“ Terörsüz Türkiye ve Terörün kökünü kazımak”, “Ekonomik teröre karşı” kriz ve ardından dur durak bilmeden yaşanan zamlar, sermayeye olanak yaratmak için açılan paketleri “başarıya ulaştırmak” ve daha pek çok hedef için, “milletçe” devletin ve hükümetin yanında kenetlenmek gerektiği çağrıların yinelendiği bu günlerde, “sınıflı toplum ve devlet” gerçekliğinin bulunmaksızın açıklanması, işçi sınıfı ve emekçi yığınların aydınlatılmasının çok önemli bir konusunu oluşturuyor. Çünkü devletin temel kurumlarındaki en yetkili görevlileri ve medya tekelleri koro halinde, ” devletin ve milletin bekası için” hepimizden özveri isterlerken, sınıflara bölünmüş, toplumsal yapı gerçekliğini çarpıtıyor ve egemen, sömürücü sınıfların çıkarının korunmasını amaçladıklarını gizleyebiliyorlar.Yalnızca onlar değil; Öcalan da PKK’nin lağvedilerek toplum ve devletin etrafında birleşilmesini” savunuyor. buda yetiyor, işçi sendikalarının başına çöreklenmiş olan sendika ağaları da bugün devlet eliyle yığınlara yöneltilen siyasi ve ekonomik saldırılarının suç ortaklığını yapıyorlar. Patronların çıkarlarıyla işçilerin çıkarlarının aynı yerde, aynı sistemde olduğu yalanını dile getirerek; bu devletin etrafında toplanılması, uzlaşmayla sorunların üstesinden gelinmesi çağrısını yapıyorlar.Devletle sınıflı toplum ilişkisini Lenin şöyle açılıyordu; “Devlet, sınıf çelişkilerinin uzlaşmazlığının ürünü ve belirtisidir.Devlet, sınıf çelişkilerinin somut olarak artık uzlaştırılamadığı, yerde ve aşamada doğar. Başka bir deyişle, devletin varlığı sınıf çelişkilerinin uzlaşmazlığını kanıtlar.”Yani devlet varsa, çıkarları birbirine zıt sınıflar var demektir. Dahası, karşıt sınıfların çıkarları uzlaştırılamadığı için vardır. Yani, sınıfları uzlaştırmak için değil; sınıfları uzlaştırmak olanaklı olmadığı için, devlet vardır. O halde devlet, zıt sınıflardan “birinin diğer sınıfa baskı yapması için, sınıflı düzenin bir organıdır”. Demek ki. “düzen” ya da ünlü deyimle “uzlaşmalara” ancak bir sınıfın diğerini baskı altında tutabilecek şekilde örgütlendiği zaman var olabilir; çıkarları eşitlendiği ya da dengelendiği zaman değil. Böyle bir şey insanlık tarihinde hiç bir zaman gerçekleşmemiştir.Devlet hangi sınıfın baskı aracıysa, o sınıfın çıkarlarına gerçekleştirmek için, “sınıflar arasındaki uzlaşmazlığı azaltarak bu baskıyı ortaya çıkararak sürdüren düzenin yapıtıdır”. Peki devletin hangi sınıfa ait olduğu, nasıl belirlenebilir.İnsanlık tarihi sınıflarla ve dolayısıyla devletle başlamadı. İnsanlık tarihinde; özel mülkiyetin dolayısıyla sınıf karşıtlıklarının ve devletin olmadığı bir dönem vardır. Buna biz ilke komünal toplum diyoruz. Tarihsel olarak; önce özel mülkiyet, onu takiben de mülk sahipleri ve mülksüzleştirilenler olarak sınıflar doğdu. Mülkiyetin sahipleri, diğerlerinin üzerinde bir baskı aygıtı olarak devleti örgütlediler. Yani, insanlığın proleter devlete kadar tanıdığı bütün devlet tipleri, mülk sahibi sömürücü sınıfların damgsını taşımış, onların çıkarlarını gerçekleştirmenin aracı olarak. diğer sınıf ve tabakaların üzerinde baskı aygıtı olmuştur.O halde, devletin hangi sınıfa ait olduğunu anlamak için, hangi sınıfların çıkarlarını savunduğuna, hangi sınıflara baski uyguladığına , hangi sınıfları koruduğuna bakmak gerekir.Devlet, Engels’in ifadesiyle, “gelişmesinin belli bir aşamasında, toplumun ürünüdür, … toplumdan doğup, fakat onun üzerinde yer alan ve giderek ondan kendini uzaklaştıran… güçtür. Bu güç; kamu adına örgütlenmiş,”… yalnız silahlı kişilerden değil, ama ikincil elemanlardan, gentilice (klan) toplumunun hiç bilmediği tutukevleri ve her türlü baskı kurumlarından oluşur.”Günümüzde gelişmiş kapitalist devlet, devasa büyüklükte ordu, polis gibi silahlı güçlere ve dev bir bürokrasiye sahiptir. Ordu ve bürokrasi devletin temel iki kurumudur. Yürütme, yargı mekanizması/mahkemeler, cezaevleri, işkence merkezleri, istihbarat örgütleri devlet örgütlenmesinin temel birer parçasıdır. Esasında, günümüzde toplumsal örgütlenmenin hemen bütün kurumları, devlet örgütlenmesinin kapsamındadır. Okullar, hastaneler, diyanet işleri vb, akla gelebilecek pek çok kurum, devlet örgütlenmesinin topluma ahtapot gibi yayılan kollarıdır. Özel olarak belirtelim ki parlamento; en demokratik burjuva ve devlet örgütlenmesinde bile göstermelik bir parçadır. Parlamento, sözde halkın oylarıyla seçtiği temsilcilerinin toplandığı yer olarak “yüce”dir. Ama o kadar “yüce”dir ve örneğin ülkemizde de o kadar bulunmazki üyelerini devletin kolluk gücü polise kendi eliyle teslim eder. Temel işlevi olan yaşama işini, kendisi gerçek iktidar güçleri olan MGK’dan,TÜSİAD’dan alır.Yani sıra, devasa bürokratik aygıt devlet, egemen için bile yük haline gelmiş, devleti küçültmek istemeye başlamışlardır.Belki de Türkiye’de devletin ne olduğunu anlatmak için; “Ben Devletim Asarım”, “Ben Devletim İşkence Ederim” diye süren bir dizi kitabı tanıtmak daha yararlı olur. Devlet, çıkarlarını temsil ettiği sınıf adına ezilen sınıfın somürüsünün, aracıdır. Devlet, kendi varlığını sürdürmek ve ” Özel kamu gücü”nün korunması için; vergi, harç toplar, borç alır. Verginin asıl olarak işçi sınıfı ve diğer emekçilerden toplandığı gerçeği, devletin soygun aracı olduğunun en iyi kanıtıdır.O halde devlet, egemen sınıfının, ezilen sınıf (ve tabakalar) üzerindeki baskı aygıtıdır, sömürü aracıdır, düzeni sürdürmenin güvencesidir. Dolayısıyla devletin gerek içte gerekse dışta uyguladığı politikalar; devlet kurumlarının bütün kararları “içte ve dışta yürüttüğü savaşlar” egemen sınıfının damgasını taşır; onun çıkarlarının gerçekleşmesinin ifadeleridir. Devletin, sınıfların-ezen ve ezilen- üzerinde, ikisine esit ya da dengeli bir mesafede durduğu; sınıflara adil davrandığı; sınıflar arasında adeleti sağladığı tamamen gerçek dışıdır. Baskı altında tutulan sınıfı(ve tabakaları, ulusları) aldatmayı, sömürü çarkının sürdürmeyi amaçlar. Bunları bilmek; teşhir etmek; bugünkü devletle birlikte olmayı/ uzlaşmayı öngören her türlü görüşü ve çağrıyı reddetmek ve bu yöndeki her türlü eylemin dışında olmak gerekir.Lenin, bölümün sonunda devletin yok olması ve zora dayalı devrim konusunu işliyor, devletin yok olması/sönümlenmesi üzerine oportünist çarpıtmaları açıklıyor. İnsanlığın, son sınıfın toplum olan kapitalizm ve bu temel üzerinde duran zorba kapitalist devletten; sınıfsız, sömürüsüz topluma ve devletsizliğe geçmenin zora dayalı bir devrimle olanaklı olacağını bilimsel olarak açılıyor. Mülksüzlerin sonuncusu olan proletarya, zora dayalı bir devrimle burjuva devleti parçalayarak, yerine kendi devrimci devletini kuracak; ve üretim araçlarının üzerindeki özel mülkiyeti kaldıracak, kendisiyle birlikte bütün insanlığı kurtaracaktır. Zora dayalı bir devrim kadar, proletaryanın kendisi de devlete ihtiyaç duyacaktır.