Türk devleti görünüşte laik bir devlettir. Türk egemen sınıfları, sözde laikliği benimsemiştir. Ancak bu laiklik, kolu-kanadı budanmış, Batı Avrupa tipi laisizmin karikatürü olan bir göstermelik içeriği boşaltılmış bir laikliktir. “Kemalist Devrim”, anti-emperyalist demokratik karakterde bir devrim değildi.. Ulusal devrimci değil ulusal reformistti. Ulusal Kurtuluş Savaşı’na önderlik yapan Kemalist burjuvazi, daha işin başından feodal toprak ağaları ve din bezirganları ile ile ittifak içindeydi. Yani Kemalist burjuvazi anti-feodal bir demokratik dönüşümleri hedefleyen eskiye vurup yeniyi kurulan bir özelliğine de sahip değildi. Ulusal Kurtuluş Savaş sürecindeki burjuva-feodal bağlaşma, iktidara da yansıdı. 1923’te ülke çapında kurulan politik iktidar burjuvaziyle feodallerin ortaklığına dayanıyordu.Ancak iktidarın yönetici gücü Kemalist burjuvazide idi..Burjuvazi, kapitalist gelişmenin önünü görece açmak, feodal zincirleri gevşetmek için üst yapıda önemli bir takım reformlar yaptı. Hilafet, sultanlık kaldırıldı, 1923’te Medrese eğitim ve halifelik tasfiye edildi. 1925’te tekkeler ve zaviyeler kapatıldı. 1926’da imam nikahına son verilerek, medeni nikah getirildi. 1928’de devlet dininin Islam olduğu Anayasa’dan çıkarıldı. 1937’de ise Anayasa’ya T.C. Devleti’nin laik, olduğu konuldu. Bu vb. devrim diye yutturulmaya çalışan reformlarla, feodal ideoloji, kültür ve feodal din görece zayıflatıldı. Ama tepeden-inmeci yapılan bu reformlar ekonomik temeldeki köklü veya önemli sayılacak reformlarla el ele gitmediği için zayıf kaldı, kökleşmedi; yığınları derinden kucaklamadı. Feodalizm yerli yerindeydi. Ekonomik yaşamdaki ağırlığını koruyordu. İktidarın da ortak gücüydü. Yığınların uyanışını engellemek sömürü düzenlerini ebedileştirmek için burjuvazinin buna gereksinimi vardı. Böylece feodalizmle olan ittifak, feodal ideoloji ve kültürün korunmasında da sürdü. Kemalist devrim, yarim .bir burjuva devrimiydi. Ve ne yari-sömürge statükoyu kırma ve ne de feodalizmi tasfiye etme yeteneğindeydi. Bu bağlamda, burjuvazinin en ileri gittiği laiklik reformu da yığınların beyninde köklüce yerleşmedi. Zorlu ve tepeden yerleştirme politikasının da geliştirdiği tepkiler İslamcı akım ve tarikatlarca sömürüldü. Bu tarikatlar zayıflamasına karşın çalışmalarını sürdürdüler. Bu tarikatlar, şeriatçı akımlar devletle uzlaşma ve anlaşma, devlet aygıtı içinde kadrolaşma politikasını, geleneğini sürdürdüler. (Alevi tarikatları hariç.).1946, özellikle de 1950’lerden sonra İslamcı ideoloji, İslamcı akımlar, tarikatlar, şeriatçı akımlar güçlenmeye başladı. DP ile başlayan, 60’lı, 70’lı yıllarda ilerleyen, 80’li yıllarda daha da gelişen, atak yapan tarikatlar, İslamcı akımlar, egemen sınıfların dolayı ya da doğrudan denetimi, yönetimi etkisi altında oldular, zayıf olan Humeynici İslamcı akım hariç hala da böyledirler. Ve bu tarikatlar da Sünni mezhebinde olan tarikatlardır. Demokrasi düşmanlığı” ( anti-demokratikliğin) yani siıa, anti-komünizm de bu İslamci akımların temel karakteristik özelliğidir.Türkçeleştirilmiş olan ezan, ilk defa amerikancı faşist DP döneminde yeniden Arapça çalındı. “Aydın din adamı” yetiştirme adı altında İmam Hatip Okulları yine DP döneminde açıldı. İmam Hatip okulları 1950li yıllarda ilkokul düzeyindeyken, 60lı, 70’li yıllarda lise düzeyine çıkartıldı. 1974 CHP Hükümeti (CHP-MSP Koalisyonu) döneminde, İmam Hatip mezunlarına üniversitelere girme olanağı tanındı. İslamda kadın imam olmazken, ama buna rağmen Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı imam Hatip Okullarında 50.000 kız öğrenci okuyor. Bugün 250.000’i aşkın öğrenci İmam Hatip Okullarında okuyor. 5.000 kuran kursu, hele bir de bunlara yasadışı olarak tarikatlara bağlı binlerce kuran”kursunu da eklediğimizde, binlerce, onbinlerce kuran kursu yurdu bir ahtapot gibi ülkemizi kucaklamıştır. Din dersi, önce seçmeli ders, ardından askeri faşizm ile zorunlu ders haline getirilmiştir. Diyanet işleri Başkanlığı, devletin resmi bir kurum olarak Sünni mezhebin, Sünni İslamcı ideoloji ve akımların, dini ideolojinin güçlü bir örgütleyici, destekçi, denetçi ve yardımcısıdır. Gerici-faşist basın, tarikat başını, TRT, dinci propaganda ve ajitasyonun aktif ve sürekli aracı durumundadır. Amerikan emperyalizmi ve Suudi Arabistan gericiliği, petro-dolarlarla İslamcı akımların, tarikatların ardında. Onlarca dini vakıf İslamcı ideoloji ve akımın arkasında. Diyanet İşleri Başkanlığının geliri, çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Enerji ve Tabu Kaynaklar Bakanlığının bütçesinden daha fazla… Tarikatlar 12 Eylül ve Özal Hükümeti sayesinde servetlerine servet ekleyerek büyük ekonomik odaklar konumuna geldiler.Nereden bakılırsa bakılsın; Türkiye’de İslamcı, gerici ve faşist tarikatlar, dini ideoloji güçlüdür. Arkasında devlet var. 1950’lerle birlikte, laiklik ilkesinin daha fazla kolu kanadı kesilmiştir. Özellikle 12 Eylül askeri faşizmi ve ardılları ANAP, REFAL-YOL, AKP ve diğerlerince Hükümetleri döneminde laiklik daha da biçimselleştirilmiştir. Tarikatların, Şeyhlerin, Şıhların, devlet ve siyasi partiler, özellikle ANAP ve sonrasında DYP ardında RP-FP ve sonrasında AKP nezdinde şeriatçılık güçlenerek gelişmiştir. Tarikatlar, özellikle devlete kadro hazırlayan, devlet içindeki kadrolaşmasını ilerleten eğitim-öğretim kurumlarına büyük bir önem veriyorlar. İmam Hatip mezunlarına Üniversitelerin acilmis. oluşu bir yandan üniversiteleri gericilikle biçimlenmiş öğrenci gençlikten oluşturma, üniversiteleri faşizm ve sermayenin kaleleri haline getirmek taktiğiyle, öle yandan da düzenin kurumlarına, devlete gerici, bağnaz, örümcek kafalı, itaatkar köleler, kadrolar üretme politikası ve hedefi ile bağlıdır. Değindiğimiz olgu bakımından şu örnek çarpıcıdır: Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Kamu Yönetimi bölümüne giren öğrencilerin büyük çoğunluğunu İmam Hatıp mezunları oluşturmaktadır.12 Eylül Askeri faşist darbesi ile dini gericilik daha da güçlendi. Bu olgu, anti-laik, teokratik devlet kurma eylemlerini de askeri darbenïn gerekçelerinden biri olarak gösterenlerin iki yüzlü davrandıklarını, gerçek nedenleri gizlemek istediklerini bir kez daha gösterdi. Dini gericilik güçlendi, çünkü, devrim ağır bir yenilgi, direnişsiz, moral bozucu bir yenilgi aldi. Kolayca zafer kazanan faşist karşı devrim, daha da cesaretlenerek azginca saldırdı. Faşist terör, faşist, dinci propaganda ve ajitasyonla, demagoji ile elele-içice geliştirildi. Yenilen yığınlara, sınıf ve tabakalara yönelik ekonomik ve siyasi saldırılar, ideolojik, ahlaki, kültürel, sanatsal vb. saldırılarla tek merkezli, planlı bir şekilde birleştirildi. Yenilgiyle umutsuzluk, çekingenlik şaşkınlık, korkaklık, örgütsüzllük, politikadan uzak durma, moral bozukluğu egemen hale geldi. Devrimci, Marksist-Leninist olan, ilerici olan her değere, kıpırdanışa, geleneğe, fikre, vb. karşı saldırı bin bir biçimde körüklendi . Felsefi idealizmin değişik türevleri şaha kalktı. Devrime, Leninizme, geçmiş olumlu olan herşeye küfür karalama, küçük düşürme, döneklik, ihanet toplumda, kullanılan renklerde güçlü bir gerileyiş, bilinç kaybı, sağa kayış yaşandı. Dini ideoloji bu saldırılarda etkince kullanıldı. “Türk-İslam Sentezi devletinde resmi ideolojisi haline getirildi. Amerikan düzen yanlısı İslamcı akımlar, Süleymancı Nakşibendiler, Nurcular, vb. vb gibi tarikatları çalışmaları daha fazla teşvik edildi. Hatta cunta bir kısım tarikatlarla, ’82 Anayasası’na destek için pazarlık masasına oturdu.12 Eylül faşist darbesi ile açılan dönemde, dini gericiliğin bilinçli, planlı çok yönlü körüklenmesini geliştirilmesinin başlıca olarak iki nedeni vardı.Birinci neden, kitleleri, işçi sınıfını dini ideolojiye daha bir derinden şekillendirerek kurulu zorba düzene bağlama, yığınları daha geri konumlara (ekme; yen devrimci yükselişi geciktirme, engelleme; yeni devrimci atılıma ve devrime karşı, dinci gericiliği militan bir vurucu güç olarak hazırlama politikasıydı.İkinci neden ise, Türkiye’yi “ılımlı” İslamcı çizgiye çekerek, Ortadoğu’da üstlenilmiş olan Amerika emperyalizminin jandarmalığı görevlerini daha iyi, daha kamuflaj, daha etkin ve aktifçe yerine getirilmesini sağlama olgusudur. Nitekim bu jandarmalık rolü İslam aleminin önderi Müslüman Türkiye şiarında bir güzel somutlaşmaktadır. İslamcı imajın güçlendiği bir Türkiye, laikliğin daha da biçimselleştirildiği bir Türkiye görüntüsü vererek, Türkiye’nin jandarmalık rolü kamufle edilerek bölge halkına daha kolay yumruk atabileceği hesaplanmıştır. Türkiye’de kapitalistleşme süreci 1950’lerden sonra hızlandı. Özellikle 60’lar sonrası kapitalistleşme sürece daha da derinleşti, yaygınlaştı. Buna koşut olarak, feodalizm de görece hızlı bir çözülüş sürecine girdi. Ülkenin ekonomik, politik, toplumsal yaşamına, alt ve üst yapısına, gelişme yönüne damgasını basan işbirlikçi tekelci kapitalizmdir. Böyle olmasına karşın feodal karakteri dinci ideolojinin, İslamcı akımların, tarikatların güçlendiği de gerçektir. Öncelikle vurgulamak gerekiyor: Büyük toprak ağaları, işbirlikçi tekelci burjuvazinin yani emperyalizmin ülkede sınıfsal dayanağı konumundadırlar. Ekonomide feodal kalıntılar, politik iktidarda büyük toprak ağalarının konumları zayıflasa da önemi bir gücü oluşturmaya devam etmektedir. Feodal ideoloji, kültür ve dinin korunması emperyalist politikanın ve devlet politikasının temel bileşenlerindendir. Öte çözülme, kapitalist evrimin ve emperyalist sermaye ihracının nesnel yasalarının sonucudur…1950’lerden itibaren kapitalizmin gelişiminin hızlanmasına rağmen dinci ideoloji ve tarikatları gücünün artmasının nesnel temelinde de kapitalist gelişmenin hızlanması yatmaktadır ve şüphesiz ki bir geçiş dönemi çizgilerini yansıtmaktadır. Şöyle Türkiye de. kapitalizmin gelişmesi feodal üretim ilişkilerini çözmekte, geleneksel-ilişkilerin çözülmesi, tekelleşmek sürecinin hızlanması, küçük burjuvazinin çözülüşü ve iflasın artması, kırdan kente göçün hızlanması gibi olgular; bu gelişmenin yarattığı sarsıntı ve yıkım, özellikle geri yörelerde, kapitalist ekonomik, ticaret, kültür ve toplumsal ilişkilerin geri olduğu şehir ve bölgelerde geçmişe duyulan özlemi yoğunlaştırmak, toplumsal olgular ve yıkım karşısındaki güçsüzlükleri yığınları, bireyleri dine sığınmaya, dini iksirin etkisiyle sarhoş, olmaya, tanrıya sığınarak kurtuluş. aramalarına yol açmaktadır. Bir diğer ifadeyle, acıların en korkuncunu, işkencelerin en vahşisini veren kapitalizmin kör güçlerinin karşısında, görünüşteki tam çaresizlikleri”, kapitalizmin “kör güçlerinin” getirdiği iflas, yıkım, işsizlik, yok olma,yarınların güvencelerden yoksunluğu, bunlara duyulan korku ve gerçekleşen benzer olgular karşısındaki güçsüzlük, insanların dinci ideolojinin uyuşturucu gölgesine sığınmasına yol açmaktadır.Özellikle kapitalist ekonomik krizler ve toplumsal yozlaşmalar döneminde, devrimci bir çıkışın olmadığı koşullarda, dinci ideolojinin güçlenmesinin nedeni de;bu koşullarda dini ideolojinin egemen sınıflarca pompalanmasının, seçenek diye sunulmasının nedeni de budur. Kapitalizmin insanı yıkan, insanı insana, insan emeğine yabancılaştıran vahşi gelişme yasalarının “kör güçlerinin” kitleler tarafından görülmesi” demek kapitalizmin, sömürü düzeninin sonu olur. Bundan dolayıdır ki, burjuvazi, dini, kurtuluş yollarından biri olarak lanse eder. Bugün AKP-MHP ittifakının göstermelik Laikliği tümüyle tasfiye ederek ılımlı İslamcı bir rejim kurmak için Anayasa değişikliğini gündeme getirerek devleti Türk İslam sentezinin ideolojik-politik hedefine göre dizayn etmeye çalışıyorlar.