorunlar -parti, devlet, ordu, proletarya enternasyonalizmi, kitle çizgisi, ittifaklar, sosyalizm, sosyal-emperyalizm vb.- bir yana Kemalizm ve Ulusal sorun bağlamında Kürt ulusal sorununa dair TKP-ML Hareketi, THKO ve THKP-C arasındaki temel farkı ortaya koymaya çalışacağız.Kemalizm TKP-ML Hareketi, THKO ve THKP-C Aynı Hatta mı Duruyorlar?Hatırlanacağı üzere Deniz Gezmiş‘in önderlik yaptığı THKO, ‘71 devrimci kopuşunu, kamuoyuna eylemleriyle duyuran ilk örgüttü. THKO 1. Davası duruşmalarında, Kemalizm hakkındaki düşünceleri Türkiye’de 50 yıldır sol adına savunulanlar farklı değildir. Örneğin, Deniz duruşmalarda“Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlarda bizleriz” demiştir. Toplu savunmada bu duruş şöyle ifadelendirilmiştir: “Biz Atatürk’ten Mustafa Kemal diye bahsediyorsak, onu kendimize yakın hissettiğimizden ve onun gibi büyük bir bağımsızlık savaşçısını kendimize silah arkadaşı kabul ettiğimizdendir.” Keza duruşmalarda, “ilga etmekle” suçlandıkları 61 Anayasasının asıl savunucuları olduklarını söylemiş, yürüttükleri mücadeleyi 2. Kurtuluş Savaşı olarak tanımlamışlardır.Türkiye Devriminin Yolu broşüründe, THKO’nun Kemalizm ile ideolojik bağını, Milli Kurtuluş Savaşı’na önderlik eden kadroyu şöyle tanımlayarak ortaya koyuyor: “Parçalanmış Osmanlı ordusunun ilerici ve reformist kanadı ile şehir küçük burjuvazisi.” Hüseyin İnan, Milli Demokratik Devrim tezini inşa ederken, “ Devrimde işçi sınıfının öncülüğünün gerçekleşmemesi halinde, pratikte öncülüğü ele geçirebilecek sınıf küçük burjuvazidir” demektedir. Kemalist kadronun küçük burjuvazinin temsilcisi olduğunu vurgularken sonucu baştan açıklıyor: “Küçük burjuva önderlik altında, toplum, ya kapitalizme kayacaktır ya da geçici bir bocalama döneminden sonra ülke tekrar emperyalizmin kontrolüne girecektir.”( Türkiye Devriminin Yolu, Mart 1972)Bu kısa alıntılar, Kemalizm sorununda THKO’nun, 50 yıllık sosyalizm ile Kemalizmi buluşturma, Kemalizm hayranlığı, Türk milliyetçiliği kuyrukçuluğu görüş ve pratiklerinden köklü bir kopuş sağlayamadığını gösteriyor. Deniz Gezmiş idam sehpasında; “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi” sloganını atarak, pratikte sistemde kopuşu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ama ideolojik olarak Kemaliz zırhının dışına çıkmaya yönelmişlerdir. Yine 1971 yılı Mayıs ayında Mahir Çayan önderliğinde bir grup devrimci tarafından THKP-C’nin kuruluşu ilan edilmiştirç, bu eylemiyle kendini kamuoyuna deklare etmiştir. THKP-C’nin görüşlerinin toplamı, Mahir Çayan’ın iki ayrı dönemde yazdığı, Kesintisiz Devrim 1-2-3’te toplanmıştır. Ayrıca, mahkeme sorgu ve savunmaları da bir bakıma THKP-C’nin görüşlerinin ve mücadelesinin açıklamalarıdır.Mahir Çayan, Kemalizm konusunda THKO’nun “küçük burjuva önderlik” tezinden, “küçük burjuva radikalizmi” diyerek bir ölçüde ortaklaşmaktadır. M.Çayan şöyle diyor: “Kemalizm, emperyalizmin işgali altındaki bir ülkenin devrimci-milliyetçilerinin bir milli kurtuluş bayrağıdır. Kemalizmin özü, emperyalizme karşı tavır alıştır. Kemalizmi bir burjuva ideolojisi veya bütün küçük-burjuvazinin veya asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yanlıştır. Kemalizm, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında anti-emperyalist bir tavır alışıdır. Bu yüzden, Kemalizm soldur; milli kurtuluşçuluktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur. Ülkede, kendi solunda, emperyalizme karşı hiçbir devrimci, ulusal-radikal sınıf hareketi olmadığı, dünyada, bugünkü gibi milli kurtuluş savaşlarının destekçisi bir dünya sosyalist blokunun olmadığı bir evrede, emperyalizme karşı, dünyada ilk muzaffer olmuş bir halk savaşını veren radikal-milliyetçiler, bu bakımdan, ülkemizin -kökeni Osmanlı alt bürokrasisinin ilericiliğine dayanan bir orjinalitesidir. Kemalistler için, ülkemizdeki asker-sivil aydın zümrenin jakobenleri diyebiliriz.”( THKP-C Savunma, s. 130) Burada geçerken belirtmeliyiz ki, Kurtuluş Savaşı sırasında Kemalistlerin “solunda hiçbir devrimci, ulusal-radikal sınıf hareketi” olmadığı tespitinin doğru olmadığı bilinen bir olgudur. M. Kemal ve arkadaşlarının Türk ulusal kurtuluş hareketi üzerindeki egemenliği, tam da böylesi ulusal-devrimci akımları; THİF’i, Yeşil Ordu’yu, köylü çetelerini, TKP’nin Mustafa Suphi-Ethem Nejat önderliğini vb. tasfiye ederek gerçekleşmiştir.Devamında da şöyle demektedir: “Kemalizm, ülkemizde asker sivil aydın zümrenin geleceğini yansıtan, anti-emperyalist ve anti-feodal bir tavır alıştır. Bu yüzden, Kemalizm’in sağı solu olmaz. Kemalizm soldur, Milli Kurtuluşçuluktur, emperyalizme karşı bu zümrenin isyan bayrağıdır.”Bu bağlamda, M.Çayan mahkeme savunmasında da Kemalizm’i ve Atatürkçülüğü, an’daki burjuva siyasetin temsilcilerinden ayrı tuttuğunu açıklamış oluyor: “Milli Kurtuluşçu bir tutum yansıtması açısından bizler sapına kadar Atatürkçüyüz. Onun Milli Kurtuluşçuluk bayrağını, hayatımız da dahil, her şeyimizi ortaya koyarak biz dalgalandırıyoruz.”( – agy., s. 131)Yine de mahkemede yaptığı bu savunma onun Kemalizm hakkındaki düşüncelerini bütünüyle yansıtmaktan uzaktır. O, mahkeme savunmasında “sapına kadar Atatürkçüyüz” derken, diğer yandan, Kemalizm ile sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar olmadığını söyleyen M. Belli’yi ve partisini M. Kemal’in komutanlığında Milli Kurtuluş Cephesi olarak niteleyen Doğu Perinçek’i eleştirerek şunları da söylemektedir: “Bizim partimiz, ne milli cephe partisidir ne de bizim partimizin komutanlığı küçük burjuva radikallerine aittir. Biz, sosyalistlerin partisi, Marksist bir partiyiz ve partimizin de eylem kılavuzu Kemalizm değil, bilimsel sosyalizmdir.”( Yeni Oportünizmin niteliği üzerine, Aydınlık Sosyalist Dergi, Haziran 1970.)Kemalizm’in sınıfsal ve tarihsel temelini doğru değerlendiremeyen M.Çayan, O dönemde iktidarda olan İnönüleri, Demirelleri ve başka burjuva klikleri Kemalizme yakıştıramamakta, olsada Kemalizm’i küçük burjuvazinin en radikal kesimlerinin tutumu olacağını ifade etmektedir. Yani, o tarihsel kesitte Kemalistler diye ortalarda boy gösterenlere, “siz Kemalist olamazsınız demekte” o nedenle de onları antiemperyalist demokratik devrimin müttefik güçlerinin uzağında tutmaktadır.Kemalizm ve Kürt ulusal sorunu başta gelmek üzere, ezilen uluslar sorunlarında Deniz, Hüseyin ve Mahir’deki küçük burjuva devrimciliğiyle köprüleri tümden atmayı başaramamakta oldukları görülüyor. Neki bu alanda , İbrahim Kaypakkaya ve örgütü TKP-ML hareketi gerek Kemalizm ve gerekse de Kürt sorununda köklü bir kopuşa gerçekleştirerek diğer THKO ve THKP-C‘den nitelik olarak farklı bir kulvarda durduğunu açığa seriyor.Kaypakkaya’da Kemalizm SorunuElbette Kaypakkaya Kemalizm konusundaki görüşlerine birden oluşturmadı.. Bu görüşlerini PDA-TİİKP ile mücadele ve örgütsel pratik çalışmaların deneyimleri ve M-L bilincini derinleştirmeyle ulaşmış, sol ve devrimci harekette egemen olan görüşleri reddederek, daha ileri köklü kopuşu gerçekleştirmiştir.Kaypakkaya yoldaş Kemalizm’e dair değelendirmelerini PDA-TİİKP revizyonistlerinin iddialarını ele alarak ortaya koymuştur: “Kurtuluş savaşımız, ‘proleter devrimleri ve milli kurtuluş savaşları çağının ilk kurtuluş mücadelesidir. … Kurtuluş savaşımız, Asya’nın bütün ezilen halklarına cesaret ve umut vermiştir. … İktidarı ele geçiren yeni Türk burjuvazisi, büyümek ve zenginleşmek için devlet eliyle milli burjuvazi yaratmaya girişti. . Kemalist iktidar, siyasi bakımdan bağımsız bir milli burjuva diktatörlüğüdür. M. Kemal’in emperyalist işbirlikçisi olduğunu iddia edenler, burjuva idealistlerdir. . M. Kemal halkımızın ilerici mirasının bir parçasıdır. … Lenin, Stalin, Mao Zedung’un M. Kemal tahlilleri bize ışık tutsun.”PDA-TİİKP revizyonistlerin Kemalizm’e ilişkin tezleri, Kemalist aydınlara, Kemalist ordu güçlerine el uzatmak anlamına geliyordu. Aslında PDA-TİİKP revizyonistlerinin Kemalizm güzellemesi tezleri geçmişten beri Ş.Hüsnü TKP’nin takipçisi olarak ortaya çıkıyordu. Kaypakkaya, yoldaş PDA’nın Kemalizm’in anti-emperyalist devrimci milli burjuva ideolojisi olarak sunulup kuyrukçuluk yapılmasına, tıpkı TKP gibi demokratik devrimin bu güçlerden beklenmesine eleştirel bir yaklaşım içinde, Kemalizm üzerine incelemeye yönelir. Bunlara bakarak Kaypakkaya’nın Kemalizm hakkındaki fikirleri ve onun Kemalizm’i burjuva sınıfının temsilcisi ve halk düşmanı bir karakterde olduğu çabasının arkasında, komünist hareketin ideolojik ve politik bağımsızlığı ile devrimin ittifak güçlerinin doğru belirlenmesi ve politik tarihin doğru okunması çabasını yattığı görülmelidir. Haliyle Kaypakkaya yoldaş yakın politik tarihi değerlendirme perspektifi, çubuğun ucunu diğer akımların tersine bükmüş, her ne kadar Kemalizmin sınıfsal niteliğini “komprador burjuvazi ve toprak ağaları” işbirlikçi sınıfları olarak hatalı olarak tespit etmiş olsada-Kemalist hareket orta burjuvazinin üst kesimi ve toprak ağalarının ittifakına dayanıyordu. Haliyle Kemalist hareket, ulusal devrimci değil ulusal reformist karakterdeydi-, Kemalist ideolojinin gerici ve karşı devrimci halk düşmanı niteliğini ve başından itibaren emekçilerin halkçı devriminin karşısında durarak, 1919-20’ sonuna kadar güdükte kaln anti-emperyalist çizgiyi iğdiş ettiğini, yerinde ve haklı olarak saptadığını görürüz. Kemalist ideolojiyi ve Kemalist diktatörlük dönemini, işçi sınıfı ve emekçiler, Kürt ulusu ve diğer azınlık topluluklar karşısındaki karşı devrimci niteliği ve faşist uygulamalarıyla -ki 1925Şeyh Sayit isyanından itibaren Kemalist iktidar adım adım faşist bir karaktere bürünmüştür.- karşı-devrimci niteliğini ortaya koyar.Bu bağlamda Kaypakkaya’nın Kemalizm ideolojisine, diktatörlüğüne ve onun hayranlarına karşı derin bir sınıf kini duyduğunu her satırına ve her tezine sinmiş, bir başka ifadeyle içselleştirmiş olduğunu görmek hiçte zor değildir. Haliyle bu durum Kaypakkaya’yı 1971’in diğer devrimci önderlerden ve Onların örgütlerinden nitelik olarak ayrı bir yere koyar. Nitekim, Kaypakkaya o gün Kemalizm için söylediklerine herkesin hışımla karşı çıkacağını vurgularken bunun nedenlerini şöyle açıklıyor: “Şafak revizyonistleri kendi boş hayallerini gerçeklerin yerine koymaya çalışıyorlar; ülkemizde bir yığın revizyonist ve oportünist klik, bilhassa Kemalizm konusunda aynı şeyi yapıyor. Özellikle Kemalizm konusunda orta burjuvazinin gerçeklere aykırı idealist yargıları öylesine beyinlere yerleşmiş, kafalara öylesine tekel kurmuş ki, Kemalizm’in komünistçe değerlendirilmesi adeta imkânsız hale gelmiştir. Şimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, D. Avcıoğlu, İlhan Selçuk’tan tutun da TİP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-THKC, THKO ve Şafak revizyonistlerine kadar bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akımlarını öfkeyle ayağa fırlatacaktır. Ama öfkeyle ayağa fırlamaktansa, Türkiye tarihine daha ciddi olarak göz atmaları, onu doğru olarak kavramaya çalışmaları gerekmez mi? Türkiye gerçekleri bize şunu gösteriyor:Kemalizm demek, fanatik bir anti-komünizm demektir. Kemalistler, M. Suphi ve 14 yoldaşını kahpece ve hunharca boğazlamışlardır. TKP’yi, M. Suphi yoldaşın ölümünden sonra bu isme layık bir parti olmadığı halde, amansız bir şekilde ve her fırsatta ezmiş, bugün Amerikancı faşist sıkıyönetim mahkemelerinin yaptığını, Kemalist iktidar defalarca yapmıştır. Sovyetler Birliği’ne menfaat sağlamayı hesapladığı müddetçe dalkavukluk etmiş, diğer zamanlarda sinsi ve azgın bir düşmanlık beslemiştir.Kemalizm demek; işçi ve köylü yığınlarının, şehir küçük burjuvazisinin ve küçük memurların sınıf mücadelesinin kanla ve zorbalıkla bastırılması demektir. Kemalizm; işçiler için süngü ve ateş, cop ve dipçik, mahkeme ve zindan, grev ve sendika yasağı demektir; köylüler için ağa zulmü, jandarma dayağı, yine mahkeme ve zindan ve yine her türlü örgütlenme yasağı demektir.Kemalizm demek, her türlü ilerici ve demokratik düşüncenin zincire vurulması demektir. Kemalizm’i övmeyen her türlü yayın faaliyeti yasaktır. İleride, Kemalist iktidar aleyhine herhangi bir yazının çıkabileceği ihtimali dahi, yayın organlarının kapatılması için yeterli sebeptir. Sonu gelmez ‘örfi idareler’ memleketi kasıp kavurmaktadır ve her ‘örfi idare’ yıllarca sürmektedir; Meclis, CHP’nin tepesindeki bir avuç yöneticinin ve onun değişmez başkanı M. Kemal’in elinde oyuncaktır; Anayasa da ve bütün yasalar da öyledir, ülkeyi gerçekte ordu yönetmektedir.Kemalizm demek; her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir.Kemalist Türkiye, yarı sömürge Türkiye’dir. Kemalist iktidar, İngiliz-Fransız emperyalizmine ve daha sonra da Alman emperyalizmine uşaklık eden bir iktidar demektir.”( – İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yayımcılık 2004, s. 244-457)Tabii, bunca karşı iddiadan sonra bütün muhataplara, Lenin ve SB’nin Kemalist Türkiye’yi niye desteklediğini açıklaması da gerekir: “Şimdi Kemalizm dalkavukluğu yapan revizyonistler bize hışımla soracaklardır: Peki öyleyse, Kemalistleri SSCB ve Lenin niye destekledi! Bunun cevabı gayet basittir: SSCB ve Stalin, Japonya’ya karşı Guomintang’ı niçin desteklediyse, bunu da onun için destekledi.”( age, s. 246)Kaypakkaya, Kemalizm ile sosyalizmi ya da tersten, sosyalizm ile Kemalizm’e aşılama eğilimlerine ve M. Kemal’i ilerici tarihten saymalara dair polemikte de sürdürür: “M. Kemal, halkımızın ilerici tarihinin bir parçasıdır, diyorlar. Halkımızın tarihi zaten tümden ilericidir. Bütün dünya halklarının tarihi ilericidir. Ama M. Kemal, halkımızın tarihinin bir parçası değil, komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının ve onlarla birleşen orta burjuvazinin sağ kanadının, yani, gerici sınıfların tarihinin bir parçasıdır. Mesela, bir Fatih Sultan Mehmet ne kadar halkımızın tarihinin bir parçasıysa (!) M. Kemal de o ölçüde halkımızın tarihinin bir parçasıdır.”(- age, s 248) Burada, Kaypakkaya’nın ideolojik-politik pozisyonu herşeyden önemlidir. Kemalizm’in sınıf niteliğini yanlış belirlemesi, bu Onun doğru devrimci pozisyonun yanında tali önemdedir.Kaypakkaya, M. Kemal’in, Çin ulusal devriminin (1911) önderi Sun Yat Sen ile eşitlenmesine de karşı çıkışı da tam aynı nedenledir ve bir tarihsel gerçeği bilince çıkardığını gösterir: “M. Kemal, Sun Yat-Sen’e değil, Çan Kay-Şek’e benzer; hatta Türkiye’nin Çan Kay-Şek’idir. Sun Yat-Sen, ülkesinde komünistlerle ittifaktan yanadır; birçok komünist, bu arada Mao Zedung yoldaş, Sun Yat Sen’in partisinin merkez komitesindedir. Sun Yat-Sen Sovyetler Birliği ile samimi ve yakın bir dostluk kurmuştur. Sun Yat-Sen, işçi köylü yığınlarının hayat seviyelerinin yükseltilmesinden ve onlara burjuva demokrasisinin verebileceği azami hak ve özgürlüklerin verilmesinden yanadır; hayatta olduğu sürece de, bunun için mücadele etmiştir. Sun Yat-Sen, toprak ağalarının amansız düşmanıdır; onlara karşı köylü kitlelerinin menfaatinden yanadır. Sun Yat-Sen, toprak ağalarının değil, köylü kitlelerinin sözcüsüdür.”( age, s. 248) Arkasından, bu yargısını güçlendirmek için Kaypakkaya, Lenin’in Sun Yat-Sen değerlendirmesini aktarır. Demek ki, işçiler, kent ve kır emekçileri, aydınlar ve ilerici hareketler karşısında Kemalist rejimin ne yaptığına bakmak gerekir. Tarihe buradan yaklaşmak, sınıfsal bir seçimdir, Kaypakkaya’nın yaptığı tamda budur.Kaypakkaya, Kemalizm’den başka Türkiye tarihinin belli başlı önemli olaylarını değerlendirmelerde tarihin çarpıtılarak sınıf uzlaşmacı teorilere temel yapılmasına karşı da durmuştur. Haliyle demokrasi ve halk düşmanı, Türkler dışında diğer ulus ve ulusal azınlıkları yok sayan, emekçilerin bağımsız örgütlenmesi karşısında duran, emperyalizm ile işbirliği içinde hareket eden Kemalizm’e cepheden tutum alarak köklü kopuş gerçekleştiren Kaypakkaya ve örgütü TKP-ML Hareketi ile Kemalizm’i anti-emperyalist devrimcilik olarak gösteren ve Onu önemli ittifak gücü içinde ele alan Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın önderlik ettiği THKO ve THKP-C’yi aynı hatta durduğunu söylemek, gerçekleri olgulardan aramaktan kaçmak ve keyfi değerlendirmeler içinde hareket etmekten kurtulamamak olduğunu belirtmeliyiz.Nitekim bugün THKO ve THKP-C geleneğinden gelen akımların Kemalist hareket ile ideolojik-politik olarak göbek bağlarını kesmek bir yana, faşist dinci Saray iktidarını öne sürerek Kemalizm’e daha sıkıca sarıldıklarına-TKP, Sol Parti, TİP, EMEP vb.- tanık oluyoruz.