Suriye Kürdistan’ında T.C Devletinin, Kürt Düşmanlığı ve Yayılmacı Emelleri Sürüyor..!

TC devletinin yönetimini elinde bulunduran Erdoğan-Bahçeli kliği İsrail Siyonistleri gibi şeriatçı kelle-kulak avcısı para-militer HTŞ-SMO çetelerinin iktidara yürüyüşünü kendi zaferi olarak kutlamakta ve Esad iktidarın yıkılışını kendi başarısı olarak göstererek, iç politikada sıkışmışlıkta bunu bir çıkış olarak kullanmaktadır. Kuşku yok ki saray faşizminin Suriye de önceliğini Suriye Kürdistanı Rojova’yı tasfiye etmek olarak ilan etmektedir.Nitekim Saray rejimi, HTŞyi köşeye sıkıştırmak ve bir oldu bittiye getirmek amacıyla donatıp beslediği SMO hemen Kürtlerin üzerine sürüldü. Tel Fırat ve Menbiç cihatçı sürülerin saldırısına uğradı ve ABD’nin de müdahalesiyle YPG buralardan çekilmek zorunda kaldı.. Fırat’ın doğusundaki Kobane’de de çatışmaların başlamasından sonra ABD’nin müdahalesi gündeme geldi. Bu aşamada bölgedeki ABD Komutanı Kurilla’nın SDG’yi ziyaret ederek “IŞİD ile mücadele çerçevesinde iş birliğinin devam edeceğini” söylese de Erdoğan ve şürekası “ya PKK-YPG kendilerini feshedecek, yada biz onları dağıtacağız” açıklamasıyla, Suriye Kürdistan’ında belli bir statü elde etmiş olan Kürtlerin statüsünün dağıtılmasını dayatıyor.İsrail’in “Kürtleri destekleme” yönündeki açıklamaları ve bunu ABD’nin yanı sıra batılı emperyalistlerden de talep etmesi, ABD emperyalizmi ve Siyonist İsrail’in Ortadoğu’ya yaptığı müdahalede Kürt hareketine ve Rojava Özerk Yönetimi’ne ihtiyaç duyduklarını ve dolaysıyla şimdilik SDG/YPG ile iş birliğini sürdüreceklerini gösteriyor. Fakat, T.C devletiyle batılı emperyalistler ve İsrail, Kürt sorununda karşı karşıya bulunuyor ve Rojova’nın tasfiyesi AKP iktidarının önceliği olmaya devam ediyor. Hem Erdoğan ve hemde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, YPG/SDG konusunda ABD ile taban tabana zıt konumda olduklarını belirttikten sonra “YPG’nin yok edilmesi bizim stratejik hedefimiz” açıklamasında bulundular. Ardından “Ya kendilerini feshederler ya da biz onları feshetmek zorunda bırakırız” tehdidini savurdu. ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile Dışişleri Bakanı Fidan arasında Esad rejiminin devrilmesi sonrasında yapılan görüşmenin odağında ise Rojava üzerine kirli hesaplar ve pazarlıkların yer aldığı ise açık.Günümüz Ortadoğu’sunda, Suriye sürecinde de görüldüğü üzere sınırlar yeniden çizilecek. TC devleti ortaya çıkan belirsizlik durumunu kendi hesabına imkana çevirmek, Irak ve Suriye’de işgal ettikleri alanları olanaklıysa genişletmek ve Esad sonrası Suriye’nin temel gücü olmak istiyor.Neki TC devletinin bu politikasının önünde Kürt sorunu bir handikap oluşturuyor. Zira, ABD emperyalizmi yalnızca Irak’ta değil Suriye’deki YPG-PYD ile de Kürt hareketleriyle de fiili olarak ittifak konumunda. Rojava’nın bölgedeki destekçisi olarak davranmakta, onları bugüne kadar korumuş bulunmakta ve korumaya devam edeceğini açıklamaktadır. Dolaysıyla, ABD’nin izlediği politika, TC devletini ve Rojava Özerk Yönetimi’ni kendi stratejik hesapları doğrultusunda aynı safta mevzilendirmektir. Fakat Saray rejimi buna direnmekte, kendini ABD’ye dayatmakta ve Kürtlerin Rojava kazanımını tasfiye etme konusunda kararlılığını sürdürmektedir.Haklı ve meşru bir Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin temsilcileri olan YPG-PYD büyük bedeller ödeyerek Rojava da önemli kazanımlar elde etmiş. Neki tüm bunlar gelinen durumda tehdit ve tehlike altındadır. Kürtlerin kendi özgüçleriyle bölgesel düzeyde elde ettiği kazanımları koruyamadığı durumda, Amerikan-İsrail cephesinin destek ve korumasına mahkum olmak, Kürt hareketinin bir talihsizliği olarak görülmelidir. Bunda bölgede devrimci ve sosyalist hareketin ciddiye alınacak bir güçte olmamasının önemli etkisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. talihsizliğidir. Mevcut durumda ve Suriye’nin oluşan yeni tablosunda Türkiye’nin ve cihatçıların kuşatması altında bulunan Kürtler, adeta bir çaresizlik durumuyla yüz yüzedirler. Dolayısıyla, mevcut durumda Rojava yönetimi ABD ve İsrail’in destek ve korumasına mahkum kalmıştır. Bu durumda umutlar, emperyalist nüfuz mücadelelerinin bölgenin statükosunda yaratabileceği varsayılan değişikliklere bağlanmış görünüyor.Suriye’nin emperyalist politikalar zemininde yeniden şekilleneceği bir aşamada Kürtlerin daha etkin bir konum kazanıp ülkenin temel bir gücü mü olacağı, yoksa kazanımlarının tehlikeye mi gireceği, temel bir soru olarak önümüzde duruyor. Ama şunun söylemek yanlış olmayacaktır, ne emperyalistle ve nede onların uşakları Kürtlerin Suriye’nin yeniden oluşumunda etkisini bir rol oynamasına izin vermeyeceklerdir. duruyor.Kuşku yok ki, Kürt ulusal kurtuluş hareketi ve halkı örgütlü bir güçtür ve kazanımlarını savunma kararlılığında olacaktır. Ama uzun yıllardır bir yerde devrimci ve sosyalist hareketin güçsüz ve Kürt hareketine destek olmada yetersiz kalmasının yol açtığı nesnel durumun ABD ile geliştirdiği zorunlu ilişki dediği ilişki, kaçınılmaz olarak onu belli açmazlarla ve zayıflıklarla da yüz yüze getirmiştir. Dolaysıyla, Suriye’deki yeni durum Rojava Kürtleri için bir olanak anlamına gelse de mevcut koşullar SDG/PYD’yi ABD ve İsrail’in destek ve korumasına mahkum bırakılmış gibi görünüyor. Haliyle burada Kürtlere kalıcı statü kazanımının çıkmasının güç olduğu görülüyor.Faşist dinci Saray rejimi, saldırgan yayılmacı gerici bir bölge gücü ve ABD’nin bölgedeki en önemli dayanağı olmasının yanı sıra bölgesel planda NATO’nun en güçlü ülkesidir. Bu konum ona, başka şeylerin yanı sıra kendini emperyalistlere ve bölge gerici devletlerine dayatma imkanı sunmaktadır. Dolayısıyla “Türkiye’yi bölmek ” gibi temelsiz iddialar bir yana bırakılırsa ABD emperyalizmi, Türklerle Kürtleri bir arada idare etmeyi ve T.C. devletini bölgedeki Kürtlerle aynı safta yer almaya ikna etmeyi amaçlamaktadır. Ancak Türk devleti Rojava’nın tasfiyesi konusunda kendini ABD’ye dayatma kararlılığını sürdürdüğü ve ABD’nin de çıkarlarının tehlikeye girebileceği durumda Kürtleri değil ama Türkiye’yi tercih edeceği bilinen bir gerçekliktir. Efrin’in işgaline onay verilmesi, Tel Rıfat ve Menbiçte YPG’nin çekilmesini dayatması ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet ettiği kadarıyla Kürtlere destek verme tutumu içinde olduğu görülüyor.Kürt ulusal kurtuluş hareketi bu gerçeğin farkında olduğu için yeni bir satışın gündeme gelebileceği endişesini dile getirmektedir. YPG’nin basın sözcüsü Ferhad Şami’nin Financial Times’a verdiği röportajda ABD’nin bölgeden çekilmesinden çekindiklerini açıklaması, bu endişenin yersiz olmadığını göstermektdir. Zaten ABD’nin Türkiye karşısında Rojava’yı savunduğu temel eksen ve argüman, “IŞİD’in canlanabileceği ve IŞİD karşıtı mücadelede Rojava Kürtlerine ihtiyaç olduğu”, “Rojava cezaevlerindeki 50 bin IŞİD’li tutsağın tehlike oluşturduğu”dur. Bu savunu, söz konusu gerekçelerin ortadan kalktığı durumda Kürtleri savunmaya gerek kalmayacağı izlenimini vermektedir. Ferhad Şami “Açıkçası, aynı senaryonun tekrarlanmasından, ABD’nin bizi terk etmesinden çekiniyoruz” derken ve SDG komutanı Mazlum Abdi’nin ” “Suriyeli Kürt güçleri desteklemek için Orta Doğu’nun dört bir yanından gelen Kürt savaşçıların, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye ile yaşanan çatışmalarda ateşkese varılması halinde ülkeyi terk edeceklerini” söylemesi ve ardından T.C. devletinin dayatmasına karşı Abdinin ” “tam bir ateşkes” durumunda Kobane’nin Suriyeli bir güvenlik gücüne teslim edilebileceğini, ABD askerlerinin de bölgeyi denetleyebileceğini” söylemesi söylemesi Rojava’nın nasıl bir tehlike içinde olduğu görülüyor ve YPG-PYD’de bu dayatmaya sonuna kadar mücadele yürütmede yeterli bir kararlılık içinde olmadığı görünüyor. Abdi’nin bu açıklamaları savaşmak amacıyla Rojava’ya gelen savaşçıların ABD’nin çıkarları gerektiğinde muhtemel bir ihanetine dikkat çekmiş oluyor. Biliyoruz ki ABD’nin tarihi bu türden arkadan hançerleme örnekleriyle doludur. Aslında HTŞ,TC devleti Suriye’nin yeniden inşasında Kürtlere etkin bir yer vermek istemiyorlar. HTŞ lideri Colani’nin, “Silahlı gruplar dağıtılacak, Savunma Bakanlığı saflarına katılmak üzere eğitilecek ve hepsi yasaya tabi olacak” açıklaması, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’inde, “Suriye dışından gelen örgüt mensupları Suriye’yi terk edecek. Suriyeli olanlar silahlarını bırakacak” demesi üzerinde uzlaşılan bir plan olduğu ve bu planın ABD ile ortaklaşmak amacıyla hareket içinde olduğunu gösteriyor. Yani mevcut halde Suriye’nin yeniden inşasında herkes yer var ama Kürtler yok.Tüm emperyalist ve bölge gerici güçleri Kürtlerin statü elde etmemesi için Kürt düşmanlığında ortak davranılıyor.