İşkencede Katledilmesinin 50.Yılında İbrahim Kaypakkaya İşkencede direniş ve Partizan.!

Bir örgütün komünist olup olmamasının tek kıstası elbette işkencede direnmek değildir. Ama biliyoruz ki her devrimci ve komünist örgüt, devrimci ve her komünist kişi işkence de direnmekle yükümlüdür. Buradan hareket ettiğimizde İbrahim Kaypakkaya’nın hala en büyük mirasçısı olduğunu iddia eden Partizan cenahı işkencede Kaypakkaya yoldaşın direnişi geleneği ne kadar bağlı kaldı, ne kadar işkencede ser verip sır vermeme geleneğini yaşattı. Sözde değil özde Kaypakkaya’nın mirasçısı olmak bir yerde, düşmana karşı her alanda kaypakkayanın direnişçi geleneğini yaşatmakla bağlıdır.Elbette İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anmak- anlamak, aşmak, savunmak sözde görüşlerini papağan gibi yinelemekte değil Onun M-L perspektifini kavrayıp, bunun gereklerine uygun hareket etmek etmekten geçiyor. Kaypakkaya yoldaşın işkencede direnişi davaya kendisini adamasının yanında, savunmuş olduğu komünist görüşlere derinliğinden inancı, davaya sınırsız adanmışlığı, kısacası komünist düşüncelerin düşmanla teke tek savaşta da milyonlarca işçi ve emekçinin temsilcisi olarak meşale olmaktı.İşkencede eğilip bükülmez bir iradeye ortaya koyan komünist önder Kaypakkaya yoldaşın işkencede 3.5 ay süren Ser verip sır vermeme direniş çizgisini, Partizan cenahı neden yaşatamadı. Hemen her sorunda KK’ye ve Hareketimize yalan-yanlış, haksız ve aymazlıkta sınır tanımaz gözü kapalı saldırı ve kara çalma içinde olan Partizan cenahı, kendi olumsuzlukları ve hatalarıyla hesaplaşma yerine her olumsuzluğu hareketimizin üzerine yıkmaya çalıştı. Hareketimizin sol oportünist hata ve yetmezliklerinin kefareti olan Partizan Kaypakkaya yoldaşın görüşlerinin takipçisi olduğu görüntüsü vermeye çalıştı. Ama Partizan cenahının Kaypakkaya yoldaşa sahip çıkması bilimsel değil duygusaldı.Haliyle geçmişi değerlendirme de bilimsellikten uzak duygusal yaklaşımlar, Kaypakkaya yoldaşın Marksist-Leninist sistematiğini anlamama, faşizme ve burjuvaziye karşı sınıf kinini her cephede savaş baltası olarak kullanamama, kendini herşeyden önemli gören bencil ve bireyciliğe teslim olma hali işkencede kişilerin iç hesaplaşmasında kendini feda etmekten ırak tutum içine girerek, düşmanın dayatması karşısında direnememe yada ifade vererek boyun eğme yolunu seçtiklerini biliyoruz . Türkiye devrimci hareketi açısından işkencede örgütü ve yoldaşları hakkında tek söz etmeden yanı ifade vermeden direniş tohumunu 29 Ocak 1973 yılında yakalanıp Diyarbakır işkencehanelerin de tam 3.5 ay “ parçalasınız da konuşmayacağım“ diyerek kendisinden sonrakilere direnme yolunu gösteren ve 18 Mayıs 1973 yılında katledilen İbrahim Kaypakkaya yoldaş olmuştur.Haliyle Kaypakkaya yoldaşın mirasçı olarak ortaya çıkan örgüt yada örgütler açısından önsel olarak düşmanla işkencede teke tek tutuşulan iki sınıfın burjuvazi ve proletaryanın temsilcilerinin sıcak mücadele alanında çıplakça yürüyen mücadelede yanıtlanması gereken önemli bir sorunlardan birisi de Partizan cenahının işkencede neden, sır verip sır vermeme direnişini sağlam bir zeminde öremediği ve neden Kaypakkaya yoldaşın ser ver sır verme geleneğini sürdüremediğinin yanıtlanmasıdır .İŞKENCEDE DİRENMEK İLKESEL BİR TUTUMDURFaşizm her dönem devrimin gelişimini önlemek ve halk hareketinin önünü kesmek için devletin bekçiliğini yapan siyasi polis saldırılarını artırarak, gözaltına alınan devrimcilere yoğun işkenceler yaparak öncü devrimcileri etkisiz kılma ve örgütlü savaşımın devrimci bir zeminde gelişiminin yolu kapatmak için yoğun çaba gösterir. Kuşku yok ki bunların başında zorun açık ifadesi olan işkence gelir. O halde yılların deneyim ve tecrübesi ışığında işkencede düşmanın taktikleri ve metotlarını, buna karşı işkencede direnişçinin yerine getirmesi gereken devrimci görevlerin neler olduğuna dair hem teorik çözümler ve hem de pratik duruş bakımından birçok olumlu örnekler yaşanmıştır.Hem dünya komünist hareketinin, hem TKP-ML Hareketinin ve hem de devrimci hareketin deney ve tecrübeleri ışığında işkencede burjuvazinin kullandığı yöntemler ve buna karşı devrimci ve komünistlerin nasıl davranmaları gerektiği üzerine yaşanmışlıkların imbiğinde süzülüp gelmiş olan yüzlerce işkencede direniş ve ilkesel tutum üzerine örnekler yaşanmıştır.Burjuvazi ve onun ‘işkenceci’ maşaları, emperyalizm çağında bilimin de alet edildiği özel bir ‘uzmanlık’ alanı haline getirdikleri akıl almaz işkence yöntemlere başvurarak muhataplarını fiziken ve ruhsal olarak çökertmeyi hedefler. İşkencecilerin öncelikli amacı, olabildiğince hızlı bir biçimde olabildiğince çok sayıda “rejim düşmanını” ele geçirerek sisteme muhaliförgütlenmeleri çözmek ve çökertmektir. Fakat bu ‘öncelikli amacın’ gerisinde de, burjuvazinin gücü ve iktidarının karşısında durulamayacağı düşüncesini yerleştirme stratejik amacı yatar.Emeğin ve insanlığın kurtuluşu uğruna yürüttükleri kavga nedeniyle o işkence tezgahına düşen komünistler ve devrimcilerin görevi ise, bu irade savaşında diz çökmemektir. Temsil ettikleri proleter sınıfa, onun kolektif değerleri ve tarihsel misyonuna leke düşürmeyen bir duruş sergilemektir. Bir komünistin ya da devrimcinin işkence karşısındaki duruşu, aslında öncesinde şekillenir. Onun bir devrimci ve komünist olarak hayatla, devrim ve sosyalizm davasının görev ve sorumluluklarıyla kurduğu ilişkinin kapsam ve derinliği, en önemlisi de içtenliği, çatışmanın bu anı ve alanında nasıl bir duruş sahibi olacağının ipuçlarını da içinde taşır. Dışarıda, inandıklarının hakkını vererek buna uygun yaşayan birisi, işkenceciler karşısında da o idealleri ölümüne korur. O nedenle işkencede direniş ya da çözülme, gerçekte dışarda başlar, işkence odalarında açığa çıkıp somutlanır.İşkencede direnemeyen bir devrimcilik eksiktir, kusurludur; çözülmenin boyutları, verdiği zararların büyüklüğü ölçüsünde devrimcilik iddiasının dışına düşmüştür. Hiçbir “insani” yaklaşım, “anlayış” ya da “mazeret” teorisi bu gerçeği değiştiremez.Haliyle burjuvazinin işkencelerine direniş sorunu, sınıf mücadelesinin en ön saflarında yer alan başta komünistler olmak üzere, anti-faşist, devrimcilerin ve ulusal kurtuluşçuların sıcak gündeminde sürekli yer alan ve yer alması gereken hayati bir sorundur. Kavganın yakıcı sıcaklığında yer alan militan unsurlar her an karşı karşıya oldukları buduruma kendilerini hazırlamalı ve yüzlerce olguyu içinde barındıran sorgu sürecini başarıyla tamamlamak için gerekli bilinçle donatılmalıdır.Demek ki her komünist ve devrimci İşkencede ifade vermeyerek, direnmek zorundadır. Kendisine komünistim diyen ve proletarya ve emekçi yığınları örgütleyip devrime seferber etmeyi amaç edinen bir örgüt düşmanla mücadele alanlarının başında gelen işkencede direnişte ser verip sır vermeme çizgisine uygun hareket etmekle yükümlüdür.İşkence tezgahlarında örnek komünist tutum söz konusu olduğunda, ilk akla gelen kişidir İbrahim Kaypakkaya’dır. O, düşman karşısında eğilip bükülmez iradesiyle de komünist bir önder olduğunu gösterdi. O, proleter kahramanlık örneğiyle, ülkemizde komünist devrimci direnişin çığırını açtı. İbrahim Kaypakkaya, bugün de, gıpta ettiğimiz eğilmez komünist devrimci iradesiyle özellikle işkence tezgahlarındaki tutumuyla devleşen bir önder tipidir. O, komünist bir önder olarak düşman karşısında görülmemiş bir cesaret ve dayanma azmine sahip olduğunu gösterdi. Stalin’in “dağ kartalı” benzetmesi, İbrahim’i de en iyi anlatan sözcüktür. Bu “Dağ Kartalı”, şu sözleriyle sorgucularını top ateşine tutuyor, bir komünist önder olarak işkence tezgahlarında da devrimci proletaryanın gücünü ve yenilmezliğini ispatlıyordu:” Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle çalışan arkadaşlarımız ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım. Neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım.” ( İbrahim Kaypakkaya’nın Sorgusundan )İK, 12 Mart faşizminin işkenceci cellatlarına karşı yürüttüğü boyun eğmez mücadeleyle, devrimcilere ve komünistlere silinmez bir proleter yiğitlik mirası devretti. Bu gelenek, o günden beri elde güçlü bir silah olarak korunarak, sınıf mücadelesi içinde devam ettirildi, devam ettirilecektir. Ama O’nun, bize emanet ettiği miras bu kadarla sınırlı değildir. O’nun sadece bu yönünü yüceltmek, onu sadece bu çerçeve içinde kabul etmek, Kaypakkaya’nın mirasının niteliğini anlamamaktır.Kaypakkaya’nın işkencedeki proleter kahramanlık örneği tutumu, bir sınıf tavrının ifadesidir ve birbirini tamamlayan militan bir direnişçilikle, Marksist-Leninist çizgiyle bağlıdır. İK’nın işkencedeki soylu tavrı, ancak sınıf mücadelesinin çeşitli yönleri ve aşamalarında ortaya koyduğu diğer tavırlarla bütünlükle bir şekilde ele alındığında gerçek anlamını bulur. Ve O’nu komünist önder olarak asıl yücelten de budur. Şüphesiz sınıf mücadelesinin en zor geçitlerinden olan işkencede, proletaryaya, örgüte, halka devrime ve sosyalizme bağlı kalmak, komünist devrimci bir çizgide direniş bayrağını yükseltmek tüm komünist devrimcilerin görevidir. Ama en başta da komünist önderlerin görevidir. Bir komünist önder, işkencede de örnek olmak zorundadır. Bu önder olmanın gereğidir. Eğer bir komünist önder, komünist militanların ortalama tutumundan daha ileri ve örnek tutum takınmıyorsa, bu önderlik açısından bir zaaftır.Türkiye devrimci ve komünist hareketi önder ve militan kadroları, işkencede İK’nın kızıl direniş çizgisini kendilerine düstur almışlardır. Ve binlerce devrimci ve komünist militanın direnişinde İK yoldaş hep örnek olmuştur. Köksüz ağacın kuruduğu gibi, İK’yı reddederek ağacı köksüz bırakanlar yad Kaypakkaya yoldaşın M-L çizgisini özümsemeyip ona donmuş dogmatikçe bilimsellikten uzak duygusallıkla bakanların başlarına neler geleceğini bilerek hareket etmelidirler. Dün olduğu gibi, bugün de İK işkencede direnişte örnek önder tipi olmaya devam ediyor.KESKİN KAYPAKKAYACI GEÇİNEN PARTİZAN ÖNDERLİĞİ NEDEN İŞKENCEDE SER VERİP SIR VERMEME DİRENİŞİNİ BAYRAKLAŞTIRAMADI ?Her 18 Mayısta Partizan geleneği Kaypakkaya yoldaşın çizgisine ne kadar bağlı oldukları ve ne kadar onun devamcısı olduklarını yineleyip duruyorlar. Bolşevik Partizandan MKP’ye, Özgür Gelecekten Yeni Demokrasiye kadar uzanan Partizan cenahı- Bolşevik partizanı diğer akımlardan farklı tutmak gerekiyor- Kaypakkaya yoldaşın işkencede “ ser verip sır vermeme ” geleneğini ne kadar sahip çıkıp yaşattıklarına dair pek bir değerlendirme yapmayarak, konunun üzerinde atlanıyor yada yumuşak karınları olması nedeniyle bu sorun görmezden geliniyor. Bu cenahta bazı kesimler “işkencede direnmek komünist olmanın tek kıstası olamaz “ diyerek işkencedeki olumsuzluk bir yerde kutlanmaya çalışılarak, her komünist örgüt ve kişinin işkencede direnmekle yükümlü olduğu-olacağı unutturulmaya çalışılıyor.Kaypakkaya yoldaşın işkencede ölümü hiçe sayan direnişi, onun komünist düşüncelerinin toplamının doruğu olarak ele alınmalıdır. Kaypakkaya yoldaşın işkencede direnişini düşmanla tutuşmuş olduğu kıran kırana süren iki sınıfın savaşımı olarak görme yerine başkalarında işkence direndi diyerek komünist direnişin karşısına dikmek, aslında kendi olumsuzluğunu hafifletme amacı taşıdığını söylemek hiçte yanlış olmayacaktır.TKP-ML/Partizan örgütü işkencede tutum söz konusu olduğunda, diğer devrimci akımlardan farklı bir yere koyup değerlendirmek gerekiyor. Çünkü diğer devrimci örgütlerin 12 Mart ve ardından yaşanan süreçte Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketinin işkencedeki tutumu diğer devrimci akımlardan farklıydı. Buradan olarak Kaypakkaya yoldaşın Diyarbakır işkencehanelerin de ölümü hiçe sayarak kaldırdığı kızıl direniş bayrağı, yani “ser ver sır verme” tutumu devrimci ve komünistler için güçlü bir mirastı. 1973’en sonra coğrafyamızda işkenceye düşen her devrimciye yol gösteren Kaypakkaya yoldaşın “ser ver sır verme” tutumu olmuştur. Kaypakkaya yoldaşın işkencede direnerek katledilmesi artık Türkiye ve Kuzey Kürdistan da devrimci ve komünistlerin işkencede nasıl davranmaları gerekli olduğunu, tartışılmaz netlik içinde ortaya koydu. İşkencede ilke ser verip sır vermemektir.Nitekim Kaypakkaya yoldaşın pratiği bu gerçeği sağa-sola çekilerek sulandırılmayacak netlikte ortaya koymuştu. İşkencede direniş çıtası belirlenmişti; düşmanı işkence yaptıkları inlerinde yenmek ve devrim ve sosyalizm ideallerini bayraklaştırmak. Bunun dışında başka bir tutum asla kabul edilemezdi. Zaten TKP-ML Hareketini işkencede diğer akımlar da ayıran ana noktalardan biriside işkencede ser verip sır vermeyerek ölümü yere çalan proleter devrimci tutumdu.İşte İbrahim Kaypakkaya yoldaş 21 Nisan 1973 tarihli işkenceli sorgu tutanağında faşizmin işkencehanelerin de devrimci ve komünistlerin nasıl davranmaları gerektiğini, çok derin ve anlaşılması zor olmayan herkesin anladığı bir pratikle ortaya koyuyordu:“ Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız,,. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Birgün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım,” sözleriyle Türkiye devrimci tarihine “Ser verip sır vermeyen bir komünist önder ” olarak geçiyordu.Komünist önder Kaypakkaya yoldaşın faşist diktatörlükce 3.5 ay süren ağır işkencelerin ardında örgütü ve yoldaşları hakkında konuşmadığı için, vücudunun parça parça kesilerek 18 Mayıs 1973 yılında hunharca katledildiğini biliyoruz. Yine 1973 döneminde TKP-ML Hareketi davasında gözaltına alınan ağır işkencelere maruz kalmasına karşın işkencede direnen yoldaşlar olmuştur.Dahası 1974-1976 yeniden toparlanma sürecinde, Kaypakkaya yoldaşın hayatı ve devrimci mücadelesi özelliklede işkencede düşmana açıktan cephe alan tutumunun propagandası Nihat Behram’ın kaleme almış olduğu, “ İşkencede Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit İbrahim Kaypakkaya “ adlı biyografi romanında genişçe anlatılmış ve tüm devrimci ve emekçilere, faşizmin işkencehanelerin de nasıl “ser verip sır vermeme” direnişinin sergileneceği ortaya konmuştur. Haliyle Nihat Behram’ın kitabı faşizme karşı işkencede direnişin elkitabı olmuş ve hemen tüm devrimci ve komünistler bu kitabı eğitim kitabı olarak kullanmışlardır.Kuşku yok ki o süreçte Kaypakkaya yoldaşı anmak ve komünist fikirlerini kitlelere taşımak amaçlı makalelerde ve yazılarda sıklıkla işkencede direnişinin temelinin ideolojik-politik zemin olduğu ortaya konarak, Kaypakkaya yoldaşın, işkencede ölümü göze alan direnişinin özünün komünizmi özümleme, örgütüne güven ve emekçi halkların kurtuluşuna olan güçlü inançtan kopuk ele alınamayacağıydı.Aynı keza gerek 1976 yılında Hareketimiz saflarında yaşanan dogmatik TKP/ML-Partizan ayrışmasında Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu görüşlerin donmuş ve değişmez olarak görülemeyeceği komünist perspektifine bağlı olarak, TKP-ML Hareketi Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu M-L görüşler üzerindeki hata ve yetmezlikleri temizleyerek derinleştirilmesi çalışması, aynı zamanda Kaypakkaya yoldaşın M-L görüşlerini derinlemesine kavrayıp, özümleme çalışmasıydı.Hareketimiz Kaypakkaya yoldaşın işkencedeki direniş çizgisini kendisine yol gösterici olarak almıştır. Kaypakkaya yoldaşı anmak ve anlamak, Onun çizdiği M-L hattının özünü yakalayıp, onun görüşlerini hata ve zaaflardan arındırarak, dogmatizmi ve sübjektif düşünce tarzını aşarak ilerleyeceğini gerçekliğine bağlı kalarak, olayları ve olguları kendi zemininde koparmadan ele alıp değerlendirmekle bir anlam ifade ettiği, edeceği gerçeğine bağlı kalmaktan geçtiğini ortaya koydu ve buradan yürümeye çalıştı.İşkencede Direniş Teori İle Pratiğin Uyumu, ve Kaypakkaya Yoldaşın Düşüncelerinin Gerçek Savunucusu ve Geliştiricisi TKP-ML Hareketi Olduİbrahim Kaypakkaya yoldaş dogmatikçe sahip çıktığını ortaya koyan ve sıklıkla hareketimize yalan-yanlış değerlendirmelerle, yada temelsiz savlarla saldırıp, karalayan TKP-ML/Partizan cenahı hem ideolojik- teorik-politik ve örgütsel ilkeler temelinde hem de ayan beyan işkencede direniş konusunda da Kaypakkaya yoldaşın “işkencede ilke ser ver sır verme” tutumuna tam tersi, işkencede direnişi bayraklaştırma yerine esasta çözülme pratiği içinde oldu.Belki de Türkiye devrimci hareketi içinde devrimcileri hayal kırıklığına uğratan örgütlerin başında TKP-ML-Partizan örgütü geliyordu. Çok keskin İbocu geçinen ve İbrahim’in tek savunucusu ve temsilcilerinin kendilerini olduğunu sıklıkla iddia eden TKP-ML-Partizan örgütü sözde İbocu ama özde İbonun görüşlerini özümlemekten uzak olduğunu, 12 eylül faşist darbesinin ardında yaşanan zorlu süreçte açığa serdi.TKP-ML-Partizan örgütü işkencede bir devrimci ve komünistin nasıl davranması gerektiğini 1979 Ocak ayında yayınlanan “İKİ LİDER İKİ ÖRNEK / İbrahim Kaypakkaya ve Doğu Perinçek’in Polis ifadeleri LE-YA YAYINEVİ “ tarafından yayınlanan kitapta ortaya koymuştu. Bu kitapta okuyoruz:“ İşkence, hakim sınıfların iktidarlarını sürdürmek için yüzyıllar boyu halka karşı başvurdukları bir yöntemdir. İşkencenin «çağdışı» olması boş bir palavradır. Bazılarının iddia ettiği gibi işkence «çağdışı» değildir. Bugün, bütün adilik ve acizliğiyle; emperyalistlerin ’en yeni teknik gelişmeleriyle bir uzmanlık kolu haline getirdikleri işkence halâ yürürlüktedir. Hakim sınıflar işbaşında kaldıkları sürece onlar adi, insanlık dışı yöntemlere başvurmaktan çekinmeyeceklerdir…İşkencelere karşı böyle bir tavır takınan devrimciler, işkencehaneler de de işkencecilere karşı aynı kararlı tavrı takınırlar. İşkencehaneler de- devrimcileri ayakta tutan güç halka ve proletarya davasına bağlılık, devrime inançtır. İşkencehaneler kararsız unsurların döküldüğü; bir kısmının ise sınıf kinlerinin iyice bilendiği bir sınav yeridir. Tarihte binlerce Marksist-Leninist bu sınavlardan’ başarıyla geçmiş, “Ser ver, Sır verme” Marksist-Leninist ilkesini uygulamışlardır. Hitler’ci faşistlere karşı Dimitrov; Çekoslavakya’lı komünist Julius Fuçik, Arnavutluk’ lu, Çin’li, Vietnamlı… binlerce Marksist-Leninist bu sınavdan başarıyla çıkmış, onların-‘işkence karşısında takındıkları örnek tavır tüm dünya Marksist-Leninist’ lerine direnç ve ilham kaynağı olmuştur. Ülkemizde de devrimciler yıllardan beri faşizmin işkencehanelerin de direniyor, mücadele ediyorlar. Bir kısmı teslim oluyor, bir kısmı katledilerek ölümsüzleşiyor; ser verip sır vermiyorlar.Ülkemizde işkenceler şimdi de bütün hızıyla sürmesine rağmen, işkencehanelerin, Kontr-gerilla ve MİT’çilerin aralıksız çalıştığı 12 Mart dönemi ayrı bir öneme sahiptir.Bir devrimcinin ve özellikle de komünist bir devrimcinin, en önemli devrim sınavlarından birisi de polisteki tutumudur. Çünkü polis, devrimcinin yıkmayı amaçladığı diktatörlüğün yoğunlaşmış somut bir ifadesi olarak karşımızdadır. Üstelik her türlü taktik avantaja da sahiptir. Polisteki sınıf mücadelesinde devrimcinin elindeki tek silah ideolojik sağlamlıktır; yani devrime olan bağlılık ve inançtır. Devrimcinin elinde bundan başka silah yoktur. Fakat bu silah, karşı-devrimin falakasının, elektrik şoklarının, psikolojik işkencelerinin üstesinden gelecek derecede güçlü ve yegane silahtır. Yeter ki kullanılsın. Bu silahın güçlülüğü, Uluslararası proletaryanın emperyalizme ve onun uşaklarına karşı verdiği sınıf mücadelesinde binlerce defa sınanmış ve ispatlanmıştır. Bu silaha sahip olmayan birinin devrimciliği, rahatına düşkün, inançsız kişilerin salon gevezelikleriyle ve mevki hırslarıyla sınırlanmış bir «devrimciliktir. Ve hele bu kişi Marksist-Leninist olduğunu ileri süren bir kişiyse, poliste halktan sıradan sempatizan kişilerin adlarını sayıp dökmeye kadar varan bir çözülme, devrime ihanetten başka bir anlam taşımaz.Ülkemiz de bütün Marksist-Leninistlerin, devrimcilerin, yurtseverlerin poliste ve işkence tezgahlarında örnek olarak benimsediği İbrahim Kaypakkaya’nın polisteki tutumunu yansıtmaktadır. Bu belge başında Fehmi Altınbilek, Yaşar Değerli gibi azılı faşistlerin bulunduğu işkenceci timlere karşı aylarca işkence altında tutularak katledilen emekçi halkımızın Marksist-Leninist önderi İbrahim Kaypakkaya’ya aittir. Bugün onun ser verip sır vermeyişi, halkımızın yaktığı ağıtlar da; bütün devrimcilerin dillerinde ve yüreğindedir. Onun «esasen biz komünistler» diye başlayan işkencecilerin yüzüne haykırılmış olan sözleri bugün bütün devrimcilerin işkencehaneler de, İşkencecilere karşı mücadelede dillerinde dolaşan, bilinçlere kazınmış komünist bir şiar haline gelmiştir. Bugün ülkemizde komünist kararlılığın biricik sembolü olan İbrahim Kaypakkaya bütün Marksist-Leninistlerin ve halkımızın önderi olarak yaşamaktadır.“(İKİ LİDER İKİ ÖRNEK / İbrahim Kaypakkaya ve Doğu Perinçek’in Polis ifadeleri LE-YA YAYINEVİ “Uzun olsada Yukarıda aktarmış olduğumuz alıntılar Partizancılar tarafında yayınlanan kitapta alınmış ve işkencede devrimci tutumun nasıl olması gerektiğini doğru olarak ortaya koymaktadır. Haliyle beklenti İboya bağlılıkta sıklıkla dem vuran ve KK ve TKP-ML Hareketini kolay yoldan “ İbrahim Kaypakkaya yoldaşın düşüncelerini savunmuyorlar, tasfiyeci, inkarcı, hainler vb.” diyerek suçlayıp hedef tahtasına oturtan TKP-ML, 1 ve 2 önderlikleri işkencede Kaypakkaya yoldaşın ölümü göze alarak düşmana meydan okuyan devrimci tutumuna uygun bir pratik sergileyemediklerini görüyoruz.Bizim işkencehaneler de ve zindanlarda tanık olduklarımız bir yana, TKP-ML/Partizan örgütünün 1987 yılına kadar birlikte hareket eden MKP’nin 1-Kongre belgelerinde, TKP-ML-Partizan örgütünün işkencede nasıl bir sınav verdiğine dair aktarımlar, TKP-ML’nin Kaypakkaya yoldaşın işkencede “ser ver sır verme” ilkesine bağlı kalmadığı ve poliste başta MK düzeyinde olmak üzere orta ve alt dezeydeki kadroların önemli bölümünün çözüldüğü ortaya konuyor.TKP-ML-Partizanın önderliğinin polis tavrına dair MKP-1.kongre ve belgeleri şunları aktarıyor:“ MK düzeyinde Süleyman Cihan yoldaş hariç herkesin şu veya bu şekilde çözüldüğünü belirtmiştik. l.Konferansta parti genel sekreterliğine seçilen yoldaş (Sefa kaçmaz) ile bir başka yoldaş ( Hüseyin balkır) çözüldükleri halde MK’ya seçilmişlerdi.Partide ilk olarak merkezi düzeyde çözülme -l.Yenilgi dönemindeki çözülmeleri saymazsak- cuntanın ön günlerin de Dersim’de düşmanın eline geçen 1. MK üyesi bir yoldaş ( İbrahim) ile başlamıştı. Bu yoldaş iki ay poliste direndikten sonra çözüldü. Daha sonra ise 2.konferans hazırlıkları yapıldığı dönemde bir başka MK üyesi Erzincan’da yakalanarak( Ali Yavuz Çengeloğlu ) poliste çözüldü. Her ikisi de örgütsel bilgileri deşifre etti ve örgütün yukarıdan aşağıya doğru örgütlenme şemasını ve bu örgütlenme içerisinde kimlerin yer aldığını ( bir çoğunu isim ve kod adlarıyla) polise bilgi olarak verdiler. TKP-ML-Partizan örgütünün 1.MK’si 7 kişiden oluşuyor. Polisçe yakalanan 5 MK üyesinden yalnızca Süleyman Cihan işkencede direnirken diğer dört kişi çözülüyor. Dışarıda kalan 2.MK üyesi (İsa Güzel ve Sefa Kaçmaz) 1981 yılında yaşanan ayrışmada Bolşevik Partizan saflarında kalıyor.TKP-ML 2.Konferansta 3. Kişi Fahri Üye(FÜ) ler( Aslan ç,Muzaffer ve Süleyman Y) ve yedeklerle üzere toplam 15 kişi MK’ya seçilir. Bunlardan FÜ’ler hapishanede olduklarından dolayı fiili olarak MK’da görev yapamıyor ve alınan kararlarda oy hakları bulunmuyor. Pratik örgütsel çalışma içinde toplam 12 üyeden 7‘si yaklaşık 4 aylık polis operasyonu ve operasyonda ele geçen kadroların çözülmeleri sonucu düşmanın eline geçer . Bunlardan Süleyman Cihan Partini genel sekreteri ( l. MK içerisinde yer almakta idi ) başta olmak üzere 3 SB üyesi polisin eline geçer. Süleyman Cihan konuşmadığı için işkencede katledilir.Burada bir noktaya dikkatleri çekmek istiyoruz: Bazı belgelerde veya bazı yoldaşların kişisel değerlendirmelerinde bu dönemde, 2.MK üyelerinden Süleyman yoldaşla birlikte toplam 4 (dört) yoldaşın “çözülmediği“ noktasında vurgular yapılmaktadır. Bu değerlendirme ve vurgular doğru değildir. Bu yaklaşım tarzı yanıltıcıdır ve geçmişin hatalarına karşı ciddi ve samimi bir yaklaşım olarak değerlendirilemez. Kimi yoldaşların örgütsel bilgi verirken veya bilinen örgütsel bilgileri kabul ederken bu bilgileri sınırlı tuttukları doğrudur. Ancak çözülme sadece deşifre olmayan örgütsel bilgileri polise deşifre etmek veya kişileri yakalatmak olarak anlaşılırsa, bu büyük bir yanılgı ve yanlış saptama olur. Bu bakış açısı komünist bir bakış açışı değildir. “ Polis nasıl olsa biliyor, o halde bunları kabullenmek veya onaylamak çözülme olarak değerlendirilemez” anlayışı komünist direnme perspektifi ve ruhuna denk düşmez. Bunu teorileştirmek ideolojik zayıflığı teorileştirmektir. Bir başkasının verdiği bilgileri kabullenmek ve onaylamak aynı zamanda gerek yakalanmış gerekse yakalanmamış kişiler üzerinde hem işkencenin daha bir ağırlaştırılmasına sebep olacak hem de hukuki durumlarını daha da zora sokacaktır.Şu konuda kafamız açık ve net olmalıdır: İşkencede komünistlerin iradesiyle burjuvazinin iradesi çarpışmaktadır. Komünistlerin işkence tezgahlarında iradesinden başka bir silahı yoktur. Burada görev ölümüne direnişe kilitlenmek, komünist bilinç, irade, kararlılık, fedakarlık ve cesaretle düşmanın iradesini ve zulüm araçlarını yenilgiye uğratmaktır.Güçlendirme sonrası MK düzeyinde ilk yakalanma 1983 Martı’nda oldu. Polis operasyonu sonucu ele geçen 3(üç) MK üyesinden daha yeni hapishaneden çıkmış olan biri hariç diğer ikisi çözülmüştü. Bunlardan biri daha önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi l. MK üyesi, 2. Konferansta Parti genel Sekreter yardımcılığına seçilmiş, Süleyman CİHAN yoldaş düşmanın eline geçtikten sonra ve güçlendirme sonrasından MK 4.toplantısına kadar Parti genel sekreteri olarak görevini sürdürmekte. Yakalandığı zaman ise parti genel sekreter yardımcısı konumundaydı. Bu kişi(Ali Hayar Akgün) ilk iki gün direndi daha sonra çözülmeye başladı, süreç içerisinde ise poliste ihanete kadar işi götürerek yazılı ve görsel basın aracılığı ile Partiye kendisini feshetmesi ve gerillaların gelip düşmana teslim olması çağrısını yaptı. Bu tavrını Savcılıkta ve tutuklanıp hapishaneye konuluncaya dek sürdürdü. Hapishanede bir süre itirafçıların koğuşunda kaldıktan sonra burada ihanetinden vazgeçerek bağımsızlar koğuşuna geçti. Daha sonra ise, yani gerek hapishanede gerekse dışarıda parti çevresinde kalmaya çalışan demokrat bir kişi olarak yaşamını sürdürmektedir. Bu kişi hakkında önce ölüm kararı çıktığını daha sonra ise Partinin bu ölüm kararının kaldırdığını da belirtmek isteriz.Diğer MK üyesi ise, güçlendirmede MK’ya alınan ama daha sonra olumsuz tavır ve davranışlarından dolayı MK tarafından MK üyeliği düşürülen kişidir. Bu kişi yakalandığı zaman MK üyesi değildir. Çözülmesi oldukça detaylıdır. İstanbul’da iki MK üyesi ve bir kısım kadro ve aktivistin yakalanmasında rol oynamıştır.Bu tarihten sonra MK üyesi olma sıfatıyla yakalanıp çözülen iki kişi daha vardır. Biri güçlendirmeden yaklaşık bir yıl sonrasında MK’ya tercihen seçilenlerdendir. Daha önce hapishanede yaklaşık 3 yıl yatmış ve firar etmiştir. Bu yakalanmasında (cunta öncesi) polisteki tavrı komünisttir, konumu ise kadroydu. Aynı süreçte Adana’da yakalanan bir başka MK üyesi de çözülmüştür. Bu yakalanmalardan sonra üç MK üyesi faaliyet içerisinde kaldı. Bu üç kişiden biri 1984 yılında safları terk ederek yurtdışına yerleşti. Böylelikle 2.Konferansta FÜ’lerle birlikte MK’ya seçilen 15 kişiden 12‘si yakalanmış durumdaydı. Güçlendirme sonrası MK’ya seçilen tüm üyeler çözülmüştür ve bu kişilerden hiçbirisi hapishaneden çıktıktan sonra, aktif mücadeleye katılmamıştır.Genel bir değerlendirme yaptığımızda cunta ile 2.Konferansa kadar olan dönem içerisinde direnme oranı 2.Konferans sonrası döneme göre oldukça yüksektir. Orta ve alt kademe kadro ve üyelerin çözülme oranı 2.Konferans ve devam eden yıllarda oldukça fazladır. Abartısız diyebiliriz ki, güçlendirme sonrasından 1987‘ye kadar olan kesitte ne MK düzeyinde ne de diğer alt düzeylerde örgütlü olan kadro ve üyelerden (bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar insan hariç) hemen hemen hepsi çözülmüştür.Partinin bu dönem içerisinde işkencehaneler de komünist bir sınav vermediği çok açık ve net bir şekilde ortadadır. Bu bir sonuçtur. Herkes bu rakamlara bakarak Partimizin cunta sonrası işkence hanelerde komünist bir çizgi tutturamadığını görebilir. Bir partinin Merkez Komitesi (MK sekreteri hariç) tümden çözülüyorsa, o kademedeki kadro ve üyelerin direniş tavrını abartarak o partinin bu dönem boyunca işkencehaneler de komünist tutum geliştirdiğini söylemek, o dönem boyunca gösterilen ideolojik zaafı teorileştirmekten başka bir anlama gelmez. Önderlik ve çizgisi bir direniş sergilemiyorsa sorgulanması gereken bunun nedenleridir.”( MKP’nin 1-Kongre belgelerinden, Sayfa-178-179-182))Her adımda TKP-ML Hareketini “ İbrahim yoldaşın toplum üzerindeki haklı prestijini sömürmek amaçlı sahip çıktığı, aslında Kaypakkaya yoldaşın görüşleriyle bir ilişki ve bağı olmadığı”nı iddia eden TKP-ML-Partizan cenahı, en somutta TKP-ML Hareketini önderliği ve yönetici kadroların ezici çoğunlukla işkencede direnirken, TKP-ML-Partizan’ın keskin İbocu geçinen önderliği ve yönetici kadroların ezici çoğunluğunun işkencede çözülmesi kimin Kaypakkaya yoldaşın takipçisi olup olmadığını tartışmaya mahal vermeyecek şekilde netleştirmiştir. Sözde değil özde İbocu olmak en başta işkencede “ser verip sır vermeme” geleneğini yaşatmak ve bunu ileriye taşımaktan geçtiğini unutmayalım.Yalnız işkencede olumsuz sınav veren kişilere karşı kazanıcı, en azından devrimci demokrat bir çizgide tutmak ve işkencede olumsuz tavır içinde olanları yeniden kazanmak, yeniden kazanılmasa bile düşmana karşı direngen bir hatta tutulmasını sağlamak büyük önem taşır.Neki TKP-ML/Partizan örgütü işkencede olumsuz davrananlara karşı bir yandan ilkeli bir duruş sergilemeyerek liberal davranırken -örneğin Sefa Kaçmaz ve Hüseyin Balkır 1977 yılında yakalandıklarında işkencede çözülmelerine karşın, 1978 yılında yapılan TKP-ML/Partizan örgütünün 1.Konferansına delege olarak seçildikleri gibi aynı zamanda Sefa Kaçmaz MK’ya seçilmiş ve bununla da yetinilmemiş işkencede çözülen ama ondan sonrası bu zaafını aştığına dair somut bir deneyim olmadan TKP-ML Genel Sekreterliğe Sefa Kaçmaz’ın uygun bulunması, TKP-ML-Partizan örgütünün ilkeleri nasıl ayaklar altına aldığını ve uzlaşmacı davrandığını gösteren önemli bir örnektir.77-78’li yıllarda işkencede çözülenlere karşı uzlaşmacı davranan TKP-ML/Partizan örgütü 1980 12 eylülden sonrası özellikle İstanbulda işkencede olumsuz sınav verenler karşısında sol sekter, kazanıcı olmaktan uzak bir pratik içinde olduklarını ve bu “Sol sekter” tutum sonucu bir çok kişinin TKP-ML/ Partizan örgütünden koptuğunu belirtmeliyiz. Başka devrimci akımların işkencede çözülenlere karşı liberal ve uzlaşmacı bir tutum takınırken, Partizan örgütünün İstanbul somutunda tam tersi bir konumda durarak, işkencede çözülenleri kazanmak ve yeniden kalıba dökmek bir yana tecrit ve izole ederek kazanımcı olmaktan ırak bir tutum içinde olmaları, zor süreçlerde bir çok kişinin yalnız başına kalması ve devrimci safların dışına düşmesine neden olmuştur.MK ve bölge düzeyinde ileri kadroların işkencedeki sınavda olumsuz bir konumda yer alanlarına karşı takınılacak tutum ile daha alt kadro, deneyimi ve tecrübe sahibi olmayan kadroların, polisteki sınavda göstermiş olduğu olumsuzluklar karşısında takınılacak tutum bir ve aynı olamaz. Yönetici kadroların poliste takındıkları olumsuz tutuma karşı daha katı tavır cezai mueyyideler uygulanması gerekirken, deney ve tecrübesi eksik olan yeni kadroların işkencedeki olumsuzluklarına karşı takınılan tutum daha hoş görülü kazanıcı olmalıdır.Tüm bu veriler ve yaşanmış olan gerçekler TKP-ML Partizan örgütünün Kaypakkaya yoldaşın M-L bakış açısını özümleme ve bunun gerekleri doğrultusunda hareket etmediğini yani Partizan cenahının özde değil sözde İbocu geçinmeye çalıştığını gösteriyor. İşkencede ser verip sır vermeyerek direnmek komünistler açısından ilkesel bir tutumdur. Örgütün ideolojik-politik ve örgütsel alanda önderlik yapan ve sınıf savaşımına öncülük rolünü üstlenen bir yerde örgütün lokomotifi olan bir savaşçı örgütün önderliği her bakımdan direngen olmakla yükümlüdür.Teori ile pratiğin ve söz ile eylemin uyumsuzluğuna en çarpıcı örnek TKP-ML/Partizan örgütünün işkencedeki direnmeyerek çözülen tutumudur. Bu alanda kendi hata ve zaaflarıyla hesaplaşıp gerçekleri ortaya koymaktan çekinmeyen, MKP ve B.Partizan olmuştur. Onlarda işkencede Kaypakkaya’ca davranılmamasının nedenlerini ideolojik-politik çizginin yanlışlığından arama yerine, ikincil-üçüncül sorunlarda aranması kendi hatları ve zaafları ile hesaplaşmaktan kaçınıldığını ve durumu kurtarma tutumundan vaz geçilmediğini gösteriyor. 12 Eylül faşist darbesi ve ardında yaşananlar kimin sözde kimin özde Kaypakaka’yacı olduğunu söz götürmez de açığa sermiştir. Bu gerçeklik orta yerde durduğu hala bazı TKP/Partizan geleneğinden gelenlerin Kaypakkaya tartışmasında kuyruğu dik tutmaya çalışmaları beyhude bir çabadır. İşkencede Kaypakkaya yoldaşın direniş geleneğini örgüt olarak güçlendirerek ileriye taşıyan TKP-ML Hareketi olurken, çok keskin İbocu olarak geçinmeye çalışan TKP-ML/Partizan cenahı işkencede olumsuz sınav vererek, geleneği sürdürememiştir. İşte işkencede iki farklı tutum birisi TKP-ML Hareketinin Kaypakkaya yoldaşın komünist tutumu iken diğeri ise TKP-ML/Partizanın olumsuz tutumu olmuştur. Gerçekten de kimin Kaypakkaya’nın mirasçısı olduğunu yaşanan pratik yakıcı olarak ortaya koyuyor.Demek ki Kaypakkaya yoldaşı anmak, Onun söylemlerini koşullardan kopararak 49.yıldır tekrarlamakla, dogmatizm ve sübjektivizmden ısrara etmekte değil, hata ve zafarla hesaplaşarak Onun ortaya koymuş olduğu, M-L hattı derinleştirmek ve teori ile pratiğin arasındaki uyumu yakalamaktan geçtiğini unutmayalım. İşkencede katledilmesinin 49.yılında komünist önder Kaypakkaya yoldaşı daha derinden anlayıp, Onun çizgisini ileriye taşımda inat ve ısrarla yürüyeceğimizi bir kez daha yineliyoruz.Komünist Önder Kaypakkaya Yoldaş Ölümsüzdür.!