Açlık grevinde 40. gün: Mahpuslar ne istiyor?

Cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin başlattığı açlık grevi yayılıyor. Açlık grevinde 39 günü geride bırakan tutuklu ve hükümlüler var.

İzmir Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi’nde 4 mahpus 19 gün, Edirne F Tipi Cezaevi’nde 15 kişi, 29 gün, Şakran Cezaevi’nde 18 kişi, 39 gün, Van T Tipi Kapalı Cezaevi’nde 10 kişi, 18 gün, Sincan Cezaevi’nde bulunan 7 kadın ise 30 gündür süresiz dönüşümsüz açlık grevinde.

Açlık grevi başlatan tutuklu ve hükümlülerle daha önce görüşen avukat Şule Recepoğlu eylenin yayıldığını söyleyerek, açlık grevlerinin nedenlerini anlattı. Recepoğlu, “Son süreçte zindanda olanların sorunları için dışarıda kamuoyu oluşturacak çok fazla bir alan kalmadı. Cezaevlerinde olanlarla görüşme yapmak, onlarla irtibat kurmak, onlara yönelik uygulamalara ilişkin yasal mücadele etmek gibi birçok şey illegal bir boyuta çekildi” dedi.

‘DOKTORLAR SAVCI GİBİ DAVRANIYOR’

Mahpusların bir çok nedenle açlık grevi başlattıklarını anlatan Recepoğlu, tutuklu ve hükümlülerin hastanelere giderken bile baskılara maruz kaldıklarını söyledi. Hastaneye götürülen mahpuslara, doktorlar tarafından, “Pişman mısın, neden bunları yaptın?”gibi sorular sorulduğunu belirten Recepoğlu, “Dışarıda nasıl bir baskı varsa içeriye de bunun en fazlası yansıtılıyor” dedi. Recepoğlu şunları anlattı:

“Son süreçte zindanda olanların sorunlarını dışarıda kamuoyu oluşturacak çok fazla bir alan kalmadı. Cezaevlerinde olanlarla görüşme yapmak, onlarla irtibat kurmak, onlara yönelik uygulamalara ilişkin yasal mücadele etmek gibi birçok şey illegal bir boyuta çekildi. Bütün bunlar yeni olan şeyler değil. 5 Nisan 2015 tarihinden sonra nasıl ki dışarıda artan bir baskı varsa cezaevlerinde yaşatılan durum da aynı. Bu baskıların aynısını cezaevlerinde uyguluyorlar. Ama cezaevlerinde olanlar bu durumdan daha fazla etkileniyor. Sonuçta dört duvar arasında yaşıyorlar, bu baskıların birebir hedefi haline getiriliyorlar.

Örneğin, tutuklu ve hükümlüler bin bir güçle tedaviye götürülüyor. Tedaviye götürülenlerin birçoğu da yaşanılan sürecin etkisinde olan, Hipokrat yemine sadık kalmayan doktorlar tarafından muayene edilmiyor. Ameliyat eşiğine gelen birçok hasta hastanelere güvenmediği için tedavi olmak istemiyor. Çünkü muayene eden doktor, bir savcı gibi davranıyor. Mahpusa, ‘Pişman mısın, pişman değil misin, neden bunları yaptın?’ gibi karşı tarafı suçlayan bir tarzda karşı tarafı aşağılayan, hakaret eden bir pozisyonda bulunuyorlar. Tabi bunu tüm hastaneler ve doktorlar için de söylemiyorum.”

‘SUÇ VE CEZA İLKESİNE AYKIRI’

Ayrıca, “Devletin cezaevi idarelerine verdiği yetkiyi kötü kullanan cezaevleri arttı” diyen Recepoğlu, cezaevlerinde keyfi soruşturmalar açıldığının altını çizerek şöyle devam ediyor:

“Cezaevleri her olaya 15, 20 soruşturma açabiliyor. Bu soruşturmaların nedeni de cezaevlerinde bulunanların infazları yansın isteniyor. Örneğin, açlık grevlerinin cezası hücre cezası değilse bile hücre cezası veriliyor. Ya da cezaevinde slogan atmanın cezası hücre değilse yine hücre cezası veriliyor. Yani suç ve ceza ilkesine aykırı bir şekilde uygulamalar gerçekleştiriliyor.”

‘HER ZAMAN SORUN VARDI AMA…’

Tutuklu ve hükümlülerin, ailelerinden yüzlerce kilometre uzağa sevk edilmesinin açlık grevlerinin başka bir nedeni olduğunu ifade eden Recepoğlu son olarak şunları anlattı:

“Örneğin, Batman’da olan biri Edirne’ye gönderilebiliyor. Ya da Siirt’e tutuklanan biri Tekirdağ’a getirilebiliyor. Bu da aslında tecritteki amacı gösteriyor. Mahpusların, sosyal ve aile ilişkilerinden, haberleşme haklarına kadar tüm haklarından yoksun bırakılabiliyorlar. Bu tecritler dışında ayrıca baskılar ve uygulamalar sürüyor. Senelerdir hasta tutsakların serbest bırakılması noktasında bir talep ve çalışma var. Buna ilişkin defalarca tüm platformlarda bu sorun dile getirildi. Ama bütün bunlara rağmen değil serbest bırakılmak, cezaevlerindekiler sağlık haklarından bile yararlanamaz hale geldiler. Bütün bu ihlaller kat ve kat artmaya devam etti. Eskiden yaşanılan sorunlar neyse şimdi daha fazla sorun yaşanılıyor. Cezaevlerinde her zaman sorun vardı. Ama son iki yıldır politik sebeplerle görevini kötüye kullanan idare ve yönetim tarafından işkence boyutuna ulaşan uygulamalar söz konusu oldu. Bütün bu gerekçeler cezaevlerinde bulunan tutsakların açlık grevine girmelerinde etkili oldu.”

Geleceği Kurmak İçin Yapıcılar Görev Başına..!

Yapıcılar türkü söylüyor,

yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama

Bu iş biraz daha zor.

Nazım Hikmet’in 1955 Moskova’sında yazdığı Yapıyla Yapıcılar şiiri bu mısralarla başlıyor. Günümüzde yapılar inşa etmek gerçekten de oldukça zor mudur? Bir köprüyü, metroyu yada binayı i inşa etmek zor mudur? Uzayın derinliklerine yol alan insan, doğanın bağrından söküp aldığı enerjiyle yani emekle haftalar içinde neler inşa etmiyor ki? Demek ki bahsi geçen “yapı ve yapıcılar” bunların ötesinde bir anlama sahip. Aslında yapı bazen bir grevi, bazen bir direnişi,bazen bir gösteriyi bazen bir bildir dağıtıp afiş asmayı kısacası eylemi örgütlemektir. Yapı inşa etmek bazen bir örgütü inşa etmek, hatta hepsinin üstünde yer alan sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı inşa etmek için kavgaya tutuşmaktır..

Yapıcıların yüreği

Bayram yeri gibi cıvıl cıvıl,

ama yapı yeri bayram yeri değil.

Yapı yeri toz toprak,

Çamur, kar.

Yapı yerinde ayağın burkulur,

ellerin kanar,

Yapı yerinde ne çay her zaman şekerli,

her zaman sıcak,

Ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak,

ne herkes kahraman,

ne dostlar vefalı her zaman.

Biliyoruz ki toplum uzlaşmaz sınırlara bölündüğünden günümüze ezilenlerin, sömürülenlerin, kölelerin, serflerin,emekçilerin ve işçilerin kurtuluş mücadelesi hiçbir zaman kolay bir mücadele olmadı. Kimileri buna imkansız, hayal veya ütopya dese de nice yürekli insan da bu mücadeleye feda içinde zorlukların altına omuz vermekten geri durmayarak katkı sundu, Deniz Gezmiş,Mahir Çayan, ibrahim Kaypakkaya, Mazlum doğan vb., yaşamını çekinmeden adadı. Bu büyük mücadele sanata, edebiyata, şiirlere konu oldu. Nice ayaklanma gerçekleştirildi -Paris komünü, 15-16 haziran vb. gibi-, nice bedeller ödendi. Sınıf mücadelesinin bu gel-gitleri içinde, bu kan revan günlerinde, bu toz toprak ortamında, bu karanlık ve korku dolu OHAL günlerinde, “Türkü söyler gibi yapılmıyor yapı/ bu iş biraz daha zor”.

Türkü söyler gibi yapılmıyor yapı.

Bu iş biraz daha zor

Zor mor ama

yapı yükseliyor, yükseliyor.

Saksılar konuldu pencerelere

alt katlarında.

İlk balkonlara güneşi taşıyor kuşlar

kanatlarında.

Bir yürek çarpıntısı var

Her putrelinde, her tuğlasında, her kerpicinde.

Yükseliyor

yükseliyor

yükseliyor yapı kan ter içinde.

Bir işi başaranlar yani “yapıcılar” binayı temelden yukarı taşıyanlar bilirler… Bir grevi örgütleyenler, bir mitingi-yasadığı gösteriyi, düşmanı cezalandırma eylemi organize edenler, bir devrimci örgütü inşa edenler çok iyi bilirler… Önce ortada hiçbir şey yoktur. Adeta her şey yoktan var edilir. Sadece birkaç kişinin ruhunda ve aklında, gecesinde ve gündüzünde haklı bir davaya duyulan inanç, coşku, bağlılık ve geleceği kazanma duygusu vardır. İşte günlerce bir binanın temelini döşer gibi yapılan sessiz sedasız çalışma gün gelir meyvelerini vermeye başlar. Artık bir işin ucundan tutanların sayısı artar, görev alan yol arkadaşları çoğalır. Yoldaşlar bütün hünerini gösterir. Aynı yola baş koyanların sayısı artar. Yapıcılar artık tarihsel görevini yerine getirmek için eyleme geçmeye hazırdırlar. Yapı, kölelerin isyanında, Paris Komünü’nde, Ekim Devriminde olduğu gibi umudumuz, ışığımız ve can evimizdir. Yapı yeryüzü cenneti inşa etmektir. Milyarlarca insanın açlık, yoksulluk, işsizlik ve savaş cehenneminden kurtuluşudur. Yapı insanın insana kulluğuna son vermektir. Yapıcılar işte böyle bir ülküye hayatını adayanlar demektir.

Her toplumun bir yapısı vardır. Kapitalist toplumun yapısında sınıf ayrımları, sınıf çatışmaları vardır. Bu toplumun yapısında emek sömürüsü vardır. Bu yapı zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapar. Kapitalist dünyanın çirkef yapısı çöküyor. Bu harabe düzen insanlığın üzerine çöküyor. Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler, yaşlılar çaresiz. İnsanlığa umut taşıyacak yeni bir yapının inşası gerekiyor. Bu yapı sınıfsız ve sömürüsüz devrim ve sosyalizm olacaktır. Bu yapı işçi sınıfının öncülüğünde tüm emekçilerin birleşik mücadeleleriyle yükselecek. İnsanlık nihayet özgür üreticilerden oluşan bir toplumsal yapıya yani komünizme kavuşacaktır.