12-13 Haziranda önce İsrail 200 civarında savaş
uçağıyla İran’ın askeri hedeflerini vurup, askeri komuta kademesinde 20 kişi
toplam 78 kişiyi katlederken İran zaman geçmeden füzelerle Tel Avivi vurarak 3
kişinin ölümüne neden oldu. ABD emperyalizminin bölgeyi (Ortadoğu) yeniden
dizayn etme politikasının vurucu gücü İsrail’in İran’ın stratejik tesis ve
isimlerini hedef alan kapsamlı saldırısı ile bu dizayn politikasının en kritik
aşamasını ortaya koydu. ABD emperyalizmi bölgede önemli bir anti-Amerikancı ve Anti-İsrail
odağının öncüsü olan İran’ın Mollalar rejimini çökertmek ve iç karışıklık
yaratarak rejim değişikliği yapmayı ve böylece Orta-doğunun tek egemeni olmak
istiyor.
İsrail’in başkent Tahran başta olmak üzere birçok kentte nükleer ve askeri
üsleri hedef alan saldırılarında İran’ın Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve
Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami’nin yanı sıra nükleer tesislerde
çalışan 78 kişi hayatını kaybetti. İran’ın İsrail’e 100 civarında SİHA
fırlatması yanıt olsa da asıl olarak bundan sonra hangi adımların atılacağı ve
hangi güçlerin devreye gireceği bu savaşın kapsamı ve bölgeye etkileri
bakımından tayin edici olacak.
ABD Dışişleri Bakanı Rubio, İsrail’in saldırısıyla ilgilerinin bulunmadığını
söylese de bu saldırının fitili mart ayında Trump tarafından ateşlenmişti.
Trump, göreve geldikten hemen sonra mart ayında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)
üzerinden İran’ın Dini Lideri Hamaney’e bir mektup göndererek kendi
dayattıkları koşullarda bir nükleer anlaşma yapması için 2 ay süre verdiğini
açıklamış ve aksi durumda askeri yanıtlarının korkunç olacağı tehdidinde
bulunmuştu. Dolayısıyla bu saldırının ABD ve İran arasında İran’ın nükleer
(uranyum zenginleştirme) programıyla ilgili görüşmelerinin yapıldığı bir
dönemde gerçekleşmesi, İsrail saldırısının ABD’ye rağmen değil; ABD’nin bu
görüşmelerden istediği sonucu alabilmesinin bir aracı olarak devreye
sokulduğunu gösteriyor. İran’ın bu saldırıdan sonra 15 Haziran’da Umman’da
yeniden başlatılması beklenen ABD-İran nükleer anlaşma görüşmelerinden
çekildiğini açıklaması da bu gerçeği değiştirmiyor.
Batılı emperyalistlerin İran’a yönelik saldırı ve baskıları meşrulaştırmakla
görevlendirdikleri Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun (IAEA) “İran’ın nükleer
silahların yayılmasının önlenmesine yönelik yükümlülüklerini ihlal ettiğini”
açıklamasının ardından ve Avrupa üçlüsünün (İngiltere, Fransa ve Almanya) bu
raporu İran’a yönelik yaptırımların yeniden devreye sokulması amacıyla BM’nin
gündemine taşımaya hazırlandıkları bir dönemde yapılması, İsrail
saldırganlığının ABD’nin yanı sıra Avrupalı emperyalistlerden de güç ve destek
aldığını açık bir biçimde ortaya koyuyor. Özellikle Batılı emperyalistlerin
İsrail’in Gazze’de soykırıma dönüşen katliamlarını artık savunamaz hale
geldikleri bir dönemde İran’a yönelik saldırı hem İsrail’in savaş suçlarının ve
hem de bu emperyalist güçlerin suç ortaklıklarının üstünü örtmeyi de amaçlıyor.
Bugün İsrail saldırılarının gerekçesi yapılan İran’ın nükleer programıyla
ilgili şunları söylemek gerekiyor: Öncelikle bu program 1960’larda şah rejimi
döneminde ABD ve Batılı emperyalistlerin desteğinde başlatılmış ve 1979 İslam
Devrimi’nden sonra molla rejimi tarafından sürdürülmüştü. İran’da kendileriyle
işbirliği halinde bir rejim varken hak olarak görülen ve desteklenen nükleer
programın rejim değişikliğinden sonra ABD, Batılı emperyalistler ve İsrail
tarafından ‘tehdit’ olarak görülmesi, bu güçlerin uluslararası hukuku kendi
çıkarları temelinde nasıl araç sallaştırdıklarının çarpıcı bir örneğini
veriyor.
Dahası İran, 2016’da P5+1 olarak bilinen BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi
(ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa) ve Almanya’yla nükleer iş birliği
anlaşması imzalamışken bu anlaşmayı mayıs 2018’de (önceki başkanlık döneminde)
bozan yine Trump olmuştu.
Yazının başında da belirtildiği gibi İran’ın doğrudan hedef alınması; 2023’te
Gazze’ye yönelik saldırı, katliam ve işgalle başlatılan ve İsrail’in vurucu güç
olarak öne çıktığı bölgenin ABD emperyalizminin çıkarları temelinde dizayn
edilmesinin yeni bir aşamasını işaret ediyor. İsrail’in Gazze’deki soykırım ve
işgalini direniş ekseninin önemli halkalarından biri olan Lübnan Hizbullah’ına
ciddi darbelerin vurulması ve bölgede ABD-İsrail ekseninin karşısında
konumlanmış en önemli güçlerden biri olan Suriye’deki Baas/Esad rejiminin
devrilmesi takip etmişti. İsrail, ülkedeki bütün askeri altyapı ve tesisleri
yok etmiş ve stratejik noktaları işgal etmişken Suriye’de iktidarı ele geçiren
HTŞ ve Lideri Colani, en büyük tehdidin İran olduğunu söyleyerek İsrail
saldırganlığının yeni aşamaya geçmesine hizmet eden bir tutum ortaya koymuştu.
Açıktır ki, İran’a saldıran İsrail’in ve arkasındaki güç olan ABD
emperyalizminin derdi İran’ın nükleer programından ibaret değildir. Asıl
hedefleri, istedikleri koşullarda bir uzlaşma ya da savaş dayatmasıyla İran
Mollalar rejimine diz çöktürmek ve devamında da Lübnan Hizbullah’ından
Filistindeki Hammasta Irak’taki Haşdi Şabi’ye ve Yemen’deki Husilere kadar
bölgede İran-direniş ekseni içindeki anti-BD-anti-İsrail Siyonist’i bütün
güçlerin tasfiye edilmesini sağlamaktır. Bu politikanın diğer ucunda ise,
İsrail ve işbirlikçi Arap rejimleri arasında ‘normalleşmeyi’ amaçlayan
İbrahim/Abraham Anlaşmalarının devam ettirilmesi ve bu temelde İsrail’in
“güvenliği” ve ABD’nin bölgesel çıkarlarının korunması ve bölgede ABD’nin tek
egemen olması hedefi yer almaktadır.
Müttefiklerinin yediği darbeler ve karşı karşıya kaldığı saldırganlığa rağmen
önemli bir bölgesel güç olma pozisyonunu koruyan İran, son saldırıların görünür
hedefi konumundadır. Ancak bu görünür hedefin ötesinde Suriye’deki rejim
değişikliğinin ardından 2025 ocak ayında İran ile Kapsamlı Stratejik Ortaklık
Anlaşması imzalayan Rusya’nın ve Yol-Kuşak projesi üzerinden bölgeyi ABD
emperyalizmi ile hegemonya mücadelesinin önemli kavşaklarından biri haline
getirmeye çalışan Çin’in güç ve etkisinin sınırlanmasının amaçlandığına da
şüphe yoktur. Dolayısıyla bundan sonra gelişmelerin seyrini görebilmek için
Rusya’nın ve ABD ile erken bir kapışmadan ısrarla kaçınmaya çalışan Çin’in
nasıl bir tutum takınacaklarına da bakmak gerekiyor.
Son olarak Türkiye’deki Erdoğan iktidarı her ne kadar İsrail’in İran’a yönelik
saldırılarını “şiddetle” kınasa da ABD emperyalizminin bölgeyi yeniden dizayn
etme politikasında oynadığı rol, onu İsrail ile aynı eksende buluşturuyor. Bu
nedenle AKP Sözcüsü Ömer Çelik, İsrail’i kınarken bu saldırının arkasındaki
asıl güç olan ABD’ye tek bir laf söyleyemiyor. Erdoğan iktidarı, Trump’ın
övgüyle söz ettiği Suriye’deki rejim değişikliğinde oynadığı rolle, Irak’ta
İran’ı dengeleyici bir aktör olarak devreye girmesiyle ve bütün tepkilere
rağmen İsrail ile ticareti farklı biçimler altında sürdürmesiyle İsrail
saldırganlığına alan açan ve zemin hazırlayan güçlerden biri konumundadır. Öte
yandan Erdoğan iktidarının İsrail’in bölgesel etkisinin artmasından ve bu
durumun kendi hareket alanını daraltmasından kaygı duyduğu da doğrudur. İlk
bakışta ortada bir çelişki varmış gibi gözükse de aslında bu durum sürecin
ikili karakterinden kaynaklanıyor. Türkiye’deki Saray iktidar bir yandan kendi
yayılmacı emelleri doğrultusunda ABD emperyalizmi ile bölgedeki işbirliğini
geliştirmeye çalışıyor ama Suriye’deki rejim değişikliği örneğinde olduğu gibi
bu politika kaçınılmaz bir biçimde İsrail’e de alan açıyor. Dahası Türkiye ve
İsrail rekabeti açık bir çatışmaya dönüşmediği müddetçe ABD emperyalizmi için
bir sorun oluşturmak bir tarafa, Orta-doğu’yu yeniden dizayn politikası
bakımından işlevsel bir rol de oynuyor.
Gazze’de 2023’te başlayan işgal ve katliamlardan bugüne yaşananlar bir kez daha
gösterdi ki, büyük yıkımlara yol açabilecek bölgesel bir savaşı durdurmak için
İsrail’i kınamak yetmez. Ona güç veren ve arkasında duran ABD ve Batılı
emperyalistler ile Erdoğan iktidarı gibi bölgedeki emperyalizm işbirlikçisi
rejimleri de hedefe koymak gerekiyor. Bu büyük felaketi ancak bölge halklarının
aralarındaki etnik, dinsel, mezhepsel ayrımları aşarak emperyalistlere ve
işbirlikçilerine karşı barış içinde yaşayacakları bir gelecek için ortak
mücadeleyi yükseltmeleri ve dünya halklarının dayanışması önleyebilir. Buradan
olarak bazı aklı evvellerin İran Mollalar rejiminin halk düşmanı niteliğini öne
sürerek, ABD emperyalizmi ve İsrailin İrana rejimini çökertme ve rejim
değişikliği saldırısına onay vererek, emperyalist ve gerici işgali
destekliyorlar. Bu yaklaşım tamamıyla, halkların iradesini yok sayarak
emperyalist ve gerici politikalara teslim olmak ve devrimci politikalardan vaz
geçmek demektir ki sonuçta bunun gideceği yer, emperyalist işgal ve saldırılara
suç ortaklığı yapmaktır.
Halkın Birliği Devrimci Halkın Birliği