Yüzyıllardır en temel sorunlarımızdan biri olan açlıkla ilgili akımlara göre olası görüşler şöyledir: Açlık sorunu Dindar göre kader.Irkçı Milliyetçiye göre : vatan ve beka sağ olsun, gerisi teferruat. .devrimi ve sosyalistte göre, açlığın kaynağı kapitalizm. R. Tayyip Erdoğan’a göre : yok öyle bir şey, her şey dış güçlerin oyunu . Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraların da açlık için şöyle der: açlık, hiçbir şey yememek değil, boğazın düğümleninceye dek yarma çorbası içmektir.Neyse ki, artık hazır çorbalar var. Boğazımız düğümleninceye dek hazır çorba içmek.Birleşik Kamu-İşin eylül 2023 verilerine göre Türkiye’de Asgari ücret 10.400, emeklilerin maaşı 7.500, Ama Açlık sınırı 14 bini, yoksulluk sınırı ise 41 bini aşmış ve enflasyon yüzde 200’lerde seyrediyor. Türkiye’de,Açlık Sınırı: 14.000 TL. Yoksulluk Sınırı: 41 bin TL’yi aşmış durumda .Sadece bu rakamlardan bile Erdoğan’ın yönettiği saray rejimi altında emekçi haklarımızın ezici halkının çoğunluğunun açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşadığını anlayabiliriz. Eylül 2023 yılında asgari ücretin 10.400 TL olsa bile açlık ve yoksulluk sınırında herhangi bir değişen birşey olmadı. Yüzde 200’de seyreden enflasyon asgari ücret yapılan zammı kısa zamanda yalayıp yuttu. Yoksullar yine yoksul, zenginler yine zengin. Öte yandan asgari ücrete gelen zaman paralel olarak tüketim ürünlerinde, petrolden kiraya, vergilerden elektrik’e, suya temel gıda maddelerine sağanak gibi zam yağıyor. Bugün dünyada 1 milyar 300 bin kişi açlık sınırının altında, 2 buçuk milyar insan da yoksulluk sınırının altında yaşıyor. emperyalist kapitalist sistemin denetimin bir kuruluş olan Birleşmiş Milletler ise açlığa getirdiği çözümü şöyle dillendiriyor: açsanız böcek yiyin.Bu arada genel açlıktan öte özel açlığa dair önemli bir not: Açlık ve yoksulluk sorunu özel mülkiyetin ortaya çıkışından beri yüzyılların çözümlenemez sorunu haline olageldi. Bir taraf zenginliğine zenginlik katarken diğer taraf da yoksulluğunu yoksulluk kattı. Başka bir ifadeyle yoksula düşen zenginin sofrasında ardakalan kırıntılarla yetinmek oldu. Çünkü bir tarafın zenginliği diğer tarafın yoksulluğuna bağlıdır. O tarafı ne kadar yoksullaştırırsan o kadar zenginleşirsin.1822 ile 1856 yılları arasında yaşamış Georg Weerth o dönem açlığın türküsünü şu isyancı sözlerle dile getiriyor:Saygı değer efendimiz, kralımızBilir misin acıklı hikayeyi?Pazartesi azıcık birşey yemiştilerSalı günü ağızlara bir lokma girmediÇarşamba da geçti tıpkı salı gibiPerşembeyse büsbütün kepazelikCumayı hiç sorma, kralımız hiç sormahepsi acından öldü öldü dirildiHiç olmazsa Cumartesi’ye bırakbir parçacık ekmek pişirsinlerYoksa pazara varır varmaz bu milletseni parça parça edip yutacak.Neyse ki geldiğimiz yüzyılda artık kredi kartlarımız var. Ekmek almaya cebimizde para olmayabilir ama birbirinden renkli kartlarımızla bir markete gidip pasta alabiliriz. Borç yiğidin kamçısıdır nasılsa; kapitalizmin tekerliği, piyasanın aynasıdır. Dinimiz de çok şükür yerli yerinde; imtihandayız eyvallah. Soyumuzu hiç sormayın; ne mutlu soyumuza…Açlığımızı kredi kartlarımızla doyuruyor, dinlerimizle unutuyor, soyumuzla gururlandırıyoruz.Evet, açlığımızın senfonisi hüzünlü ama unutkan, acıklı ama gururlu bir şekilde çalmaya devam ediyor.