Burjuvazinin değişik kesimleri demokrasi ve özgürlük için dövüştüklerini bir kesim demokrasinin geriye gittiği, AKP ve yandaşlarının ise ileri demokrasi yolunda Türkiye’nin ilerlediği sözleriyle hemen herkes ne kadar demokrasi ve özgürlüklere bağlı olduklarını yarış içinde ilan etmekten geri durmuyorlar. Dahası ortalık demokrasi ve özgürlük sözleriyle yankılanıyor. Faşistinden dincisine, sosyal demokratında reformistine hemen her kesi, demokrasi bilincini çarpıtarak emekçileri zehirlemeye çalışıyor.
Elbette her sınıf ve katman, kendi sınıf perspektifiyle olguları değerlendirir. Bu durumda demokrasi kavramı her sınıf ve katmanın eğilimine göre parlak ya da mat olmaktadır. Egemen sınıflar ve onun yürütme organı AKP hükümeti “demokrasi” adı altında çıplak faşist dinci diktatörlüğü uygularken, sosyal-demokrat sosuna batırılmış liberal burjuvazinin temsilcisi CHP vb. parti ve aydınlar, Avrupa merkezli, kolu-kanadı kırılmış burjuva diktatörlüğünü halk için demokrasi olarak yutturmaya çalışıyorlar.
Aynı biçimde aşkın partisi ve sosyal-demokrasinin boşluğunu doldurmaya soyunmuş olan ÖDP, “çoğulculuk projesi” , “HDP’nin radikal Demokrasi” adı altında demokrasiyi sınıfsal özünden soyutlayarak, işçi sınıfı ve emekçi yığınların bilincini bulandırarak, gerçek demokrasinin nemenem bir şey olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. Buradan olarak çete devletin her alanda suç üstü yakalandığı, halka baskı, işkence, zulüm ve katliamdan başka bir şey vermeyen Kemalist cumhuriyetin ve ardıllarının, bilumum liberal burjuva ve reformist kesimlerin içeriğini boşalttığı, demokrasinin ne olduğunu öncelikle açıklamak gerekiyor ki, proletarya ve emekçi yığınların bilincini açıp, ufkunu ileri taşımayı başarabilelim. Keza buna bağlı olarak egemen sınıfların demokrasiden ne anladıkları üzerinde durarak, gerçekte ülkemizde iddia edildiği gibi demokrasi var mıdır? Yoksa, kimler için yoktur sorusuna yanıt arayalım
Keza buna bağlı olarak egemen sınıfların demokrasiden ne anladıkları üzerinde durarak, gerçekte ülkemizde iddia edildiği gibi demokrasi var mıdır? Yoksa, kimler için yoktur sorusuna yanıt arayalım.
Bunun için başta demokrasi kelimesi bize neyi hatırılatır, ya da hatırlatmalıdır? Demokrasi kelimesi bir diktatörlüğü vurguladığı gibi, aynı zamanda demokrasiyi de vurgular. Bu konuda ustalar şöyle der; “Marksist yönde bir savda bulunursak, şöyle dememiz gerekir; sömürücüler kaçınılmaz olarak devleti (şimdi demokrasiden, yani devlet biçimlerinin birinden söz ediyoruz) kendi sınıflarının bir aracı haline sokarlar. Bundan dolayı, çoğunluğu yani sömürülenlerle egemen olan sömürücülerin var olduğu sürece demokratik devletler, sömürücüler için bir demokrasi olmak zorundadır. Sömürülenlerin devleti, böyle bir devletten temelden farklı olmalıdır. Bu devlet, sömürücü bir demokrasiden, sömürülenleri ezmek için bir araç olmalıdır. Bir sınıfın baskı altında olması, o sınıf için eşitsizlik, onun ‘demokrasi’ dışı bırakılması demektir.” (Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, s. 99)
Bu neden böyledir? Günümüzde insan topluluklarının çeşitli sınıflara bölündüğünü hepimiz biliyoruz ve bunun böyle olduğunu kabul ediyoruz. İşte bu sınıflara bölü insan topluluklarının çıkarları birbiri ile çelişki ve çatışma halindedir. Çıkarları çelişme ve çatışma halinde olan bu sınıflardan her biri, kendi çıkarlarını özgür bir şekilde yansıtmaya çalışırken, diğer sınıf ya da sınıfları baskı altında tutmak -tabi ki, baskı ve şiddete dayanacaktır- zorundadır. İşte şiddet yoluyla, o sınıfın kendi çıkarlarını özgür bir şekilde yansıtması demek, o sınıf için demokrasidir, kendilerinin istediği şekilde rahat hareket etmesidir. Dahası sınıf menfaatlerini özgürce dile getirmesidir.
Diğer taraftaki sınıf ya da sınıflar için bir diktatörlük demektir. Çünkü onların çıkarları aleyhine çeşitli yasa ya da yasalar çıkarılacak, onlar özgür bir şekilde sınıf menfaatlerini dile getiremeyeceklerdir. Bunu, -yani sınıf menfaatlerini dile getirmeye çalıştığı anda- şiddet yoluyla bastırılacaklardır, demokrasi dışı bırakılacaklardır. Demokrasi dışı bırakılan sınıf ya da sınıflar, kendilerine demokrasi uygulanması için sürekli çaba sarf edeceklerdir. Bu çabaların çapları ile kapsamları tabiki değişiktir. şiddetlisi olduğu gibi şiddetsizi de vardır. Barışçı olduğu gibi savaşçısı da vardır.
Demokrasi dışı bırakılan sınıf ya da sınıflar, bu mücadeleler içerisinde kendi lehlerine çeşitli tavizler elde etmeye çalışırlar. Bu tavizlerin kapsamı mücadele yürüten sınıf ya da sınıfların gelişme yönünü, güç ve potansiyeline bağlıdır. Bu bir, ikincisi, kendisine demokrasi uygulaması ve sınıfın gücüne, örgütlülüğüne ve gelişme gücüne bağlıdır. Örneğin kendisine demokrasi uygulayan sınıf eğer burjuvazi ise, bunun gelişme yönü çürümeye doğrudur. Eğer proletarya ise, bunun gelişme yönü gün be gün gelişen, yetkinleşen ve güçlenen bir yerde olduğu gibi, sınıf çelişmelerini de ortadan kaldırmaya yöneliktir.
Keza bu günlük pratik politikasına da yansıyacaktır. Sömürücü sınıflar ise, sınıf çelişkilerini ortadan kaldırmak şöyle dursun, giderek çelişkileri keskinleşecektir. Bundan dolayı da sömürücü sınıfların “demokrasi”si var olduğu sürece, sınıf çelişmeleri keskinleşir. Eğer proletaryanın demokrasisi varsa sınıf çelişkilerini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Çünkü, proletarya sınıfları ortadan kaldırmaya yönelik bir sınıftır.
Tüm anlatılanlarda da görüleceği gibi, demokrasinin var olduğu her yerde sınıflar vardır. Sınıflar var olduğu her yerde demokrasi vardır. Bu temelde Türkiye’de demokrasi var mı, yok mu sorusuna geçebiliriz. Hemen yanıt verelim. Bugün Türkiye’de demokrasi yok diyenler yanlış bir tespite varmaktadırlar. Türkiye’de demokrasi vardır, kimler için vardır? İşte asıl olarak bu sorunun yanıtını bulmak gerekiyor. Yukarıda sınıflar var olduğu sürece “demokrasinin” var olacağını vurgulamıştık. Sınıflı toplumlarda demokrasinin bir sınıfa ait olduğunu belirtmiştik. O halde, Türkiye’de sınıflı bir toplumdur ve demokrasi de bu sınıfların birisine aittir. Bu sınıflardan işbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak sahiplerine aittir. Bu da demektir ki, Türkiye’de bir avuç azınlık için “demokrasi”, toplumun engin çoğunluğu için ise diktatörlüktür.
Bu TC’nin kurulduğu 29 Ekim 1923’den bu yana böyle olmuştur. Ulusal ve uluslararası çeşitli kurum ve kuruluşlar, çeşitli sınıfların temsilcileri, tek tek kişiler, ordunun politik yönetime el koyduğu ya da ipleri elinde tuttuğu, darbeler ve geçmişte MGK yönetimini gerekçe göstererek Türkiye’de zaman zaman demokrasinin kesintiye uğradığını söyleyerek, iktidarın değişik “sınıfların” temsilcilerinin parlamentoda temsil edilmesi ve bu güçler tarafından yönetilmesini demokrasi olarak görüp, göstermeye çalışarak , emekçilerin bilinci bulandırılıyor. Faşist generallerin yönetime el koyduğu ya da bugünkü koşullarda AKP’nin iktidar iplerini elinde tuttuğu politik iktidarı yönettiği durum, hiç bir biçimde “askeri” vesayetin egemen olduğu dönemden farklı bir durum ortaya çıkarmamaktadır. Çünkü ister “sivil” kuklaların, isterse açıktan üniformalıların iktidarı ellerinde tuttukları koşullarda, Türkiye’de sınıflar vardır ve demokrasi yine burjuva sınıfına aittir. Ama bir farkla ki, o da faşist cuntacılar ve generallerin politik ipleri daha sıkıca elde tuttukları ortamda, mücadeleyle elde edilen belli demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasıyla burjuvazinin sınırsız tekelini kurmuş ve tam anlamıyla kendisine “demokrasiyi” uygulamıştır. Diğer sınıf ya da sınıflara ise çıplak faşist diktatörlük uygulanmıştır.
Buradan hareket ettiğimiz karşımıza genel bir demokrasi tanımı değil hangi sınıf yada sınıflar için demokrasidir sorusunun yanıtı karşımızda duruyor. Proletarya ve emekçiler için mi yoksa burjuvazinin değişik klikleri için mi demokrasi?