Devrimci saflarda dar pratik anlayışa kimi zaman teorik seviyenin düşüklüğünde kimi zaman da politik perspektifin ortadan kalkmasında başvurulmaktadır. İlk önce, “dar yada kör pratikçilik”ten neyi kastettiğimizi belirleyelim: Dar yada kör pratikçilik, devrimciliği yalnızca faşistlerle dövüşmek olarak görmektir. En iyi kavga edeni, en fazla faşist döveni en keskin ve en tutarlı devrimci saymaktır. Siyasi görevlerin bir bütünlük arz ettiğini unutmak ve militan mücadelenin siyasi mücadelenin emrinde olacağını kavrayamamaktır. Nasıl ki proletaryanın öz örgütü bir savaş örgütü olarak anlam kazanacaksa, gençlik örgütleri de birer militan örgütleri oldukları sürece gençlik yığınlarını yönlendirebilirler. Fakat bunun gerçekleşmesi için de kesinlikle dar pratikçiliğe başvurulmamalıdır. Çünkü meseleye yalnızca bu açıdan bakanlar, bir faşist saldırının başarıya ulaşmasında hemen umutsuzluğa kapılırlar ve “her şeyin kötü gittiği” zihniyetine saplanırlar. Veya herhangi bir pratikte faşistler karşısında kazanılan bir başarı, böylelerini her şeyin kolaylıkla halledilebileceği zihniyetini yansıtan içi boş bir coşkuya itebilir. Burada karşımıza oportünizmin genel karakteri olan ” eylemsizlik çıkmaktadır. Kelimenin dar anlamıyla eylemsizlik, pratikte çok konuşup az iş yapmak anlamına gelir. Haliyle soruna politik bir perspektiften bakmayanlar, pratik içindeki herhangi bir yenilgiden sonra hemen eylemsizliğin etkisi altına düşmektedirler. Böyle yoldaşlar, dostlar karamsarlığın yol açtığı bu durumu yok etmek için herşeyden önce onların politik kararlılığa sahip olmaları doğrultusunda çaba harcanmalıdır. Eylemsizlik, daha değişik ve daha kamufle biçimlerde de kendisini gösterebilir: Bunların başında, “küçük” işleri küçümseyerek bunları görev olarak kabul etmeme gelir. Kendilerini yalnızca “büyük” işlere layık görenler, “küçük” işleri yerine getirerek becerilerini kanıtlamadıkları sürece hiç kimse de onları görevlendirmeye layık görmez ve böylece de eylemsizlik rehavetinde yaşayıp giderler. Bu “küçük” iş kabul etmeme anlayışı, kendilerini pratikte ispat eden ve becerilerine uygun daha karmaşık görevleri yerine getiren arkadaşlarda bile ortaya çıkmaktadır; elbette, herkesin yeteneğine göre istihdam edilmesi genel bir kuraldır. Ama çok yetenekli yoldaşların da gerektiği zaman “küçük” işleri yerine getirme zorunluluğu yine bir kural sayılmalıdır. Bir başka eylemsizlikte de, kendisine verilen görevi başkasına devretmektir. Hem görev kabul edip hem de bu görevi yerine getirmemek, en azından dürüstlükle bağdaşmaz. Başkasına iş devretme anlayışı ister tembellikten kaynaklansın isterse de başka “önemli” nedenler gösterilsin, sorumsuzluğun bir ifadesidir. Başka “önemli” işleri bahane edenler, görevlerini sıraya koymasını bilmeyenlerdir. Bu eğilim kimi zaman da, kendisine verilen bütün görevleri, altından kalkıp kalkamayacağını düşünmeden kabul eden iyiniyetli arkadaşlarda da görülmektedir. Elbette, aynı anda bir sürü iş gerçekleşemeyeceği için, bu kez hiçbirisi yapılamamaktadır. Bu sorunun çözümü, bir işi bitirmeden başka bir iş kabul etmemek ve görevleri somut koşullara göre sıraya koymasını becerebilmektir. Eğer, söz konusu arkadaşın daha “önemli” bir işi yerine getirmesi gerekiyorsa, bu arkadaş eski işini kendisi iptal etmemeli, yetkili bir arkadaşın denetiminde o işin yapılmasını sağlama bağlamalıdır… Şu ya da bu şekilde kendisini gösteren politik kararsızlığın yol açtığı eylemsizlik üzerinde özel olarak durmak gerekir: Herşeyden önce, siyasi kararsızlığa sahip bir kimse ne kadar “aktif” olursa olsun, ulaşacağı nokta kuşkusuz eylemsizliğin batağıdır. Çünkü siyasi pratik, el titremelerini, hedefsizliği ve yapılması gerekeni bilmemeyi affetmez. İşte bu yüzden olaylara faydacı açıdan yaklaşan arkadaşlar, “mücadelede nereye kadar gidebilirsem oraya kadar beraber” diyen arkadaşlar, siyasi bir çerçevenin asgari ilkelerini kavrayamadıkları sürece; zikzaklar çizerler, aşırı karamsarlığa kapılırlar, içinde bulundukları çözümsüzlüğün “çözümü”nü hareketsizlikte ararlar. Ya da böylesi yoldaşlar adaşlar için meselenin çözümü şöyledir: “Kafamın bastığı işleri yaparım, kafamın basmadığı işleri yapmam!” Bu yoldaşlar, bir siyasi pratik içinde zaten “kafasının bastığı” için yer aldığını unutan arkadaşlardır. Yani ilkesizliğin, kurallara ve yaptırımlara uyma zorunluluğunun mevcut olmadığı bir pratikte devrimci görevler zaten yerine getirilemez. Öyleyse, bunun dışında herkesin aklına esenleri yapması demek, herkesin keyfine göre davranması, örgütlü mücadelenin mevcut olmaması demektir. Ki bu da pratikte örgütsüzlüğü savunmak anlamında anarşizm ve gerçek anlamda eylemsizliği savunan liberalizmdir. Bu anlayış kendisini: Sorumluluk kabul etmeme, inisiyatif kullanmama ve verimli olmama şeklinde de göstermektedir. Herşeyden önce, genel olarak sorumluluğun kolektif olduğu ve özel olarak bir kolektivite içinde bulunmanın da bir sorumluluk gerektirdiği bilinmelidir. Bunun bilinmemesi demek, sorumluluk yüklenmeye yanaşmamak demektir. Ve kişisel sorumluluklar ne kadar tutarlı ele alınırsa, kolektif sorumluluğun o ölçüde geçerli olacağı apaçıktır. Bu yüzden, sorumluluk duygusu taşımayan arkadaşlar, kendi rahatına önem veren liberal arkadaşlardır. İkinci olarak, sorumluluk anlayışının inisiyatif kullanmayı zorunlu kıldığı da bilinmelidir. Demokratik merkeziyetçilik; çalışmaların merkezi kılınmasında ve aynı zamanda herkesin, her çalışma grubunun pratik içinde yaratıcı olmasında, inisiyatif kullanmasında anlam kazanır, inisiyatif kullanmayan arkadaşlar da, devrimci çalışmayı kavramayan, hep başkasından emir bekleyen, yaratıcı olmayan tembel yoldaşlardır. Üçüncü olarak, sorumluluk yüklenmek ve inisiyatif kullanmamak, çalışma alanında verimli olmamak demektir. “Dostlar alışverişte görsün” yaklaşımıyla sürdürülen bir çalışmanın verimli olacağını sanmak anlamsızdır. Bunun çözümü olarak, devrimci atılımı, Stalin’in deyişiyle: “Eylemsizliğe, yerleşmiş verimsiz alışkanlıklara, tutuculuğa, zihin durgunluğuna, eski geleneklere kölece bağlılığa karşı bir panzehir” olarak görmelidir. Aynı zamanda bu atılımın yozlaşmaması için bunu “yeterlilik” ile birleştirmek gerekir. Bu yeterlilik kişinin kendisini işgüzarlıktan ve tembellikten kurtarmasıyla kazanılır.Evet, Lenin’in dediği gibi: “Daha az tumturaklı sözler ve daha çok günlük iş” işte bu sayede genel olarak, liberalizm ve özel olarak eylemsizlik yenilebilir. Bir işi yarım bırakmak o işi hiç yapmamaktan, o görevi hiç kabul etmemekten daha tehlikeli ve zararlıdır. Çünkü yarım bırakılarak gerçekleşmemeye mahkum edilen bir görev onu yerine getirecek olana verme olanağını da ortadan kaldırır, zaman kaybına neden olur, objektif olarak devrimci çalışmayı sabote eder.