Gezi, devrimci emekçi yeniden dirilişidir. Pir Sultan’ların, Nâzım’ların, Denizlerin, Mahirlerin, İboların ölü toprağını atarak sokaklara çıktıkları yeniden dirilişi, devrimci ve emekçi halk hareketini dalga dalga hissettirişidir.
“Artık devrim,emekçi isyanı ruhu bitti”, “artık devrim ayaklanmalar dönemi bitti, uzlaşma diyalog dönemi başladı ” denildiği anda o ruhu da yeniden dirilten bir direnç mevzisi olmuştur.
O ruh bazen mizahla dirilir ve şahlanır, bazen acıyla, bazen dirençle, bazen aşkla, bazen kavgayla…
Direniş ruhunu Ruhu diriltense bu anlamıyla, birkaç adım öne çıkan kadındır ve anadır. ‘Fikir, ruh ve direnç alışverişinde birkaç adım önde bir aracı olduğu için kadın’ onun ruhunun olduğu her eylem bir adım önde, bir adım ileridedir ve akılda kalır. Tarih yazmak içinse olmazsa olmazdır.
Gezi Parkı direnişi o nedenle bu kadar akılda kalıcıdır ve süreklilik arzeder.
Direnişin en çetrefillendiği, gerginliğin an be an arttığı o günleri hatırlayalım. Parkın boşaltılması için talimat üzerine talimat gönderen, tedirginlikleri tüm söylemlerine yansıyan develtin temsilcileri valiyi, emniyeti ve Başbakanı…
Bu işin tadı kaçmıştır onlara göre ve o hiç beğenmedikleri twitter’dan ve televizyon ekranlarından annelere seslenirler son çare: “Çocuklarınıza sahip çıkın, evlerinize götürün ve parkı boşaltın!”
Bir annenin duyup duyacağı en gülünç ve dramatik çağrıdır aslında devletlerin “parkı boşaltın”
çağrısı. Yürümeye başladığı ilk andan beri onun en yakın dostu, en huzurlu, en güvenilir yeri olan “park”ı boşaltması istenmektedir.
Elbette kadınlar analar faşizmin zulmüne sessiz kalmamıştır bu çağrıya ve çocuklarına sahip çıkar; Gezi parkının etrafında zincir oluşturarak!
Polisi parka sokmayan, evlatlarını çepeçevre sararak bir anlamda polisten koruyan, etten, kemikten ve ruhtan bir siper kurmuş, kalkan olmuştur. Park o anda kale olmuş, Faşizmin zulmüne direnen analar ise bir anda kızını-oğlunun ve eşinin yetemediği anda öne çıkmışlardır.
“Anaların direnişi faşizmi yenecek, her yer direniş” ise bu kadınların sloganıdır ve direnişi yaratan da ellerinde direniş bayrağıyla ona ruh katan bir anlamda kendisidir.
Parkın arkasında kim vardır sorusunun en önemli cevabını da yine en başta analar vermiştir. Ne faiz lobisi ne de dış mihraklar… İlk günden itibaren gönderdiği kurabiye, poğaça ve zeytinyağlı yaprak sarmasıyla direnişin ardından analar vardır… Öyle ya bu bir sınıf savaştır, direnişçilere sürekli yiyecek taşımıştır günlerce analar. Kendi gidemiyorsa Gezi’ye giden ilk gördüğünün eline tutuşturduğu bir çantayla, evinde bulduğu bir battaniyeyle katılmıştır o sınıf savaşımına. Çağrıldığı ilk anda da işte öyle sahip çıkmıştır evlanın direnişine.
“ananı da al git” diyen Erdoğan’a karşı , Anasını alıp, anasını alıp direnişe gelen yeni bir nesil doğmuştur Gezide
TOMA’ya terlik fırlatan anne, TOMA’nın önünde dikilen kırmızılı kadın, siyahlı kadın,elinde sapnala dövüşen ana TOMA’nın önüne 7 aylık bebeğiyle dikilen “anna,
Sevgiyi olduğu kadar acıyı ve zorluğu da paylaşır paylaştı analar. Gezi şehidi Ali İsmail Korkmaz’ın Hatay’daki cenazesine diğer gezi şehitleri Ethem Sarısülük ve Abdullah Cömert’in anneleri de katılır, bir kadının yaralarını, aynı acıyla diğer analar omuz omuza birlikte sarmaya çalışır.
Dahası Gezi deyince akla hala polisin biber gazına karşı vakur duruşuyla “Kırmızılı kadın”, TOMA’nın karşısına geçip kollarını açan “Siyahlı kadın”, “Sapanlı teyze” olarak anılan Emine Cansever, “Çocuklarınızı parktan alın” diyenlere cevaplarını parka gelip el ele tutuşarak veren yüzlerce anne, “Küfürle değil inatla diren” diyerek direnişin sözünü değiştiren feministler, mahallelerden yürüyüşe geçenlerin en önündeki kadınlar geliyor. Direniş halkasını merkezden çevreye genişleten kadınlar mahalle forumlarının ilk sözünü söyleyenleri, kurulan halk meclislerinin en çalışkan üyeleri olmuşlardı.
Gezi’nin coğrafyasını küçük bir parktan
tüm memleket sathına yayan temel dayanak ve öncü olmalarının arkasında bu
vardı. 81 ilin 79’unda 5 bin 532 eylemle sokağa taşan 3 milyon 600 binin
üzerinde yurttaşın yüzde 51’ini kadınların oluşturmasını bir tesadüf olmaktan
çıkaran da buydu.
Haziran Direnişi’nin kadınlar için salt bir
“yaşam tarzı savunusu” olmadığı, -yüzde 50’nin ister şurasında ister burasında
olsun- tüm kadınlar için “Yaşamın bizatihi kendisini savunmak” olduğu bugün
daha açık görülüyor. Kentsel yağmanın yarattığı sorunlarsa en beteri, korkunç
çalışma koşulları ise en ağırı, “Ben ne dersem o” diktatörlüğünün salladığı
parmaktan nasiplenmekse en bereketlisi kadınların payına düşüyor. İktidarın
neoliberal muhafazakar toplum tahayyülünün harcı en çok kadınların kanıyla
karılmaya çalışılıyor. Giderek artan şiddet, baskı, korku iklimi ise, en çok
kadınların yaşamsal haklarına saldırıyı beraberinde getiriyor. İktidarın
kadınları “gözettiğini, öncelediğini” söyleyerek attığı her adım, kadınların
onlarca yıllık mücadeleyle elde ettiği yaşamsal hakların en geriye çekilmesiyle
sonuçlanıyor. Kaybedilen haklar sadece bir “yaşam tarzı”nın kadınlarının değil,
tüm kadınların hakları.
Peki, “Ne güzel direndik, ne de güzeldik” nostaljisi mi kaldı Gezi’den
geriye? Hayır; Gezi sürecinden kadınlar, çok somut kazanımlar da elde
ettiler.
Direnişin öncesinde çeşitli mahallelerde,
kentlerde yaşam hakları için buluşan kadınlar, Gezi Direnişi’ndeki çokluk
ve yapabilirlik hissinden güç alarak, kimi yerde “kadın dayanışması” adıyla, kimi
yerde kadın forumu olarak, kimi yerdeyse dernekler kurarak kalıcı birlikler
oluşturdular. Gezi’de mayalanan kadın direnişi, kadın hareketinin çeşitli
kesimlerinin “birliktelik” hukukuna da çok şey kattı. Sokağa çıkmanın,
muhalefet etmenin giderek zorlaştığı, kimsenin sokakta sözünü söyleyemediği
günlerde kadınların sözlerini sokakta söyleme ısrarı, bu sözü söylerken geniş
kadın kesimlerinin somut taleplerini ortaya koyabilme çabası bunun bir
göstergesi. Bugün ülkenin bir köşesinde, şu ya da bu nedenle bir araya gelme
çabası içinde olan kadınların “Acaba yapabilir miyiz, altından kalkabilir
miyiz” tedirginliğiyle karşı karşıya kaldıklarında “Gezi’de yaptık, yine
yaparız” atılganlığı cesareti ayağa kalkmayı buralardan alıyor.
Bu kendine güven, tohumlar için birikiyor. O
tohumların da çiçeklenme zamanı gelecek. Kim bilir, belki yeni bir haziranda
hasada duracak…