İbrahim Kaypakkaya’nın Tabuları Kırdığı: Kemalizm, Kürt Sorunu ve TKP Değerlendirilmesi Üzerine.! 1.Bölüm

Kemalist hareketin doğru olarak değerlendirebilmesi için ulusal kurtuluş mücadelesine M-L yaklaşımının kısa bir özetini aktarmak yerinde olacaktır.Ulusal sorun, uluslaşma sürecine bağlı tarihin belli bir aşamasında, kapitalizmin- şafağında ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin gelişmesine, yol açtığı sonuçlara bağlı olarak, ulusal sorun, ulusal hareketler Marksist-Leninistlerin tutumu, belli başlı üç tarihsel gelişme döneminin karakteristik özelliklerine göre farklı farklı olmuştur. Ulusal sorunun tarihsel gelişiminin üç döneminde, ulusal sorunun ve ulusal hareketlerin içeriği farklı olduğu gibi, Marksistlerin ulusal sorun ve ulusal hareketler karşısındaki tutumları da farklı olmuştur.Marksist-Leninist’ler, gelişmesinin birinci aşamasında ulusal sorunu, burjuvazinin önderliğindeki halk yığınlarının feodalizme karşı genel demokratik savaşımının bir parçası olarak ele almışlar ve ulusal hareketlere ilişkin ; tutumlarını, ulusal hareketlerin burjuva demokratik devrimleri geliştirip geliştirmedikleri temel ölçütüne göre saptamışlardır. Burjuva demokratik devrimleri çağı olan bu dönemde, dünya gericiliğinin merkezi feodalizmde, feodal despotik iktidarlardı. Nitekim bu dönemde, Batı Avrupa’da hareketler ulusal devletlerin kuruluşlarıyla ( İrlanda hariç ) sonuçlandırdılar.Bu dönem içinde, özellikle 1848 devrimlerinden sonra, dünya gericiliğinin merkezi ve demokratik gelişmenin önündeki en gerici güç Çarlık Rusya’sıydı. Bu dönem de Doğu Avrupa’da çözümlenmemiş varlığını devam ettiren ulusal sorunlardan doğan ulusal hareketleri karşısında, Marksist’ler-Leninistler, dünya gericiliğinin merkezi olan Çarlık Rusya’sının ileri karakolları işlevini gören Çekler’in ve Güney Slav’ların ulusal hareketlerini desteklemezlerken, Çarlık Rusya’sını gerileten Polonya ve Macaristan ulusal hareketlerini desteklediler.Ulusal baskı ve ona karşı mücadele yöntemlerinin ikinci dönemine, Batı’da emperyalizmin doğuşu dönemi tekabül eder. Çünkü; kapitalizm, pazar, hammadde, yakıt ve ucuz işgücü bulma yolunda sermaye ihracı ve büyük demir ve deniz yollarının güven altına alınması amacıyla, ulusal devlet sınırlarını yıkar, uzak ve yakın komşular, aleyhine topraklarını genişletir.İkinci de, Batının eski ulusal devletleri, İngiltere, İtalya, Fransa-ulusal devlet olmaktan çıkar, yeni toprakların ilhak edilmesi sonuncu çok uluslu devlete, sömürgeci topraklara dönüşür ve böylece Avrupa’nın doğusunda eskiden beri var olan aynı ulusal sömürgesel baskıya sahne olurlar. Bu dönem, Doğu Avrupa’da ezilen ulusların (Çekler, Polonyalılar, Ukranyalılar) uyanması ve güçlenmesi ile karakterizedir ki bu, emperyalist savaş sonucu eski burjuva çokuluslu devletlerin yıkılması ve büyük güçler denilen devletler tarafından köleleştirilmiş yeni ulusal devletlerin oluşmasına yol açtı.” (Stalin, Eserler C.5 s. 39)1900’lerde, emperyalizm çağına girilmesiyle beraber emperyalizm dünya gericiliğinin merkezi haline geldi. Sömürgeci boyunduruğu dünya çapında yayarak dünya uluslarını sömürgeci bağımlılığı altına aldığı gibi, ”çok uluslu” Doğu Avrupa ülkelerini de bağımlılığı altına alarak ulusal sorunu, dünya çapında bir sorun haline dönüştürdü. Ezilen bağımlı ve sömürge ulusların emperyalist boyunduruğa karşı dünya çapındaki mücadelelerinin alevlenmesiyle, bu mücadelenin, dünya proletarya devriminin başlıca müttefiklerinden biri haline gelmesine yol açtı.Bu dönemde, Marksist-Leninistler ulusal hareketlere ilişkin tutumlarını artık burjuva demokratik devrimler çağına göre değil, emperyalizm ve proleter devrimler çağına göre bu yeni dönemde çağın merkezinde duran ve tarihsel gelişmenin motor rolünü oynayan proletarya devrimleri yararına, dünya gericiliğinin merkezi olan emperyalist sistemine darbe indirip indirmediğine göre belirledilerUlusal sorunun tarihsel gelişmesinin üçüncü dönemi, sosyalizm dönemidir.”..kapitalizmin yıkılması ve ulusal baskının ortadan kaldırılması dönemidir, egemen ve ezilen uluslar sorununun, sömürgeler ve metropoller sorununun tarih arşivlerine atıldığı bir dönemdir.” (Stalin, Eserler S.5 s.39-40)Ekim devrimi ve proletarya diktatörlüğüyle gerçek haline gelen bu dönemde Sovyetik ulusal cumhuriyetlerin federatif birliği içinde, iktidardaki proletaryanın önderliği altında tarihten miras alınan ekonomik, kültürel ve politik bakımdan ulusal eşitsizliklerin uzunca bir süreçte giderilmesi sorunudur, ulusların özgürce gelişme sürecidir .Tekrar konumuz açısından asıl önem taşıyan ikinci dönemin özelliklerine ve günümüz somut siyasal koşullarına dönelim.Emperyalist sistem, sadece ulusal sorunu çözmemekle kalmadı. Ulusal baskıyı ve sömürgesel boyunduruğu dünya çapında yayarak, ulusal çatışmaları emperyalist hegemonya rekabeti için kızıştırdığı gibi ulusal mücadele kıvılcımlarını, dünya emperyalizmine karşı ezilen halkların, sömürgelerin, yarı-sömürgelerin mücadele alevleri haline dönüşmelerinin koşullarını yarattı.Bu koşullar altında, dünya proletarya devrimlerinin başlıca bağlaşıklarından biri haline gelen ulusal mücadeleleri, emperyalist sisteme darbe vurup vurmadığına göre destekleyen Marksist-Leninistler, emperyalizmin boyunduruk altına aldığı ülkelerde kapitalist gelişmeyi hızlandıran ekonomik, toplumsal temel üzerinde sömürge ve bağımlı ulus burjuvazisinin emperyalizmle gelişen siyasal uzlaşmacı ve reformcu eğilimlerini de çözümleyerek sonuçlar çıkardılar.Lenin yoldaşın, 3. Enternasyonal’in 2. kongresi’ne sunduğu raporda ortaya koyduğu en önemli sonuçlardan biri şöyleydi:”… emperyalist burjuvazi bütün araçlara başvurarak, reformcu hareketi ezilen halkların arasına da ekmeye çalışmaktadır. Sömürücü ülkelerin burjuvazisiyle sömürgelerin burjuvazisi arasında bir ölçüde yakınlaşma olmuştur, öyle ki, sık sık ve belki de çoğu durumda, ezilen ülkelerin burjuvazisi, bir yandan ulusal hareketleri desteklerken aynı zamanda emperyalist burjuvazi ile anlaşma halindedir, yani emperyalist burjuva ile birlikte devrimci hareketlere karşı ve devrimci sınıflara karşı savaşım vermektedir. ( ) bu yüzden, bu ayrımın göz önünde tutulmasının ve hemen her yerde ‘burjuva demokratik yerine ‘devrimci ulusal’ teriminin kullanılmasını tek doğru davranış saydık. Bu terim değişikliğinin anlamı şudur ki, biz, sömürge ülkelerinin burjuva kurtuluş hareketlerini, ancak bu hareketler gerçekten devrimci oldukları takdirde, bu hareketlerin temsilcilerinin o ülkelerdeki köylülüğü ve sömürülen geniş kitleleri, devrimci bir ruhla örgütlendirmemize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz.Eğer bu koşullar yerine getirilmezse, bu ülkelerdeki reformcu burjuvaziye karşı (ki bunlara 2l. Enternasyonal kahramanları da dahildir.) savaşım veririz. Sömürge ülkelerdeki reformcu partiler şimdiden mevcutlar ve bunların temsilcileri, bazen kendi kendilerini sosyal-demokrat ve sosyalist olarak adlandırmaktadırlar. Değindiğiniz bu ayrım, bütün tezlerde şimdi mevcuttur ve öyle sanıyorum ki, böylelikle bizim görüşümüz, şimdi artık çok daha tam ve kesin bir biçimde formüle edilmiştir.” (UKTH. s.234-235)Emperyalizm, ulusal kurtuluş savaşlarının gelişimi boyunca, bir yandan sömürgeci şiddet politikasını başlıca politikası olarak izlerken, diğer yandan bu temel politikası yanında özellikle sömürgelerin kurtuluş mücadelesinin yükseldiği 2.emperyalist paylaşım savaşı sonrasında – görünüşte bağımsız gerçekte ekonomik- politik askeri yönden kendisine bağımlı devletler kurma taktiği ve ulusal burjuvazinin reformcu hareketleriyle uzlaşarak bu yolla ulusal kurtuluş devrimlerini karşı-devrime dönüştürme taktiği de izleye geldi. Ulusal devrimleri engellemek için, emperyalizme bağımlı devletler kurma taktiğiyle, pek çok sömürgede krallıkları ve kapitalist gelişme düzeyine bağlı olarak işbirlikçi burjuva ve toprak ağası diktatörlükleri iş başına getirdi. Öte yandan emperyalistler, sömürge ve bağımlı uluslarda kapitalizmin gelişme düzeyine bağlı olarak, gelişen ulusal kurtuluş hareketi içinde ‘uzlaşıcı ulusal burjuvaziyle ve reformcu ulusal burjuva örgütleri devrimci ulusal kurtuluş hareketlerine karşı destekleyip ön plana getirerek devrimleri ya doğrudan karşı devrimlere dönüştürdüler veya süreç içinde bunu sağladılar. Özellikle; proleter devrimlerin geliştiği ve zafere ulaşmakta olduğu ülkelerde, burjuva ulusal örgütleri karşı devrimin proletarya devrimine karşı vurucu güç haline getirmeyi çalıştılar. getirdiler.Ulusal mücadelenin tarihi gelişmesi içinde yaşanan bu gerçekler karşısında, Marksist-Leninistler her ülkedeki somut toplumsal ve siyasal koşulları ve güncel dünya koşulları içerisinde, ulusal hareket içinde meydana gelen bu ayrımı dikkate alarak reformcu ulusal hareketlere karşı mücadele, ederlerken devrimci ulusal hareketleri de desteklediler ve bağlaşmaya gittiler.Kemalizm ile ideolojik-politik köprüler atılması.Yukarıda belirttiğimiz gibi, ulusal kurtuluş mücadelesinde ulusal reformist ile ulusal devrimci ayrımını doğru olarak algılamalıyız. Haliyle Kemalist hareket devrimci olmadığı halde ilk başlangıçta sınırlı anti-emperyalist bir rol oynayan ama savaş içinde emperyalizmle uzlaşma ve ardından işbirliği çizgisine evrilen ve emekçilerin halk devrimin çizgisine karşı Türk burjuvazi ve toprak ağalarının ittifakına dayanan, emperyalizm ile uzlaşma ve işbirliği içinde olan yani emperyalist burjuva ile birlikte devrimci hareketlere karşı ve devrimci sınıflara karşı savaşım veren ulusal reformist karşı-devrimci harekettir.Buradan hareketle Kemalist hareketi ve ulusal kurtuluş mücadelesinde bu pencerede bakmalıyız. Türkiye devrimci hareketinde Kaypakkaya’nın burjuva ideolojisiyle bütün bağlarını kopardığı ve devrimci hareket üzerindeki ideolojik etkiyi kırmak için cepheden savaştığı ” Kemalizm”e karşı mücadele, aynı zamanda şovenizm ve sosyal şovenizme karşı mücadelede temel bir rol oynamıştır. Aynı zamanda tabuları yıkan bu çıkış, devrimci ve komünist hareket cephesinde yeni bir saflaşmanın temelini oluşturdu.Kaypakkaya daha PDA içerisindeyken, PDA’nın Kemalizm hayranlığına ve onun kuyrukçuluğuna karşı ideolojik mücadele yürütmüş ve kendi teorik-politik görüşlerini geliştirip olgunlaştırmıştır. Kaypakkaya’nın bu çıkışı, aynı zamanda devrimci hareket içerisinde ”sınıf işbirliğine karşı” mücadelede özel bir etki yaratmış ve bunun politik önemini bilincine çıkarmıştır.Çünkü Kemalizm’e karşı mücadele edilmeden, burjuvaziyle bir bütün olarak bağların koparılamayacağı ve sınıflar mücadelesi içerisinde karşı-devrimci burjuva ideolojisiyle kesin bir kopuşu sağlanmanın mümkün olmayacağı bir gerçekti. Bu gerçeği bize Kaypakkaya yoldaş kavrattı. Hem de 1970’li yıllarda devrimcilikle Kemalizm eşdeğer görüldüğü, Kemalistlerle ittifak yaparak devrim yapma hayallerinin pompalandığı, Kemalistlerin devrimin temel müttefiki olarak görüldüğü bir süreçte Kemalizm’in halk düşmanı gerici özünü ortaya koyan tavır geliştirdi. Dahası Kaypakkaya yoldaş Kemalizm’e kesin ve cepheden savaşım yürüterek, Kemalist ideolojiyle bütün bağlarını koparıp atarak, Türkiye devrimci hareketine üzerinde yürümesi gereken tarihi bir miras bırakıyordu.Kaypakkaya PDA’ yı eleştirirken çağımızın ”proleter devrimler çağı yanında ” milli kurtuluş savaşları çağı” tezini önemli bir eleştiriye tabi tutar. PDA’nın, proleter sosyalist Ekim Devrimi ile Kemalist milli kurtuluş savaşını aynılaştırma çalışması Kemalist devrime dünya genelinde özel bir rol biçmesindedir. Zaten çağ kavramı içerisine alınması da bunun bir ifadesidir. Kaypakkaya yoldaş, ” eski tipte burjuva demokratik devrimlerin” tarihsel ömrünü doldurduğunu ”burjuvazinin ilerici rolünü tükettiğini” ve bunun ” proletarya tarafından ele alındığını” vurgular. Böylece Kemalist hareketin tarihsel olarak ”proleter devrimlerle bağdaştırılamayacağını” tersine bunun bir burjuva tezi olduğunu belirtir. Anadolu’da işçilerin-köylülerin emperyalizme karşı mücadelesi ile ”Kemalist hareketin tutumunun kesinlikle aynı olmadığını” vurgular. Şöyle der, ”bu yüzden devrim, halkın kanı-canı pahasına başarıya ulaşacağı halde, ona karakterini veren burjuvazi ve toprak ağalarıydı..” (Cilt 2, s 59)Emperyalizme karşı bir hareket olarak yükselen. Anadolu halkının mücadelesi, burjuva ve toprak ağalarının etkisine giren ve daha savaş içerisinde emperyalizmle uzlaşan bir hareket haline gelir.Kemalist hareketin ”Milli burjuvazinin önderliğinde de gelişmediğini belirtir.” Özellikle PDA’nın yaklaşımlarını veya böyle gösterme çabalarını eleştirirken, amacının da ”Kemalist burjuvazinin, Kurtuluş savaşının başından itibaren toprak ağalarıyla ittifak halinde olduğunu saklamaktır”der.”.. Kemalist Türkiye’nin iktisadi bakımından yarı-sömürge, siyasal bakımdan yarı bağımlı olduğunu, yani Türkiye’nin başından itibaren emperyalizmin boyunduruğu altında olduğunu görmemektedir. Yani komprador burjuvaziyle toprak ağaları diktatörlüğü altında olduğunu gözlerden saklamaktadır.” (age, s. 63)Kaypakkaya, Kemalist hareketin hangi ekonomik ve siyasal alanlar üzerinde şekillendiğini ortaya koyarak, Kemalizm’in egemen sınıfların ideolojisi olduğunu vurgular ve revizyonist akımların Kemalizm konusundaki görüşlerinin ciddi bir eleştirisini yapar. Kaypakkaya yoldaş, Kemalizm üzerine yaptığı 10 maddelik bir özet bize komünist hareketin tutumu açısından açık bir fikir veriyor :”1- Kemalist devrim Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının, tefecilerin, az miktarda sanayi burjuvazisinin, bunların üst kesiminin bir devrimidir.. 4- Kemalist hareketin sonucunda, Türkiye’nin sömürge, yarı-sömürge ve yan feodal yapısı devam etmiştir. 5- Sosyal alanda, eski komprador büyük burjuvazinin ve eski bürokrasinin ulemanın hakim mevkii, milli karakterde orta burjuvazi içinde palazlanan ve emperyalizmle işbirliğine girişen yeni Türk burjuvazisi ve eski komprador burjuvazinin bir kesimin yerini yeni bürokrasi almıştır.. 6- Politik alanda, hanedanlık çıkarlarıyla birleştirilmiş olan meşrutiyet iradesinin yerini, yeni hakim sınıfların çıkarlarına en iyi cevap veren idare, burjuva cumhuriyeti almıştır. 7- Kemalist diktatörlük, sözde demokratik, gerçekte askeri bir faşist diktatörlüktür..” (age, s. 64-65)Elbette Kemalist hareketin devrimci ulusal kurtuluşçu bir niteliğe sahip olmadığından hareketle, Stalin yoldaşın ifade etmiş olduğu gibi Kemalist hareketi “bir halk devrimine karşı Türk Ticaret burjuvazinin üst tabaka devrimi” nitelemesini, komprador burjuvazi olarak nitelemesi-ki bazı Türk kompradorlarından bazıları pazara egemen olma adına saf değiştirerek Uşaklıgiller gibi Kemalist hareketi desteklemiştir- orta-burjuva biçilen hatalı politik değerlendirme yaklaşımın sonucu olarak hatalı bir değerlendirmeydi. Ama Kaypakkaya yoldaşın Kemalizm sorununda total değerlendirmesine baktığımızda M.Kemal’in önderlik ettiği Kemalist hareketin 1920’lerin sonuna kadar güdük anti-emperyalist bir mevzide dururken, emperyalizm ile el altında uzlaşma ve ardından işbirliği çizgisiyle 1921den komünistleri katlederek, Çerkez Ethemi tasfiye ederek, halka düşman karşı-devrimci bir çizgiye kapaklandığını, 1923 de iktidarı eline aldığının ardında Tekçi Türkçü Sünni İslamcı politikaları pratiğe sürerek, Türk burjuvazisi ve toprak ağaları sınıfların çıkarlarını merkezde tutan tiran bir diktatörlük ilan ettiğini,1925 de Şeyh Sait olayını bahane ederek ülke çapında sıkıyönetim ilan edilerek faşist bir diktatörlük kurulmuştur.Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın Kemalizm SavunusuDeniz ve Mahirin Savunmalarında Kemalizme Yaklaşım..!16 Ağustos 1971 pazartesi günü 26 arkadaşı ile birlikte İstanbul 3 No’lu Askeri Mahkemede yargılanmaya başlanan THKPC üyeleri kendilerini Mahir Çayan’ la birlikte “27Mayıs Anayasa’sını savunan Milli Kurtuluşçu Sosyalist aydınlar” olarak tanımlarlar. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının THKO Davası da 16 Temmuz 1971 tarihinde Ankara Altındağ Veteriner Okulu binasında başlamış ve 9 Ekim 1971 günü yani 2 ay 23 gün içinde karara bağlanmıştır. Bu duruşmalar sürecine damgasını vuran ana tema, yapılan SAVUNMA’ da Deniz Gezmiş’ in Mahkeme Heyetine “Biz halkımızın çocukları ve Atatürk’ ün memlekete emanet ettiği gençleriz, nasıl ki O, Yunan orduları ta Polatlı’ ya gelmesine rağmen önlerinden kaçmadıysa ve yolundan dönmediyse biz de dönmeyiz, ve eğer dönersek işte o zaman vatana ihanet etmiş oluruz” diyerek Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasına gönderme yaparak daha sonra Mahkeme Heyetine şöyle diyordu: “… bağımsızlığımızı tekrar kazanma yolunda mücadeleye girmiş olan bizlerin elli sene önce Mustafa Kemal’ in hakkında gıyabi idam kararı verilmesi gibi idamımız isteniyor. Gene belirtmekte fayda vardır ki biz de O’ na ve halkımıza ihanet edip bağımsızlığımızı tekrar kazanma yolundaki mücadelemizden dönmeyiz.” Savunmada “Ortadoğu Milli Kurtuluş Mücadelelerinin Odak Noktası Olma Yolundadır” başlığı altında dönemin dünya konjoktürünü değerlendirirken “Dünyanın fırtınalı kırlık bölgesi olan Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın odağı yavaş yavaş Ortadoğu’ ya kaymaktadır. Ortadoğu’nun jeo-politik bakımdan önemli halkası ise Türkiye’ dir” diyordu ve “Anadolu İhtilalinin oluşum sürecinde Milli Kurtuluşcuları izlemek ve yok etmek için hain İstanbul hükümeti sürüyle hafiye besliyordu.” Dedikten sonra “bu hafiyelerle milli mücadeleleri bastırmak ve etkisizleştirmek mümkün olsaydı, hakkında ölüm fermanları çıkartılan Mustafa Kemal ve arkadaşları Vahdettin’ e ve emperyalistlere yenilirlerdi.” gerçeğini dile getiriyordu. 1908 II. Meşrutiyet hareketini de “milliyetçi hareket” olarak olumlarken ilk yılların “atılım yılları” olduğunu belirterek Atatürk devrimlerinin de temellerinin bu dönemde atılmış olduğuna işaret etti. Deniz Gezmiş savunmanın ilerleyen sayfalarında “ Türkiye emperyalizme karşı ilk Kurtuluş Savaşı veren ve onu dize getiren ülkedir. Bütün ezilen uluslara ışık tutan ve Kurtuluş Bayrağını dalgalandıran Türkiye halkı bundan 50 yıl önce görevini yapmıştır… Türkiye halkı Kurtuluş Savaşında, emperyalizme ve uşaklarına gerekli dersi nasıl verdiyse bu defa da onurunu çiğnetmeyecek ve bağımsızlığını elde edecektir” diyor ve devam ediyor “ Kurtuluş Savaşımız Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öncülüğünde gelişen ve bu kadronun çıkışıyla güçlenip başarıya ulaşan bir mücadeledir” dedikten sonra şunları ekliyordu: “19 Mayıs 1919 saldırgan emperyalistlere ve onların emrinde ki iç düşmana karşı Mustafa Kemal önderliğinde Türk Halkını örgütlemek için Kurtuluş Savaşı’nın politik anlamda başlangıcıdır. 19 Mayıs 1919 Ulusal Kurtuluş Mücadelesi için Mustafa Kemal ve arkadaşlarının halkın silahlı gücü ve öncüsü olarak harekete geçişidir.” Mustafa Kemal Samsun’ a ayak bastığı zaman hedefini şöyle dile getiriyordu: Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak olarak yaşamaktansa yok olsun daha iyi. Öyleyse YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM… İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Mustafa Kemal’ in politikası ne pahasına olursa olsun Kurtuluş Savaşı’nı yürütmek ve hiçbir ülkenin himayesini kabul etmeden ülkenin bağımsızlığını elde etmektir. Deniz Gezmiş, Erzurum Kongresi kararlarını savunmasında aktararak 1919’ da Albay Budyeni başkanlığında bir Sovyet Heyeti’nin Havza’ da Mustafa Kemal ile buluşarak emperyalizmi ve onun emrinde ki Ermeni ve Pontus teşkilatlarına karşı olduklarını bildirerek Kurtuluş Savaşı’ mızı destekleyeceklerini, gerekli silah ve parayı vereceklerine dair teminat verdi. Mustafa Kemal emperyalist ülkeler, Ermeni ve Pontus meselesinde Sovyetlerle aynı fikirde olduğunu beyan ediyordu, demekle bu konularda da Mustafa Kemal’ in eylem ve düşüncelerini paylaşıyordu. Deniz Gezmiş savunmasında “Bütün Mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv-ü perişan edecektir” sözünü aktardıktan sonra Atatürkçü geçinenlere onun sözlerinin okunmasının gereğini belirtir. (S.57-58) Gerici güçlerin ve siyasi iktidarın yanında Amerika dahil bütün emperyalist güçlerin Mustafa Kemal Türkiye’ sinde Kurtuluş Savaşımızın ordusuna karşı olduklarını vurgulayan Deniz Gezmiş NATO’ ya da tam karşı bir duruşla “Onlar (emperyalistler) Mustafa Kemal Türkiye’sinde ve Kurtuluş Savaşımızın Ordusuna da karşıdırlar. Onlar için en iyi ordu, ortakları olan ve sermayelerini koruyacak olan ordudur.” Demekle NATO’ nun ordusu konusunda ki tutum ve görüşünü belirtmektedir. Savunmasının ilerleyen sayfalarında Deniz Gezmiş bugün için de çok tartışılan ve küreselleşmeci, Amerikancı, dönek kalemler tarafından yönetilen Cumhuriyet yıkıcılarının taşeronları, Kemalist Devrimin cepheden düşmanları, iflah olmaya ulus ve ulusalcılık düşmanlığı konusunda şunları söylemektedir: “ Ulusal varlığımızı yok etmek isteyen emperyalizme ve yerli ortaklarına karşı Millici ve Devrimci sınıfların takip etmeleri gereken MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM stratejisi, hareketimizin çizgisidir. Diğer bir anlamıyla bütün Millici sınıf ve tabakaların ortak devrim anlayışı Milli Kurtuluş savaşının bu savaşı ve onun başında ki Mustafa Kemal’ i yok edeceği, ortadan kaldırıcı bir düzen kuran, Karşı Devrimci – Gerici İttifak’ a karşı yapılmış olan 27 Mayıs İhtilalinin 1961 Anayası’nın bir devamı ve tamamlayıcısıdır.” görüşüyle çok önemli bir belirleme yapıyor, “…bizler; Türkiye toplumunun tarihin geçmişinde sağlam olan Ulusal ve Devrimci ne varsa onun mirasçısıyız.” diyerek mirasçısı oldukları tarihsel birikimin yerini işaret ediyor. (S.202)Siyasal bakış açısını ortaya koyan bu ifadelerden sonra işlerinin “En az Atatürk’ ün kumanda ettiği Milli Kurtuluş Savaşı kadar zor ve çetin ama mümkün” olduğunu belirterek devrimci inancını da gösteriyordu. Ayrıca önemli bir vurgu yaparak Amerika’ nın “Silahlı Kuvvetlerden başlayarak bütün kurumları ve fertleri büyük bir titizlikle Amerikanlaştırmaya çalışıyorlar” diyerek daha o zaman tehlikenin kaynağını ve büyüklüğünü belirtiyordu. Mahir Çayan’ın Kemalizm Savunusu Mahir Çayan da savunmasında 20 Eylül 1921 tarihli Aydınlık’ ta Şefik Hüsnü’ nün yazdığı yazıda Marksistlerin Kemalistlerle olan ittifakına gönderme yaparak bu ittifakın doğruluğunu belirtmektedir. Ve ilave ediyor, “…bugün olduğu gibi I.Kurtuluş Savaşı sıralarında da Milli Kurtuluşcular ile – aynı zamanda Milli Kurtuluşçu olan- Marksistler arasında zıtlık yoktur, tam tersine, aynı hedef doğrultusunda bir güç birliği vardır.” O dönemde ki mücadelenin hedefiyse bugün olduğu gibi “ Tam Bağımsızlıktır”, görüşüyle 1920’ lerin mücadelesiyle 1970’ lerin mücadelesinin ortak paydasını vurgulamaktadır. Kuvayı Milli içinde tam bağımsızlığı hedef alan ve bunun için, Tam Bağımsız Türkiye kurulana kadar savaşan, öngördüğü rejimin milli, laik cumhuriyet olduğunu belirten Mahir Çayan, bu tanımının devrimci Mustafa Kemal’ e ait olduğunu, kimi reformistlerin farklı düşündüğünü belirtmektedir. “Gazi Mustafa Kemal’ in önderliğinde I.Kuvayı Milliye’ nin zaferiyle birlikte dünyada mazlum ulusların, emperyalist boyunduruktan kurtulmanın yolunun halk savaşlarıyla olabileceği belirterek, Kurtuluş Savaşının’ da bütün bir ulusa ve halka [Ya İstiklal, Ya Ölüm] şiarını benimseterek istiklali tam Türkiye bayrağı altında ulus örgütlendirilerek, bir Halk Savaşıyla emperyalist boyunduruk kırılmıştır.” diyen Mahir Çayan, kayıtsız koşulsuz olarak Mustafa Kemal’ e ve Kurtuluş Savaşının ilke ve amaçlarını tümüyle benimsediğini ve THKPC Hareketinin de bu yolun izleyicisi olduğunu belirtmektedir. “…tekke,zaviye, v.b. feodalizmin üstyapı kurumlarının kapatılması, laisizmin esas alınması, fosilleşmiş ilişkilere karşı alınan tavrı” olumlu olarak görmektedir.(S.57) 1923 koşullarında iktisadi çözümler konusunda belirtilen tam bağımsızlığın içeriğini iktisadi anlamda da tam bağımsızlık olarak gören M. Çayan bu anlayışın 1971’ de de geçerli olduğunu belirtiyor. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesini “ Türkiye Tarihinde tam bir dönüm noktası” olmakla niteleyen Çayan Demokrat Parti’ nin politik iktidarı ele geçirmesinin anti-Kemalist, karşı devrimin zafere erişmesi olarak belirler ve devam eder: “Kemalistlerin iktidarları döneminde sindirilmiş, pusturulmuş olan feodal ideolojiler, bir anda hızla gelişmiş, görülmedik bir yayılma alanına sahip olduğunu” belirtirken bu günler için ne derdi acaba? Anti-Kemalist karşı devrimin kökleştiği dönem olarak görülen DP iktidarı, bünyesindeki devrimci- milliyetçilerin büyük çoğunluğunu barındıran Türk Ordusu’ nu Kemalist, ilerici niteliğine de yine bu iktidar sürecinde müdahalelerde bulunulduğunu örnekleriyle ortay koyar. Mahir Çayan, Ordu ve Bürokrasi içindeki devrimci-milliyetçilerin DP’ nin anti-Kemalist karşı devrimine kırmızı ışık yaktıklarını ve 27 Mayıs 1960’ da hakim ittifakın partisi DP’ nin alaşağı edildiğini belirterek 27 Mayıs Devrimi konusunda ki görüş ve anlayışını da ortaya koydu: “Türkiye devrimler tarihinde oldukça önemli ve şerefli bir yere sahip olan 27 Mayıs Devrimi, yerli hakim sınıflara karşın, ordu ve bürokrasi içindeki aydınların, ilerici, milliyetçi bir hareketidir.” II.Milli Kurtuluşçu (II.Kuvayı Milliye) akımının tam bağımsızlığı savunmasında ittifaklar olarak sosyalistlerle asker sivil aydın zümrenin sol kanadını oluşturan Kemalistler bileşiminin olduğunu belirten Mahir Çayan bu bileşiminin hedefinin Milli Demokratik Devrim olduğunu, 1919 da başlayan Anadolu ihtilalini tamamlamakla” yükümlü olduklarını açıklar. (S.113) “Milli Kurtuluşcular” kavramını sık sık kullanan ve THKPC’ yi bu şekilde niteleyen Mahir Çayan 1970’ ler dünyasında bir ulusun bağımsız olarak yaşayabileceğini inkar eden vatan-millet kavramlarından yoksun kozmopolit aydınları eleştirir. Gazi Mustafa Kemal’ in emperyalizme ve kapitalizme karşı savaş açmasına rağmen sosyalist olmamasını iç ve dış dinamiklere bağlayan Mahir Çayan, bu nedenden ötürü hiçbir sosyalist O’nu kınayamaz, yargılayamaz diyor ve ilave ediyor “O’ nun o ortamda anti-emperyalist ve anti-feodal düşünce ve aksiyon içinde olması bile önemli bir şeydir.” “…uluslaşma ve ulus olma aşamasında ki bi ülkede sosyalist bir liderde bundan başkasını yapamaz.” Der. Mustafa Kemal Atatürk için savunmasında şu önemli betimlemeyi yapan Mahir Çayan: “O, dünyada ilk defa zaferle sonuçlanmış bir halk savaşının büyük bir lideri, mazlum ulusların emperyalistleri alt edebileceğini ilk defa gösteren bir ihtilalci olarak cephelerden cephelere vatan müdafaası için geçen hayatından dolayı sosyal sistem ve doktrinleri incelemeye zaman bulamadığını” kaydeder. Mustafa Kemal’ in vatanseverlik ateşinin O’nu mutlaka sosyalizme de götüreceğini belirten Mahir Çayan bu gibi devrimci önderlerin bağımsızlığı esas alan uluslarının kapitalist olmayan kalkınma yolundan yavaş yavaş sosyalizme götüreceğini açıklamasına ekler. “Mustafa Kemal sapına kadar ihtilalcidir. O … emperyalizm ve levantenleri tamamıyla tasfiye etmiş, hilafeti teokratik yönetim v.s. gibi feodalizmin üst yapı kurumlarını paramparça ederek Milli ve Laik Türkiye Cumhuriyeti’ ni kurmuştur” diyerek Cumhuriyet ve devrimlerin esas çizgisini ortaya koymuştur. 1950’ de Demokrat Parti’ nin iktidara gelmesi Anadolu İhtilali’ nin sonu, karşı devrimin ise zaferidir diyen Mahir Çayan günümüzün gelişmelerine tanık olsaydı durumu günümüzün Silivri’de tutuklu devrimcileri ve vatanseverleri gibi değerlendireceği herhalde kuşkusuzdur. Savunmasında Kemalizm konusunda ki eleştirilere yanıt veren Mahir Çayan, Kemalizm’ i bir burjuva ideolojisi olarak görmenin yanlışlığını ortaya koyarken, Kemalizm’ in anti-emperyalist ve anti-feodal bir tavır alış olduğunu belirterek “Kemalizm’ in sağı solu olmaz” diyor ve devam ediyor “Kemalizm soldur, Milli Kurtuluşçuluktur, emperyalizme karşı isyan bayrağıdır. Milli Kurtuluşcu bir tutum yansıtması açısından bizler sapına kadar Atatürkçüyüz. O’nun Milli Kurtuluşculuk bayrağını, hayatımızda dahil her şeyimizi ortaya koyarak biz dalgalandırıyoruz.” diyerek devam ediyor ve “Sosyalizmi Kemalizm’ in öngördüğü anti-emperyalist ve anti-feodal tavır alışı, bizatihi içinde taşımaktadır. Bir başka deyişle Anti-emperyalist, anti-feodal ve anti-kapitalist bir ideolojidir. Bu nedenle ülkemizde sosyalistler gerçek anlamda Atatürkçü bir tutum içindedirler. Bu yüzdendir ki emperyalizmin işgali altında olan ülkemizde sosyalist olmadığı halde, Kemalist tutum içinde olanlarla sosyalistler arasında bir zıtlık yoktur. Aksine tam bir kader birliği vardır. Çünkü II.Milli Kurtuluş Savaşımız bu iki gücün ortak ittifakıyla zafere erişecektir” derken günümüzün de ittifak anlayışını ve çözümün bileşenlerinin ne olduğunun çerçevesini çizmektedir.12 Mart Muhtırası Darbesinin hedefi açıklarken jeo-politik bakımdan Ortadoğu’ nun en önemli halkası durumunda bulunan Türkiye’ de ki sola kayışı, Milli Kurutuluşcu eylemi önlemek, böylece emperyalizmin mutlaka elde tutmak istediği bu kilit potansiyel bölgeyi (Türkiye’ yi) yeniden tahkim etmek; ABD emperyalizminin… Ortadoğu’ da tampon bölgeler kurmak ve bu bölgeleri kesinlikle elinde tutmak amacında” olduğunu, bu nedenle Türkiye’nin ABD emperyalizmi açısından çok önemli özellikler taşıdığını savunmasında ortaya koyan Mahir Çayan 40 yıl içinde çok önemli gelişmeler olmasına karşın ana strateji ve çizgi açısından 2000’ li yıllarıda görmüştür diyebiliriz. 1968’ de başlayıp 1971’ de sonlanan mücadele Türkiye’nin gündemi açısından yeniden ele alınmalıdır. Biz bu yazıda sadece savunmalarda ki belgesel niteliği günümüze taşıyarak Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın Kemalizm, Mustafa Kemal ve Atatürkçülük kavramlarına hangi anlamları yüklediklerini yoruma yer vermemeye çalışarak okura aktarmaya çalıştık. Bugün, siyasal gündemin diğer önemli kavramlarında savunmalarda değerlendirilmiş ve içerikleri belirtilmiştir. 1968’ in 20’ li yaşlarda ki bu önderleri günümüz gençleri tarafından doğru olarak bilinmeli ve kavranmalıdır. Kimi dönek ve devrim kaçkınlarının -bu kişilerin o dönemin ve eylemlerin içinde olmaları tanımlamayı değiştirmez – günümüzün devrim düşmanı, küreselleşmeci, ABD emperyalizminin dostları durumunda olmalarıyla 68’ in temel devrimci mücadelesini teori ve pratik olarak içeriğini değiştirerek aktarmalarına karşı bir dönemsel hatırlatma yapalım istedik. Deniz ve Mahir simgesel nitelikleriyle devrimci görüşlerin sahibidirler.Ne eksi ne fazla. Savunmaları verilen mücadelenin ideolojik rehberidir. Gerçek olduğu gibi bilinsin istedik. Yazıyı Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın savunmalarından birer alıntıyla sonlandıralım. Önce Deniz Gezmişten bir alıntı: “Ulusal varlığımızı yok etmek isteyen emperyalizm ve yerli ortaklarına karşı, Millici ve Devrimci sınıfların takip etmeleri gereken Milli Demokratik Devrim stratejisi hareketimizin çizgisidir. Diğer bir anlamıyla bütün millici sınıf ve tabakaların ortak devrim anlayışı, Milli Kurtuluş savaşının bu savaşı ve onun başındaki Mustafa Kemal’ i yok edici, ortadan kaldırıcı bir düzen kuran, karşı devrimci-gerici ittifaka karşı yapılmış olan 27 Mayıs İhtilalinin ve 1961 Anayasasının bir devamı ve tamamlayıcısıdır.BUNUN İÇİNDİR Kİ BİZLER; TÜRKİYE TOPLUMUNUN TARİHİ GEÇMİŞİNDE SAĞLAM OLAN ULUSAL VE DEVRİMCİ OLAN NE VARSA ONUN MİRASÇISIYIZ.Ve bizler, emperyalizmin, yerli işbirlikçilerinin ve onların ittifak kurduğu çağ dışı, bilim dışı kurumların tasfiyesinin ancak, tüm yurtsever sınıf ve tabakaların ortak devrim stratejisi olan Milli Demokratik Devrimle olabileceğine inanıyoruz. Yurdumuzu bu noktaya çok güç ve zor şartlar altında ulaşılabileceğinin de bilincindeyiz. En az Atatürk’ ün kumanda ettiği Milli Kurtuluş savaşı kadar zor ve çetin ama mümkün. Şimdiye kadarki şartlar bizi mücadelemizden yıldırmadı, bundan böyle de yıldırmayacak.” diyerek görüşlerini belirtiyor. Mahir Çayanda “…bizim yolumuz hayatı da dahil olmak üzere her şeyini ortaya koyarak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün Ya İstiklal Ya Ölüm parolasını kendisine şiar edip, Tam Bağımsız Türkiye için bitmemiş olan Anadolu ihtilali için savaşanların yoludur. Bugün, Mustafa Kemal’ in yükselttiği “ İstiklali Tam Türkiye” bayrağı bu yolu seçmiş olan sosyalist ve gerçek Kemalist Milli Kurtuluşçuların ellerinde dalgalanmaktadır” diyerek ideolojisinin esasını ortaya koymuştur. (S.117)Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi, Türkiye devrimci hareketinin burjuvazinin ideolojik etkisinden bir bütün olarak koparılmasının tarihsel bir görevini üstlenmiştir. Devrimin başarıya ulaştırmanın temel öğesinden biri de Kemalizm’den kopuşun sağlanmasına bağlıdır. Burjuva aydınlarının, 1960’lardan başlayan ve 1970’lerde devam eden mücadele çizgilerinin temel ayağını Kemalizm oluşturuyordu. Hatta, revizyonist ve reformist çizgiye tepki olarak çıkan ve örgütlü yapılara dönüşen devrimci militan çizginin de Kemalizm ideolojisinden çok ciddi etkilenmeler vardır.50 yıllık devrimci çalışma Kemalizm’le özdeşleştirilerek, sisteme karşı Kemalizm alternatifi sunuluyordu. İşte burjuva aydınlarının 1961 darbesini selamlamaları, Kıvılcımlının, D. Avcıoğlu’nun dahası YÖN hareketinin- Aybar-Aren revizyonistlerinin bu darbeyi desteklemeleri Kemalizm hayranlığının bir sonucudur. Hatta kısa bir dönem içinde olsa 12 Mart darbesinin ordu içindeki ‘Kemalistliğin’ yaptığı düşünülerek alkışlanmaya başlandı. Bunlar, karşı-devrimci egemen sınıfların ideolojisinin bir var yanı olan Kemalizm’e duyulan hayranlıklarını yaşamın her alanında göstermiştir. Militan devrimci akım, pratikte bunlardan koparak sosyal-şovenizmin etkisinden kurtulmaya çalışırken dahi Kemalist ideolojinin etkisi küçümsenmeyecek düzeydedir. Bu etki Kemalizm’in ‘devrimin temel müttefiki’ olarak görülmesine kadar gidiyor. Bu derece güçlü bir ideolojik etkiye rağmen, TKP/ML Hareketi “Kemalizm’in egemen sınıfların ideolojisi” olduğuna özel bir vurgu yaparak başlandığı ideolojik savaş devrimci cephede yeni bir sürecin başlamasına neden oldu. Bugün dahi Kemalizm’in devrimci hareket üzerindeki etkisinin düzeyi tanışılırken, TKP/ML Hareketi’nin kopuşu temel alınmaktadır. Böylece, Kemalizm’e karşı mücadele, sanıldığı gibi PKK’nın 1984 çıkışıyla olmamıştır. Estirilen bu fırtına artık gerçeklerin görülmesine engel olmuyor. Devrimciler ve komünistler “Sezar’ın hakkını Sezar’a” veriyorlar, vereceklerdir.Türkiye devrimci hareketinin özgünlüğü dikkate alındığında Kemalizm’e karşı mücadele ve burjuva ideolojisiyle bütün bağların koparılması komünist hareket açısından tarihsel bir yere sahiptir. Sorun sadece Kemalist hareketin ideolojik temellerini ortaya koymak değildir. Bu sorunun bir yanı ise de asıl yanının bilimsel sosyalizmin Türkiye özgülünde daha kararlı ve militanca savunmaktır. Yani onun burjuva ideolojilerinden arınmış güçlü bir tarzda savunmaktır. Kemalizm’e karşı mücadele, Türkiye özgülünde bu gerçekliğin temel halkasını oluşturmuştur.Kemalizm’e karşı mücadelede Kaypakkaya yoldaş bunun tarihsel kökenlerine iner. Kemalizm’le hesaplaşmak, devrimci hareket üzerindeki etkisini yıkmak için, TKP’nin oportünist sınıf işbirliği teorik görüşlerinin eleştirisini yapar. Yani Kemalizm’e karşı mücadele ile revizyonist, oportünist akımlara karşı mücadeleyi iç içe geçirir.Çünkü, Kemalizm’in devrimciliği, ilericiliği iddiası Ş. Hüsnü TKP’sinden bu yana gelir. TKP, Kemalizm’e duyduğu hayranlığı, sosyal şovenizmle bütünleştirir ve Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını /özünde reddeder. Bu üç bileşeni birlikte kavramak zorunludur. Çünkü kendi içlerinde bir bütünlük oluşturuyorlardır. Kaypakkaya’nın ve TKP/ML Hareketi’nin Kemalizm, ulusal sorun ve TKP’ye karşı tutumu aynı perspektifle ele alması tesadüfi değildir. Kemalizm gibi bu iki sorunun da incelenmesi gerekir. Çünkü TKP/ML Hareketi’nin doğuşundan bu yana Türkiye devrimci hareketi içindeki yerini kavramak bakımından önemlidir.Devam edecek