İktidarın medyadaki
sözcülerinden Abdülkadir Selvi’nin kulis bilgisi olarak “Öcalan’ın ailesi ile
görüştürüleceğini” yazması, siyasetin seçim gündemine odaklandığı böylesi bir
dönemde yeni bir tartışma başlattı.
Selvi, yazısında “Öcalan’a tecrit uygulandığı iddiasıyla PKK-HDP’nin yarattığı
gerginliğe son vermek için” ailesinden birisiyle görüşmesine izin verileceğini
söylüyor. Oysa bırakalım gerginliğe son vermeyi; HDP’nin tecride karşı yürüyüş
talimatını PKK’li Duran Kalkan’dan aldığını ve yine PKK yöneticilerinden Murat
Karayılan’ın HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’a ‘kaset’ gönderdiğini söyleyerek,
gerginliği tırmandırma işini bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yürütüyor.
Aslında yazısının başında “Öcalan yaklaşık 2 yıldır yakınlarıyla
görüştürülmüyor” diyen Selvi de farkında olmadan Öcalan’a tecrit uygulandığını
kabul etmiş oluyor.
Gerçekten de uluslararası bir operasyonla Türkiye’ye getirildiği 1999’dan bu
yana Öcalan’a karşı ‘özel bir hukuk’ uygulanıyor. Bu özel hukuka bağlı olarak
iktidar, Öcalan’ın konuşmasını istemediği dönemlerde tecrit uyguluyor. En son
2019’da tekrar ettirilen İstanbul seçimleri sürecinde olduğu gibi, iktidar
Öcalan’ın devreye girmesini kendi siyasi amaçları için kullanabileceği hesabını
yaptığında ise, İmralı’nın kapısı aralanıyor.
Daha İmralı’nın kapısı aralanmadan iktidar ve muhalefet cephesinden yapılan
açıklamalar, bu hamlenin arkasında hangi hesapların olduğu sorusunun yanıtını
bulmak bakımından önem taşıyor.
Birinci olarak; Mehmet Metiner gibi AKP içindeki Kürtler, daha Öcalan ailesiyle
görüştürülmeden Kürtlerde beklenti yaratmaya amacıyla yeni bir “çözüm
süreci”nin başlatılacağı propagandasına girişmiş bulunuyor. Ayrıca HDP’den
ayrılıp SES partisini kuran Ayhan Bilgen de aynı iddiayı tekrarlayarak
iktidarın Kürtlerde beklenti yaratma politikasına hizmet ediyor.
İkinci olarak; ulusalcı-milliyetçi çevreler ve onların yayın organları da “yeni
çözüm süreci” iddiasını gündeme getirerek akıllarınca AKP ve HDP arasında gizli
bir anlaşma/iş birliği olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Bu çevreler de
bilerek ya da bilmeyerek iktidarın HDP ile burjuva muhalefeti karşı karşıya
getirme ve dahası burjuva muhalefet blokunu parçalama hesaplarına
yedekleniyorlar.
Üçüncü olarak; şunu da belirtmek gerekir ki, Öcalan’ın ailesiyle görüştürülmesi
tecridin ortadan kaldırılması anlamına gelmeyecektir. Ancak iktidar, bu yönde
atacağı sınırlı bir adımla seçim sürecinde muhalefeti bölmeyi ve kendi hareket
alanını genişletmeyi amaçlıyor.
İktidarın Kürtlere yönelik hesaplarının anlaşılması için Erdoğan’ın geçtiğimiz
günlerde Van’da yaptığı açıklamalara dikkat çekmek gerekiyor. Erdoğan burada
yaptığı konuşmada Kürtlere “HDP’ye çözüm sürecini bitirmenizi sizden kim istedi
diye sorun” demişti.
Erdoğan, “Ortada bir masa yok” diyerek “çözüm süreci”ni bitiren kendisi
değilmiş gibi, HDP’yi hedef göstererek hem kendisinin “çözüm”den, Kürtlerin
haklarından yana olduğu mesajını vermeye ve hem de kapatma tehdidi dahil HDP’ye
yönelik her türlü saldırganlığı meşrulaştırmaya çalışıyor.
Böylece İmralı’nın kapısının aralanması, HDP’nin kapatılması hedefine
bağlanıyor.
Tam bu noktada Erdoğan’ın bu yılın başlarında yaptığı “Edirne’deki en büyük
hesabı İmralı’dakine verecek” açıklamasını hatırlatmak gerekiyor. Bu bağlamda
bir yandan Anayasa Mahkemesine HDP’nin kapatılması için baskı uygulayan iktidar
bloku (Cumhur İttifakı), öte yandan sınırlı/kontrollü bir biçimde Öcalan ile
görüşmenin kapısını aralayarak kendi çıkarlarına hizmet edecek bir siyasi
denklem kurmak istiyor. Böylece Erdoğan, hem Kürtler içinde kafa karışıklığı
yaratarak ve hem de Kürtler ve burjuva muhalefet arasındaki mesafeyi büyüterek
bu siyasi denklemden seçimleri kendisinin kazanacağı bir sonuca ulaşmayı
umuyor.
Yani karşımızda Kürt sorununun ve Öcalan’ın pozisyonunun iktidarın kendi
çıkarları için kullanılmaya çalışıldığı bir tablo bulunuyor.
Burada HDP’nin ve ülkedeki demokrasi güçlerinin iktidarın bu hesabı karşısında
nasıl bir tutum alacağı ya da alması gerektiği sorusu önem kazanıyor.
Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü bakımından önemli bir aktör olduğu ve tecridin
demokrasi mücadelesinin bir konusu/alanı olduğu doğrudur. Ancak bir başka doğru
da bugün tecridin kaldırılmasını demokrasi mücadelesinin merkezine koymanın, bu
mücadelenin alanını darlaştıran ve dahası HDP ve demokrasi güçlerinin rolünü
zayıflatıcı bir rol oynadığıdır. Başka bir deyişle demokrasi mücadelesinin en
geniş halk güçlerini birleştirecek bir eksene kurulması yerine tecridin öne
çıkartılması, tecridin kaldırılmasını da sağlayacak güçlü bir mücadele hattının
ortaya çıkmasını zorlaştırıyor. Ayrıca Kadıköy’de tecride karşı yapılan eylemde
yaratılan provokasyon üzerinden DBP Eş Genel Başkanı Salihe Aydeniz’in hedefe
konmuş olması örneğinde olduğu gibi gericiliğin bu demokratik talebin üzerinde
tepinmesini ve provokasyonlar yaratmasını da kolaylaştırıyor.
Bugün gericiliğin hesaplarını bozmak için; emek, barış ve demokrasi güçlerinin
en geniş birliğinin sağlanması ve demokrasi mücadelesinin halk güçlerinin en
geniş kesimlerini kucaklayacak bir eksene kurulması gerekiyor.