Biliyoruz ki sınıflar savaşımı hiçte şaşırtıcı değildir. On yılların faşist baskı ve zulmüne dipten biriken öfkenin 27 Mayısta başlayan 1 Haziranda Taksimde patlamasıyla korku duvarı parçalandı ve yığınlar artık “yeter diyerek” AKP faşizmine karşı ayağa kalktılar.
Hatırlanacağı üzere 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda başlayan direniş Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinde yeni bir sürecin kapısını aralamıştı. 1 Mayısın Taksimde yasaklanmasına karşı emekçiler ve devrimciler sokağa çıkarak yasak kuşatmasını darbelemişlerdi. Ardından. 6 Mayıs’ta gençlik bu direnişe yeni bir halka ekledi ve yasaklara-faşist dayatmaya karşı, 15 Mayıs’ta hava işçilerinin polis saldırısını altında greve çıkarak mücadeleyi yeni ivme kazandırdı..27 Mayısta ilk adımı atılan Gezi Parkı’nın yıkımına karşı direniş, aslında tüm bu mücadelenin devamı olarak gelişti. Yaşam ve kent savunusu için Gezi’de direnenler AKP faşizminin on yıllardan bu yana yaratmaya çalıştığı susku kumpasını dağıtarak toplumsal isyanın fitilini ateşledi.
Alkol ve kürtaj yasağından, 3. Köprüye Yavuz Sultan Selimin adının verilmesiyle sarsılan emekçiler AKP’nin ve Erdoğan’ın “Başkanlık sistemi” adı altında kurumsallaştırmaya çalıştığı sivil faşist diktatörlüğüne karşı artık yeter diyerek isyan bayrağını çektiler..
Faşist AKP hükümetinin sistemli hale gelmiş olan yasakları, , gazlı-tazyikli sulu , tutuklama terörü kısacası polis zorbalığı halkın yükselen seli karşısında çaresi kaldı, boğulup gitti.
Daha da önemlisi son otuz yılın korku duvarı yıkıldı. Yıllardır sinen, faşist baskı ve zulüm karşısında susarak- bana değmeyen yılan bin yaşasın diyerek susup boyun eğerek yaşayan, kendisine sahte kahramanlar yaratan ve her seferinde hayal kırıklığına uğrayan Türkiye emekçi halkı isyanın başrolündeydi.
Ancak bu bütün Türkiye halklarını kapsayan çoğul bir başkaldırıydı. Kent yoksulları, eğitimli orta sınıflar, öğrenci gençlik, kadınlar, işçiler ve kamu emekçileri hareketin ilk göze çarpan bileşenleriydi.
Hükümetin faşist zorbalığı öyle bir patlama yarattı ki, bizzat AKP’ye oy veren kitleleri bile sarstı ve belli kesimleri parçalayıp harekete kattı. Dahası, Erdoğan’ın padişahlık zihniyeti içinde mutlak gücü elde etme yönelişini kendi çıkarları açısından doğru bulmayan Fethullah Gülen cemaati, CHP, MHP, AB, ABD gibi burjuva ve emperyalist güçler dahi halk ayaklanması karşısında hükümeti eleştirmek yada bundan kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda yararlanmaya çalıştılar.
2010 referandumundan bu yana devlet kurumların da daha fazla güç elde eden AKP’nin giderek artan faşist zorbalığı ve bütün halka boyun eğdirme çabası, kendi egemenliğini anayasal güvenceye alma amacını taşıyordu. Yarı askeri aygıtları geriletilmiş faşist rejimin iplerini eline almış, devlete ve zor aygıtlarına çok güveniyordu. Devlet yapısında herhangi bir demokratik dönüşüm aklının ucundan bile geçmediği halde, demokratik kesimleri aldatmak için “sivilleşme” parolasını kullanmıştı. Ama AKP’nin sivilleşme parolası, rejimin sivil hükümet tarafından yönetilmesinden ibaretti. Sandıktan çıkanın mutlak iktidarına dayalı yeni bir sivil faşist rejim tasarlıyordu.
Başkanlık sistemi etrafında bir AKP diktatörlüğü inşa etme projesi, bir yandan politik özgürlüğü alabildiğine kısıtlamayı; öte yandan ise sosyal hayatı daha fazla dincileştirerek muhafazakarlaştırmayı öngörüyordu. İlki 1 Mayıs ve Taksim yasağında, ikincisi ise eğitim sisteminde yapılan değişiklikler, kürtaj ve alkol yasaklarında ifadesini buldu.Örgütsüz ve dağınık, faşist baskı ve zulüm altında tutulan,en sıradan eylemleri bile polis terörüyle ezilmeye çabaları kitleleri giderek boğdu ve nefes alamaz hale getirdi. Başbakan’ın her meseleyi iki dudağının arasına hapseden Hitler özentisi diktatörce yönetimine karşı milyonlarca insanda öfke birikti.
Bu öfke, kendisine, devrimcilerin yarattığı gündemlerle kanal buldu. Burjuva milliyetçi muhalefet partisi CHP’nin ciddiye alınır hiçbir muhalefet gündemi yaratamadığı koşullarda, 1 Mayıs’tan Gezi direnişine uzanan toplumsal-siyasal mücadeleler baskı altındaki yığınların sesi-soluğu oldu. Devrimciler, ezilenlerin çığlığı, boğulan kitlelerin nefesi oldular.
Uzun yıllara yayılan birikmiş öfke patladı ve Haziran da büyük bir isyana dönüştü . Yüz binler Taksim’e akarken, mahallelerde, ilçelerde kitleler sokaklara döküldü. Politik özgürlük ve sosyal hayata müdahaleye son verilmesi, kitlelerin ortak talebiydi. Bu bir onur ayaklanmasıydı. Faşist zorbalığa, halk iradesini hiçe sayma ve sınır tanımaz diktatörlüğe karşı “artık yetti” demenin ifadesiydi.
1 Haziran’da bütün ülkede başkaldıran milyonların gücünü arkalayan emekçi kitleler Taksim Meydanı’ndan polisi attı. 1 Haziran gecesi Taksim’i hınca hınç dolduran Milyonlarca insan, yasaklara ve dediğimi yaparım zulmüne-dayatmasına ağır bir darbeydi.. Taksim’e çıkan bütün caddeler barikatlarla kapatılarak şehir merkezi polisten arındırılmıştı. Polisin kovulduğu meydanda kısıtsız bir politik özgürlük egemen olmuştu.
Kısa zaman içinde Gezi Parkı paylaşımcı sosyal ilişkilerin, müziğin, alternatif bir yaşamın merkezi haline geldi. Taksim Meydanı ise halkın devrimci taleplerinin ve direnişinin üssü olmuştu.
Taksim direniş ülke çapında isyanı yeni bir düzeye taşıdı. Ankara’da, Adana da-Mersinde, İzmir de, Eskişehirde, Antalya da dahası ülkenin her yerinde görkemli bir direniş yaşandı. İstanbul’un ilçelerinde On binler sokaklara döküldü. Varsıl orta sınıfların yaşadığı mahallelerde eylemler yığınsal bir hal alırken, Gazi Mahallesi gibi varoşlarda antifaşist halk başkaldırıları yaşandı.
İstanbul’da Mehmet Ayvalıtaş ve Antakya’da Abdullah Cömert şehit düştü. Ankara’da Ethem Sarısülük adlı bir gencin beyin ölümü gerçekleşti. Antalya’da lise öğrencisi Vedat Oğuz gibi pek çok direnişi kalıcı biçimde sakatlandı, gazi oldu. Binlerce insan yaralandı ve yine binlercesi insan gözaltına alındı. Polis terörünün bütün dehşeti halk isyanıyla başa çıkmaya yetmedi.
Hareket 31 Mayıs itibariyle aslında Gezi Parkı boyutunu aşıp genel bir birleşik halk isyanına evrilmiş olsa da bu yeni düzeyi tanımlayacak ve harekete yeni talepler kazandıracak bir devrimci önderlik yaratılamadı. Çünkü devrimci hareket buna hazırlıklı değildi ve öngörü yoksunuydu. Dolayısıyla hem hareketin gerçekte Gezi Parkının çok ötesinde bir düzey kazandığı ama hem de taleplerini bundan ileriye çekemediği bir geçiş durumu yaşanmaktadır.
Tam da bu anda “devlet” halk ayaklanmasını boşa düşürmek için bilinen “yumuşatma” “bölme ve ezme” taktiğini devreye soktu. Erdoğan’ın bir yurtdışı gezisine “gönderildiği” koşullarda Gül ve Arınç eliyle bir yandan hareketin başlangıçtaki (Gezi Parkı merkezli) taleplerini kabul etme manevrasını yaparken, öter yandan “apolitik halk” ile “marjinal grupları” ayırma ve ikincileri ezme yöntemlerini pratiğe sürmenin hazırlıklarına girişti .
Açıktan ifade etmek gerekirse, henüz koşulların hükümeti devirmeye elvermediği, ancak AKP iktidarının pervasızlığını geriletecek mücadeleler için koşulların elverişli olduğu günlerden geçiyoruz.
Bu koşullarda taktiğin ana halkası; AKP hükümetine karşı halk mücadelesini derinleştirmek ve bu mücadeleye devrimci-demokratik bir karakter kazandırmak olmalıdır. Hegemonya mücadelesi, hareket içinde yer alan ulusalcı-ırkçı gerici güçlere karşı yürütülecektir. Zira bu güçler AKP’nin tümüyle gerici bir eleştirisini yapmakta ve faşist rejimi ve Kürt ulusunun inkarını en kanlı ve kıyıcı biçimiyle sürdürme arayışını ifade etmektedirler. AKP’ye itirazlarının temel nedeni devlet içinde mevzilerini kaybetmiş olmaları ve laikliğin daha fazla göstermelik hale getirilmesi oluşturmaktadır. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı etrafında resmi ideolojiyi yeniden diriltmeye çalışılması ve şeriat ve bölücülük korkuluğunu sallamaları bu gerçeği ifade ediyor.
Kemalist Ulusalcı-ırkçı güçler kitlelerin “Hükümet istifa” sloganını kendi iktidarlarını hazırlamak için kullanmaya çalıştılar, ancak hem kitlelerin talebi bu olmadığı, hem de CHP’nin fazla niyetli olmamasın nedeniyle fazlaca bir ilerleme sağlanamadı.
Tüm çabalara rağmen devrimci hareket sürece müdahale ederek direnişin önderlik boşluğunu dolduracak bir düze yakalanmamış ve grupçu-ben merkezci küçük hesaplar aşılamamıştır. değildir.
Taksim Dayanışması’nın formüle ettiği asgari talepler, Taksim-Gezi Direnişi’nin kazanımla sona ermesi ve ardından gelişecek devlet terörünün sınırlanması bakımından asgari sınırı oluşturmaktadır.
Neki Taksim Gezi parkı direnişi son bulsa dahi, AKP faşist diktatörlüğüne karşı girişilen isyana ve sınırsız diktatörlüğe son verinceye değin sürecektir. Bu direnişi sürekli yeni biçimlerde üretmek, geliştirmek ve demokrasinin kazanılması mücadelesinin somut zemini haline getirmek önümüzdeki sürecin temel gündemi olacaktır.
Devrimci ve komünistler Taksim direnişinin her merhalesinde, en önde kararlıca yürümenin güvenine sahip olarak, şimdi büyük kitlelerle birleşme ve tamda “ kitlelerle birlikte politika” yapma zamanıdır.
Taksim direnişi, komünist hareketin bütün zeminlerinde ve alanlarında coşkuyla kucaklanması gereken devasa ölçekte taze güçler açığa çıkardığını göstermiştir. Yine devrimci hareketin kitleleri kucaklamada oldukça geri ve kendi dar kabuğunu parçalayamadığını yakıcı olarak açığa çıkardı. Dipte gelen güçlü bir devrimci dalgalanan varlığı, geleceğe olan umudu büyütücü olduğu gibi aynı zamanda büyüklük taslayan ve burnunda kıl aldırmayan bir çok akımın gösteriş devrimciliğinden kurtulamadıklarını ortaya çıkarmıştır.
Devrim ve halkın çıkarlarını merkezde tutma ve buna göre hareket etme yerine grupların kendi varlıklarını kanıtlamaları öne çıkarılarak gezinin dersleri doğru okunamamıştı ve bilinenler tekrarlanmıştır. Haliyle bu durum emekçi kitleler üzerinde olumlu etki bırakmamıştır. Düşmanın bu yarıkta yararlanmasına olanak sağlayıcı hatalar yapılmış ve birleşik görüntü zaafa uğratılmış Erkene zafer çığlıkları atılmış ve abartıcı değerlendirmeler bir birini kovalamış. Bir çok eksik ve yetersizlikler bir yana Taksim direnişi devrimci ve komünistlerin örgütlenmesinin olanaklarını artırmış, bu yeni dönemin koşullarında büyütülecek ve yeniden yeniden kazanılacak değerler yaratmıştı. Nitekim Haziran direnişinin ruhu Kürdistan da yenden yaşatılıyor ve faşizmin yüreğine korku salıyor.
Devrimci ve komünistler Taksim direnişinin deneyiminden öğrenmeyi bilecekleri gibi, hareketin gelişim yönünü her aşamada tahlil ederek bütün çabalarını bu yönde yoğunlaştıracaklar, yığın savaşımını devrimcileştirmek, içinde büyümek ve devrimci önderlikle buluşturmak için, çabalarını bin misli artırarak kitleleri devim için örgütleyip seferber etme görevini deneyimler ışığında sıkıca sürdürecektir.