”Nazım’dan
bu yana değişen sadece lümpenleşme ve magandalaşmanın İslam ile ambalajlanması
oldu. İslami lümpenleşmenin ve magandalaşmanın en acı sonucu kadınlara,
çocuklara ve doğaya yönelik saldırganlıktır ki, ne yazılsa eksik kalır”
“Türkiye maganda liginde şampiyon” başlıklı haber vesilesiyle “Maganda politik”
başlığı altında Türkiye’de magandalığın toplumsal hayata ve siyasete
sindiğinden söz ediyorduk.
Magandalaşmanın lümpen kapitalizmle başladığını vurgulamış; AKP iktidarı
döneminde nasıl bir seyir izlediği sorusunu birlikte yanıtlamayı önermiştik.
Basitçe yanıtlamak gerekirse; AKP iktidarıyla birlikte magandalaşma daha da
hızlandı, hızlanmakla kalmadı İslamileşti. İslamcı mahallenin önde gelen
yazarlarından Ali Bulaç’ın ifadesiyle AKP iktidarı döneminde “Müslüman
magandalar” türedi. Belki de zaten varlardı.
Çünkü, AKP iktidarıyla birlikte (hatta yerel yönetimlerin RP tarafından ele
geçirildiği 1994 yılından itibaren) toplumsal artık değerin ana muslukları
Anadolu Kaplanları veya Yeşil Sermaye olarak adlandırılan, MÜSİAD’ta örgütlü
İslamcı sermaye kesimine çevrildi. Tersi, yani muslukların emekçilere
çevrilmesi, parti programında söz verildiği üzere yolsuzluklarla, yoksullukla,
yasaklarla mücadele söz konusu değildi. Çünkü, İslami soslu popülist söylemine
ve programına karşın, AKP neoliberal kapitalizmin en gözü kara partisidir; bu
niteliği, MÜSİAD’ın önceki başkanlarından Ali Bayramoğlu’nun “AKP’nin ampulünü
biz yaktık” sözleriyle itiraf edilmişti. (Aktaran Eylem Türk, Milliyet, 6 Nisan
2004)
Yolsuzluklarla, yoksullukla, yasaklarla mücadele söz konusu değildi. Tayyip
Erdoğan’ın Ecevit hükümetinden miras İMF reçetesini devralmasından sonra,
özellikle kamu ihaleleri yoluyla “mütedeyyin” sermaye kesimine devasa ölçüde
servet transferi gerçekleşti. Muhalefet döneminin mücahitleri iktidarda
müteahhitliğe terfi ettiler. Servet olarak parmakta tek yüzük ve Harun
söylemiyle siyasete atılanlar Karun oldular. Öyle ki, Türkiye, dünyada en çok
dolar milyarderi olan ülkeler listesinde 6’ncı sıraya yükseldi.
Ne var ki, çok kısa sürede sağlanan servet birikimi burjuva kültürünü değil,
çok hızlı bir çürümeyi ve magandalaşmayı beraberinde getirdi. Çünkü doğru
düzgün bir feodalizmi bile görmemiş Anadolu eşrafından paraya kavuşur kavuşmaz
burjuvalaşması beklenemez. Anadolu eşrafının böyle bir yücelmeye elverecek ne
kültürü vardır ne de sosyal yaşamı. Kaldı ki, TÜSİAD’ta örgütlü Beyaz
Sermaye’nin bile (onca kuşak gelip geçtiği halde) modern anlamda burjuvalaşıp
burjuvalaşmadığı tartışmalıdır. Anadolu eşrafının kasaba kabasabalığı içinde
kaldığı ise kesindir.
Sonuç, Ali Bulaç’ın ifadesiyle: Tüketimi gösterişe döken, her gün kıyafet
değiştiren, eskiden Akbil’le gezebilirken artık ‘Dabbetül Arz’ tipi ciplerle
dolaşan, sonradan görme, kısa yoldan zengin olmuş, hiçbir ilkesi değeri
kalmamış Müslüman magandalar! (Ali Bulaç, Sevda Alkan ile Söyleşi, Haftalık
Dergisi, Mayıs 2006)
Bu saptamaya pek çok şey eklenebilir. En başta itibardan tasarruf etmemek.
(İtibarı batsın!) Yanı sıra (madem Müslümandır) kadere rıza göstermek yerine
bir tabur koruma ile dolaşmak. Yazlık ve kışlık evlerin sarayların eşya ve
dekorunda, günlük yaşamda, düğün merasimlerinde, çeşitli toplantılarda
görülmemiş lüks, israf ve sefahat; ama yaşama ilişkin estetik kaygı eksikliği,
zevksizlik… Siyasette ise yoksulların dini inancını araçsallaştırmak,
yoksulluğu ve cehaleti kutsamak, yaşanan çürümeyi meşrulaştırıcı ayet ve hadis
bulma telaşı, faşizan saldırganlık, siyasi ahlak ve tutarlılık eksikliği…
Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto’da, burjuvazinin kendi
hayalindeki gibi, yani kendi suretinde bir dünya yarattığını yazmışlardı.
Bu saptamaya uygun olarak, siyasette ve devlet yönetiminde onlarca yıldır süren
İslami magandalaşma pratiğinde nasıl bir toplum inşa edildi?
Soruyu “Erdoğan sebep mi sonuç mu?” başlığı altında Zülfü Livaneli yanıtlamış
olsun:
“Tayyip Erdoğan sebep değil bir sürecin sonucudur. Sorun onu iktidara getiren,
üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına
rağmen körü koruna peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür.
Bu halk yığının Anadolu Müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal
kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden kente göçle
başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi
birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve
literatürde lümpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu.
AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette.
İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir. Ama o kitlenin
genel karakteristiği budur.
Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri, geleneksel
şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide
bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara,
içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’
saldırganlığına kaptırdı kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir
filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu.
Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı.Aşağı
yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri, Mimar Sinan
estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi
akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de. Dolayısıyla bu
kesim muhafazakâr değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir
‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur. Tayyip Erdoğan sebep değil bir
sürecin sonucudur. Ve sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir.” (3 Kasım 2014,https://www.livaneli.gen.tr/erdogan-sebep-midir-sonuc-mu/)”
>Sadece Zülfü Livaneli değil, İslamcı mahallenin yazarlarından Atasoy
Müftüoğlu da benzer şekilde dini inancın politik propaganda ve duygusal sömürü
aracı haline getirildiğinden yakınmış ve eklemiş: “Toplum büyük bir
kültürsüzlük ile maluldür. Toplum büyük ölçüde maganda, maço toplumuna
dönüşmüştür. Her gün kadın cinayetlerinin işlendiği bir toplumda Anadolu irfanı
diye bir şeyden söz edilemez. Böyle bir irfan yok. Toplum ciddi bir şekilde
lümpenleştirilmiştir.” (9 Ekim 2022 tarihli söyleşi. https://taviryayin.com/entelektuel-tavir-1-atasoy-muftuoglu/)
Bu saptamaları çok daha önce, daha zarif şekilde Nazım Hikmet “Akrep gibisin
kardeşim” başlıklı şiirle edebileştirmişti. Nazım’dan bu yana değişen sadece
lümpenleşme ve magandalaşmanın İslam ile ambalajlanması oldu.İslami
lümpenleşmenin ve magandalaşmanın en acı sonucu kadınlara, çocuklara ve doğaya
yönelik saldırganlıktır ki, ne yazılsa eksik kalır. Emek, barış ve demokrasi
güçlerine yönelik vahşet ve acımasızlık ise genetik mirastır.İslamcı maganda
faşizmine teslim olmayanlara direnenlere selam olsun!