Öcalanın en son yapmış olduğu, ” ayrı ulus devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır, PKK artık kendisini tekrarlamaktadır” diyerek PKK’nin miadını doldurduğunu söyleyerek lağvedin, toplum ve devlet ile buluşun” çağrısı, burjuva, küçük burjuva ulusal hareketlerin beklenen sonu olarak görmek gerekiyor.Aslında PKK gerilla mücadelesi sonucu önemli bir politik güç olması nedeniyle devrimci ve sosyalist akımlar, ulusal kurtuluş hareketlerine yönelik değerlendirmelerinde M-L çözümlere yeterince sahip çıkmadıkları ve bir yerde kitle gücü karşısında uzlaştıkları görülüyor. Nitekim PKK’nin gerilla mücadelesinde sivil toplumculuğa hatta devletin ayakta kalmasına omuz vermesine evrilmesinde önemli hata ve eksiklikleri olmuştur. İlkesel tutum pratik gelişmeye feda edilmiştir. Buradan olarak ulusal sorun ve ulusla kurtuluş harketlerinin değerlendirmesine dair M-L’lerin yaklaşımlarını yeniden hatırlamak önem taşıyor.Ulusların Ortaya Çıkması ve Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin Gelişimi Ulusal kurtuluş hareketlerinin Ulusal sorun, uluslaşma sürecine bağlı tarihin belli bir aşamasında, kapitalizmin- şafağında ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin gelişmesine, yol açtığı sonuçlara bağlı olarak, ulusal sorun, ulusal hareketler Marksist’lerin tutumu, belli başlı üç tarihsel gelişme döneminin karakteristik özelliklerine göre farklı farklı olmuştur. Ulusal sorunun tarihsel gelişiminin üç döneminde, ulusal sorunun ve ulusal hareketlerin içeriği farklı olduğu gibi, Marksistlerin ulusal sorun ve ulusal hareketler karşısındaki tutumları da farklı olmuştur. Marksist’ler, gelişmesinin birinci aşamasında ulusal sorunu, burjuvazinin önderliğindeki halk yığınlarının feodalizme karşı genel demokratik savaşımının bir parçası olarak ele almışlar ve ulusal hareketlere ilişkin; tutumlarını, ulusal hareketlerin burjuva demokratik devrimleri geliştirip geliştirmedikleri temel ölçütüne göre saptamışlardır. Burjuva demokratik devrimleri çağı olan bu dönemde, dünya gericiliğinin merkezi feodalizmdi, feodal despotik iktidarlardı. Nitekim bu dönemde, Batı Avrupa’da hareketler ulusal devletlerin kuruluşlarıyla ( İrlanda hariç ) sonuçlandırdılar. Bu dönem içinde, özellikle 1848 devrimlerinden sonra, dünya gericiliğinin merkezi ve demokratik gelişmenin önündeki en gerici güç Çarlık Rusya’sıydı. Bu dönem de Doğu Avrupa’da çözümlenmemiş varlığını devam ettiren ulusal sorunlardan doğan ulusal hareketleri karşısında, Marksist’ler, dünya gericiliğinin merkezi olan Çarlık Rusya’sının ileri karakolları işlevini gören Çekler’in ve Güney Slav’ların ulusal hareketlerini desteklemezlerken, Çarlık Rusya’sını gerileten Polonya ve Macaristan ulusal hareketlerini desteklediler. Ulusal baskı ve ona karşı mücadele yöntemlerinin ikinci dönemine, Batı’da emperyalizmin doğuşu dönemi tekabül eder. Çünkü; kapitalizm, pazar, hammadde, yakıt ve ucuz işgücü bulma yolunda sermaye ihracı ve büyük demir ve deniz yollarının güven altına alınması amacıyla,nulusal devlet sınırlarını yıkar, uzak ve yakın komşular, aleyhine topraklarını genişletir. İkinci de, Batının eski ulusal devletleri, İngiltere, İtalya, Fransa-ulusal devlet olmaktan çıkar, yeni toprakların ilhak edilmesi sonuncu çok uluslu devlete, sömürgeci topraklara dönüşür ve böylece Avrupa’nın doğusunda eskiden beri var olan aynı ulusal sömürgesel baskıya sahne olurlar. Bu dönem, Doğu Avrupa’da ezilen ulusların (Çekler , Polonyalılar ,Ukraynalılar) uyanması ve güçlenmesi ile karakterizedir ki bu, emperyalist savaş sonucu eski burjuva çok uluslu devletlerin yıkılması ve büyük güçler denilen devletler tarafından köleleştirilmiş yeni ulusal devletlerin oluşmasına yol açtı.” (Stalin, Eserler C.5 s. 39) 1900’lerde, emperyalizm çağına girilmesiyle beraber emperyalizm dünya gericiliğinin merkezi haline geldi. Sömürgeci boyunduruğu dünya çapında yayarak dünya uluslarını sömürgeci bağımlılığı altına aldığı gibi, ”çok uluslu” Doğu Avrupa ülkelerini de bağımlılığı altına alarak ulusal sorunu, dünya çapında bir sorun haline dönüştürdü. Ezilen bağımlı ve sömürge ulusların emperyalist boyunduruğa karşı dünya çapındaki mücadelelerinin a!evlenmesiyle, bu mücadelenin, dünya proletarya devriminin başlıca müttefiklerinden biri haline gelmesine yol açtı. Bu dönemde, Marksist-Leninistler ulusal hareketlere ilişkin tutumlarını artık burjuva demokratik devrimler çağına göre değil, emperyalizm ve proleter devrimler çağına göre bu yeni dönemde çağın merkezinde duran ve tarihsel gelişmenin motor rolünü oynayan proletarya devrimleri yararına, dünya gericiliğinin merkezi olan emperyalist sistemine darbe indirip indirmediğine göre belirlediler . Ulusal sorunun tarihsel gelişmesinin üçüncü dönemi, sosyalizm dönemidir. ”..kapitalizmin yıkılması ve ulusal baskının ortadan kaldırılması dönemidir, egemen ve ezilen uluslar sorununun, sömürgeler ve metropoller sorununun tarih arşivlerine atıldığı bir dönemdir.” (Stalin, Eserler S.5 s.39-40) Ekim devrimi ve proletarya diktatörlüğüyle gerçek haline gelen bu dönemde Sovyetik ulusal cumhuriyetlerin federatif birliği içinde, iktidardaki proletaryanın önderliği altında tarihten miras alınan ekonomik, kültürel ve politik bakımdan ulusal eşitsizliklerin uzunca bir süreçte giderilmesi sorunudur .ulusların özgürce gelişme sürecidir . Tekrar konumuz açısından asıl önem taşıyan ikinci dönemin özelliklerine ve günümüz somut siyasal koşullarına dönelim. Emperyalist sistem, sadece ulusal sorunu çözmemekle kalmadı. Ulusal baskıyı ve sömürgesel boyunduruğu dünya çapında yayarak, ulusal çatışmaları emperyalist hegemonya rekabeti için kızıştırdığı gibi ulusal mücadele kıvılcımlarını, dünya emperyalizmine karşı ezilen halkların, sömürgelerin, yarı-sömürgelerin mücadele alevleri haline dönüşmelerinin koşullarını yarattı. Bu koşullar altında, dünya proletarya devrimlerinin başlıca bağlaşıklarından biri haline gelen ulusal mücadeleleri, emperyalist sisteme darbe vurup vurmadığına göre destekleyen Marksist-Leninistler, emperyalizmin boyunduruk altına aldığı ülkelerde kapitalist gelişmeyi hızlandıran ekonomik, toplumsal temel üzerinde sömürge ve bağımlı ulus burjuvazisinin emperyalizmle gelişen siyasal uzlaşmacı ve reformcu eğilimlerini de çözümleyerek sonuçlar çıkardılar. Lenin yoldaşın, 3. Enternasyonal’in 2. kongresi’ne sunduğu raporda ortaya koyduğu en önemli sonuçlardan biri şöyleydi: ”… emperyalist burjuvazi bütün araçlara başvurarak, reformcu hareketi ezilen halkların arasına da ekmeye çalışmaktadır. Sömürücü ülkelerin burjuvazisiyle sömürgelerin burjuvazisi arasında bir ölçüde yakınlaşma olmuştur, öyle ki, sık sık ve belki de çoğu durumda, ezilen ülkelerin burjuvazisi, bir yandan ulusal hareketleri desteklerken aynı zamanda emperyalist burjuvazi ile anlaşma halindedir, yani emperyalist burjuva ile birlikte devrimci hareketlere karşı ve devrimci sınıflara karşı savaşım vermektedir. ( ) bu yüzden, bu ayrımın göz önünde tutulmasının ve hemen her yerde ‘burjuva demokratik yerine ‘devrimci ulusal’ teriminin kullanılmasını tek doğru davranış saydık. Bu terim değişikliğinin anlamı şudur ki, biz, sömürge ülkelerinin burjuva kurtuluş hareketlerini, ancak bu hareketler gerçekten devrimci oldukları taktirde, bu hareketlerin temsilcilerinin o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen geniş kitleleri, devrimci bir ruhla örgütlendirmemize engel olmadıkları taktirde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz. Eğer bu koşullar yerine getirilmezse, bu ülkelerdeki reformcu burjuvaziye karşı (ki bunlara 2l. Enternasyonal kahramanları da dahildir.) savaşım veririz. Sömürge ülkelerdeki reformcu partiler şimdiden mevcutlar ve bunların temsilcileri, bazen kendi kendilerini sosyal-demokrat ve sosyalist olarak adlandırmaktadırlar. Değindiğiniz bu ayrım, bütün tezlerde şimdi mevcuttur ve öyle sanıyorum ki, böylelikle bizim görüşümüz,şimdi artık çok daha tam ve kesin bir biçimde formüle edilmiştir.” (UKTH. s.234-235) Emperyalizm, ulusal kurtuluş savaşlarının gelişimi boyunca, bir yandan sömürgeci şiddet politikasını başlıca politikası olarak izlerken, diğer yandan bu temel politikası yanında özellikle sömürgelerin kurtuluş mücadelesinin yükseldiği 2.emperyalist paylaşım savaşı sonrasında – görünüşte bağımsız gerçekte ekonomik- politik askeri yönden kendisine bağımlı devletler kurma taktiği ve ulusal burjuvazinin reformcu hareketleriyle uzlaşarak bu yolla ulusal kurtuluş devrimlerini karşı-devrime dönüştürme taktiği de izleye geldi. Ulusal devrimleri engellemek için, emperyalizme bağımlı devletler kurma taktiğiyle, pek çok sömürgede krallıkları ve kapitalist gelişme düzeyine bağlı olarak işbirlikçi burjuva ve toprak ağası diktatörlükleri iş başına getirdi. Öte yandan emperyalistler. sömürge ve bağımlı uluslarda kapitalizmin gelişme düzeyine bağlı olarak, gelişen ulusal kurtuluş hareketi içinde ‘uzlaşıcı ulusal burjuvaziyle ve reformcu ulusal burjuva örgütleri devrimci ulusal kurtuluş hareketlerine karşı destekleyip ön plana getirerek devrimleri ya doğrudan karşı devrimlere dönüştürdüler veya süreç içinde bunu sağladılar . Özellikle; proleter devrimlerin geliştiği ve zafere ulaşmakta olduğu ülkelerde, burjuva ulusal örgütleri karşı devrimin proletarya devrimine karşı vurucu güç haline getirmeyi çalıştılar. getirdiler. Ulusal mücadelenin tarihi gelişmesi içinde yaşanan bu gerçekler karşısında, Marksist-Leninistler her ülkedeki somut toplumsal ve siyasal koşulları ve güncel dünya koşulları içerisinde, ulusal hareket içinde meydana gelen bu ayrımı dikkate alarak reformcu ulusal hareketlere karşı mücadele, ederlerken devrimci ulusal hareketleri de desteklediler, bağlaşmaya gittiler.