Garbis Altınoğlu ve Ali Topuz… Benim hayatımda da izdüşümleri olan biri sosyalist harekette, diğeri burjuva politika hayatında önemli sayılabilecek kişilerdi
Genç kuşaklar Garbis Altınoğlu ve Ali Topuz’u muhtemelen hatırlamayacaklardır. Öldüklerini (15 Ekim 2019) gazetelerden öğrendim. Benim hayatımda da izdüşümleri olan biri sosyalist harekette, diğeri burjuva politika hayatında önemli sayılabilecek kişilerdi.
Garbis Altınoğlu, 12 Eylül döneminde çok ağır işkencelere maruz kalıp sağ kalan simge isimlerden biriydi. Şahsen hiç tanışmadım. Fakat işkencehanelerde ve cezaevlerindeki gözüpek tutumu öğrenci olduğumuz 12 Eylül askeri rejiminin karanlık günlerinde direncimizi artırarak kalbimizde yer etmiştir.
Garbis, Ermeni meselesinin sınıf mücadelesinin ürünü olduğunu mükemmel biçimde kavramıştı. Bir röportajında meseleyi şöyle ifade etmişti: “Ermeni düşmanlığı” (…) egemen sınıfın farklı fraksiyonlarını birleştiren bir sınai yapıştırıcı gibidir. Bunun kaynağında Türk burjuvazisinin 20. yüzyılın başlarındaki oluşumunun ve ilkel sermaye birikimini sağlamasının, Ermeni jenosidiyle doğrudan ilişkili olması yatıyor.” (‘Nasıl ölmediğimi ben de merak ediyorum’, Burak Cop’a verdiği mülakat, ntvmsnbc.com, 1 Eylül 2010)
Altınoğlu, 12 Eylül döneminde tesadüfen sağ kaldığına inanıyordu. Aynı röportajda “Pek çok devrimcinin gördüğü işkenceleri, bir parça fazlasıyla ben de gördüm; Ermeni kökenli bir komünist olmam nedeniyle bu konuda da ayrıcalıklıydım” demişti.
Nur içinde yatsın.
Ekmeğini devletten çıkaran siyasetçi
Dile kolay ömrünün büyük kısmında burjuva politikası içinde varlığını, kimliğini kişiliğini değişen her koşulda defalarca maharetle yeniden üretmiş, biriydi Ali Topuz.
87 yıllık ömrünün 1970’ten 2016’ya kadarki kısmında (12 Mart ve 12 Eylül dönemlerindeki el çabuklukları da dahil) yani yaklaşık yarım asır boyunca, şeytanın aklına gelmeyecek kurnaz-lıkları, oyunları, düzenleri, entrikaları hayata geçirmiştir.
Kurnazlıklarını, yüzündeki ilgisiz, meraksız bazen bir ağır ceza reisinin ağır ciddiyeti içinde saklayıp, muhataplarına görgülü burjuva nezaketiyle davranırken, zihninde bir türlü durduramadığı çıkar ağlarını planlamaktan geri duramamıştır.
Şahsen tanışmadan önce, Ali Topuz’un burjuva politikacılarına has şeytanca yöntemlerini, 1980’lerin sonunda birçok öncü işçiden dinlemiştim. İşçiler, 1973 yılında yüzde 63 oyla İstanbul Belediye Başkanı seçilen sosyalist eğilimli Ahmet İsvan’ın önünü kesmek, 1977 seçimlerinde yeniden aday olmasını önlemek için (O vakitler CHP İstanbul da etkili bir isimdi) Ali Topuz’un kural, ahlak, yasa dinlemeden her türlü yola başvurduğunu anlatmışlardı.
Yıllar sonra Ahmet İsvan 1977 seçimlerinde delegelerin büyük çoğunluğunun desteğine rağmen Ali Topuz’un önderliğindeki çirkin girişimlerle, adaylığının nasıl engellendiğini açık biçimde anlatmıştır. (Başkent Gölgesinde İstanbul, İletişim Yayınları, 2002)
Ahmet İsvan neden istenmiyordu? Genç okurlar hatırlamayabilirler. Ama sosyalistlerin desteği veya katılımı ile İstanbul’un yoksul kesimlerine “sosyal hizmet”in (semt evleri, gıda yardımı, sağlık hizmeti, halk ekmek, sağlıklı içme suyu, ucuz toplu taşıma) ilk kez Ahmet İsvan döneminde girdiğini belirtmekle yetinelim.
Topuz, en sonunda hemşerisi (ilginçtir, Topuz da Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan gibi Rize Güneysuludur) sağ eğilimli Aytekin Kotil’i, solun CHP’de en güçlü olduğu dönemde, çok prestijli kitlesel desteğe sahip Ahmet İsvan’a rağmen seçtirtebilmiştir. Bu operasyon Ali Topuz’un devletin adamı olarak en önemli faaliyeti olarak nitelenirse doğru bir tanımlama yapılmış olur.
İçeriksiz politikacı
Şair Cemal Süreya, Ali Topuz’u “son derece içeriksiz bir politikacı” olarak niteler. (Cemal Süreya, 99 Yüz, Kaynak Yayınları, 1991) Yerinde bir niteleme. CHP’deki görevleri, millet-vekilliği, bakanlığı döneminde konuşmaları, verdiği önergeler ve kanun teklifleri incelenirse konularla ilgisinin ne kadar zayıf olduğu, bilgi düzeyinin ne kadar sığ olduğu görülecektir.
2000’lerde CHP Meclis Grubu’nda iktisatçı olarak çalışırken, zorunlu ve çoğu resmi toplantı-larda ve kaçınılmaz biçimde bir arada bulunduğumuz dar sohbetlerde ufkunun ne kadar dar olduğunu fark etmemem mümkün değildi.
Entrikacılığı ile içeriksiz oluşu arasında muhakkak kuvvetli bağlar vardır. Onun temel malzemesi kişiler, olaylar ve istikamet idi. Güçlü hafızası ve şeytani yöntemleri ile durumu kavrayıp gerekli hamleleri zamanında yapmakta ustalaşmıştı. Olayların içeriği, konuların mahiyeti onun için üzerinde uzun boylu durulması gerekmeyen şeyler olarak kalmıştır.
Zorunlu her karşılaşmamızda sakinliği, sessizliği, karşısındakileri mülayim değilse de sinsi ve hain olmayan bakışlarla süzüp “bu adamdan kimseye zarar gelmez” izlenimi yaratmasından, nazik davranışlarından ve tabii biraz da simasının anımsatmasından aklıma Joseph Fouché’yi getirmesine engel olamamışımdır.
Fransız burjuva siyasetine ihtilalin başında Jakoben, sonra Krallık taraftarlığı dahil her türlü kılıklara girmeyi başaran politikacısı Joseph Fouché de masum bir simaya sahipti ve bağırıp çağırmadan konuşması ve aristokrat nezaketiyle, ikiyüzlü, kurnaz, hileci karakterini gizlemekte pek başarılı olmaktaydı.
Yıkıcı mimarlık
Mimardır hatta yüksek mimardır Ali Topuz. 50 yıla yakın aktif rol aldığı CHP’de kötü, kaba, dokuyu tahrip edici bir mimarlığı seçmiştir. Yıkmanın, bozmanın yeninin önünün kesilmesinin, sistemin sorgulanmamasının hamisi olmuştur.
Şair Cemal Süreya şunları da yazmış: “Koşacak, temizleyecek, çelme takacak… Hasımlarını yalnızca kendi partisi içinde [seçecek].”
Elbette gürültü yapmadan bağırıp çağırmadan sessizce, en küçük bir karşı çıkıyor izlenimi yaratmadan, İstanbul’da Büyük Kulüp’te (Cercle D’orient) öğrendiği burjuva kibarlığı ile yapmıştır bunları. Düşenler yıkıma uğrayanlar sonradan öğrenirler çelmelerin Ali Topuz’dan geldiğini. İlk önce inanamazlar, bu sessiz, masum yüzlü nazik davranışlı adamın yaptıklarına.
Fakat duyguların adamı Cemal Süreya’nın eksik bıraktığı nokta, Ali Topuz’un entrikalarının kişisel hırsından çok, sermaye düzenine sıkı sıkıya bağlı olmasıyla ilgisidir. Topuz sermaye düzeninin insanın kişisel hırslarını bilemesine, kuralları çiğneyerek, hayata geçirmesine verdiği imkânı tepe tepe kullanmıştır.
Kitlelerden uzakta
Fouché gibi Topuz da, yüzünü ve planlarını göstermekten pek hoşlanmazdı. Hemen tamamen olayların içine gizlenmişti, parti içinde tarafsızmış gibi bir kisveye bürünmeye azami önem verirdi. Çoğu kez bunu başarmış, adeta hiç göze çarpmadan, kurnazlıklarını başarıyla hayata geçirmeyi bilmiştir.
Topuz sürekli kurnazlık, tuzak, çelmelerle dolu ince zekasıyla CHP içinde neden birinci ikinci, üçüncü adamlık için ihtirasa kapılmamıştır sorusunun cevabının kısmen, kişiliğiyle (J.Fouché gibi kitlelerin önüne çıkmaktan hoşlanmamasıyla) ilgili olduğuna eminim.
Ama asıl neden, onun sermaye düzenine sıkı sıkıya bağlı olmasıydı. Rolünü, haddini, bu dü-zenin hiyerarşisindeki konumunu kıvrak zekasıyla hemen kavramıştı, Topuz. CHP İstanbul İl Başkanlığına da kısa sürede bu sayede gelebilmişti. Geldiği için de bu bağlar yeniden şekillenip daha da güçlendi.
Sermaye düzeni içindeki rolünü belirleyen şey doğrudan kapitalist patronlarla (sıkı fıkı dostluklarına Meclis’te birinci elden tanığım) samimi ilişkisi veya maddi bağları değildi. Sermaye düzeninin çatısını oluşturan devlet düzeni içindeki konumuydu. Kısacası “devletin adamı”ydı Topuz. Devletin adamı olarak sermayenin temsilciydi.
50 yıla yakın CHP’li görüntüsü altındaki hizmet süresinde bu tür adamlık çizgisinden şaşmamıştır. Belki “devlet adamı” olamaması da bu yüzdendir. 1970’lerde ortanın soluna kıvrılıp Ecevit’in yanında yer alırken CHP’nin çok güçlü devlet adamlarına, Kemal Satırlara, Turhan Feyzioğullarına Ferit Melenlere vb. meydan okur görünmesi de bu yüzden olmuştur. 2000’lerin ortasında Mustafa Sarıgül için Baykal’a meydan okumasının nedeni de budur.
Sermayenin adamı olabilmesi, devletin adamı olmasına bağlıydı; devlet ne kadar sermayenin devletiyse Ali Topuz da o kadar sermayenin adamı olmuştur. Devlet şu sınıflar savaşında işçi haklarını, insan haklarını toplumsal adaleti mecburen ne kadar gözetmek zorunda kalıyorsa Ali Topuz da işte o kadar gözetmiştir, ne bir milim fazla ne de az. Araya devlet gibi büyük bir aracıyı koymak da az buz bir iş değildir hani. O halde nemasını doğrudan sermayeden değil bir komisyoncu gibi devletten almakta haklıdır Topuz.
Bu noktada Kemalistlerin de gerisindedir, yani devlete tarafsızlık rolü atfetmez. Devlet ona göre pekâlâ taraflıdır ve tuttuğu tarafın da “bu ülkenin gerçek sahipleri” olduğunu çok iyi bilir.
Devletin adamlığı rolü, ne kadar saklarsa saklasın, kitlelerle karşı karşıya geldiğinde, çoğu kez (Köy İşleri Bakanlığı yaptığı 1978’de kendini eleştiren köylülerin yollarını yapmamakla tehdit etmesi gibi) kaçınılmaz biçimde kendini göstermiştir.
Kabul edilmeli ki Ali Topuz devletin adamı olarak başarılı bir burjuva siyasetçisi olmuştur. İktidarlar değişmiş, genel başkanlar seçimi kaybedip gitmiş, yeni iktidarlar yeni meclisler yeni partiler kurulmuş milletvekillerinin çoğu aday gösterilmemiş… Olsun varsın. Devletin adamı Ali Topuz yine sahnededir, yine gözetleyicidir, yine düzenleyicidir, hileler yine gündemdedir, yine etkili görevleri, devletin çıkarlarını korumayı üstlenmiştir.
Devletin ve sermayenin, CHP içindeki en güvenilir ismi olma gibi bir rütbesi daha vardır onun. Elbette konumunu biraz da bu güvene borçludur.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Yunus Emre’nin “Anadolu çocuğu olarak Topuz, Cumhuriyetin liyakat sistemi sayesinde basamakları teker teker tırmandı” (Cumhuriyet 16 Ekim 2019) şeklindeki değerlendirmesi eğer bilinçli bir yanıltma ifadesi değilse, bir siyaset doçentinin sığ bir yaklaşımından ibarettir. Topuz bütün kariyerini devletin has adamı olmasına borçludur ve Yunus Emre de böyle bir kariyer planlıyorsa, aynı yoldan geçmesi gerektiğini er geç öğrenecektir.
Kurumlar, sendikalar, partiler şu sefil fakat güçlü sermaye sistemine binlerce kez ve pek çoğu görülmez bağla bağlanmışlardır. Ve karşıdan sistem kendi halatlarını da atar yine kurumların, partilerin, sendikaların, derneklerin, gazetelerin, dergilerin üzerine; çoğu kez sıradan, basit hatta bayağı şahıslar, zeki, kurnaz, istikbal arayanlar vb. bu kalın, direnci yüksek halatlara şevkle tutunurlar, bağlanırlar, tırmanmaya başlarlar.
Ve sistem işleyişini değiştirmeden, yeniden şekillenir, kendisini yeniden üretir; daha kuvvetli bağlar, daha zayıf ilişkiler, konjonktürün getirdiği güçlü bağlar vs. Bağlar ilmek ilmek örülüp durur… Bu bağlar pek çok kez şahıslardan ibarettir; sıradan, basit hatta bayağı kişilerden.
Yazık oldu sermayeye ve devlete! Yetişmesi pek güç, zeki, kurnaz, entrikacı, duygularını dışa vurmayan ve ortalama burjuva nezaketini hiç yitirmeyen bir adamını yitirdi.
Erhan Bilgin
Sendika.org