Dini gericiliğin karanlığına karşı bizzat en emekçileri aydınlatma mücadelesine girişen Turan Dursun yazdıklarıyla halklarımızı uyutan ve afyon rolü oynayan dinin gerçekliğine ayna tuttu. Turan Dursun’un bu dini gericiliğin gerçek yüzünü ortaya koyması, egemen sınıflar ve onların karanlık uşaklarını rahatsız etti. Nitekim 4 Eylül 1990da bir süikast ile hunharca katledildi. Katledilmesinin 34.yılında Turan Dursun’u saygıyla anıyor ve anısına İslamiyetin kadın sorununa nasıl yaklaştığına dair bir yazısını yayınlıyoruz.Kadının Köleliğinin İlahi Dayanağı Kur’an!
Kur’ an ‘ da kadın-erkek ilişkileri, kadınların toplumdaki yeri, kadın ve erkeklerin birbirlerine karşı sorumlulukları konusunda çok çeşitli ayetler var. Bu ayetlerin tümünde ortak olan bir nokta var. Kadın ile erkek arası ilişkilerin ortaya konulduğu, kadınların toplum içindeki yerlerinin belirlendiği her durumda, erkek birincil planda, kadın ise ikinci plandadır. Erkek hemen tüm sorunlarda tek söz ve karar sahibidir . Erkek kadınların efendisi ve onun sahibidir. Erkek kadın üzerinde otorite sahibi, her türlü hak ve tasarruf yetkisiyle donatılmış üstün cinstir.Erkek egemenliğine dayalı bir toplum yapısının hüküm sürdüğü, ya da erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü bir toplumun öngörüldüğü Kuran ve onun hak din olarak ilan ettiği islamiyete göre erkek, hem toplumun ve toplumsal kurumların yöneticisi ve yönlendiricisi ve hemde ailede yönetici ve yönlendiricidir.Kadın erkek ilişkileri ve kadınların şeriat düzenindeki yeri ve konumunun anlaşılabilmesi için öyle çok ileri gitmeye gerek yok aslında. ‘Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz’ diye bir deyim vardır. Bu bakımdan Kur’an ayetlerini kendisine klavuz edinen birey ve toplumlardaki kadınların durumuna şöyle bir bakmak, bu birey ve toplumların kadın hakkındaki yaklaşım ve tutumlarını anlamak için yeterlidir.Bu nedenle şeriatçı fikirlere sahip insanların kadınlarını her zaman bir adım gerilerinde tutmaları, kadınların, erkeklerinin bulunduğu yerde söz ve karar sahibi olamamaları, toplumsal yaşamın hemen her alanında kadınların erkeklere tabi bir konumda bulunmaları ve dahası yönetici konumlara vb. gelememeleri, kadınların şeriat toplumundaki yeri ve konumu hakkında bir fikir edinmemize yeterlidir . Ancak kadınların bu ikinci sınıfsal konumlarının, Kuran ‘ da nasıl yasa katına çıkarıldığını da görmek gerekiyor!Kuran dikkatli bir şekilde incelendiğinde görülecektir ki Allah, hemen, her konuda erkekleri muhatap almakta, ayetlerinde erkeklere seslenmekte, erkeklerin, günahlarının cezasını cehennemde yanarak çekeceklerini belirtirken, sevapları karşılığında da cennette yollandıklarında orada iri gözlü; ceylan gözlü, güzel yüzlü ‘göğüsleri tomurcuklanmış’, ‘hep bakire’ kızlarla’ ödüllendireceğini belirtmektedir.Bu, nokta çok önemlidir. Çünkü, Kur’an ayetlerinde inananlara, bu anlamda seslenilen her yerde, bahsedilenin erkekler oldukları, kadınların sözünün edilmediği görülmektedir. Hemen her konuda Allah’ın yakın ilgisine mazhar olan ve her seslenişinde muhatap alınan erkekler, ‘kadınların koruyucuları ve hakimidirler’ . Bu bakımdan kadınlar erkeklere sunulan bir ödüldür cennette. Örneğin inanırlara -ki, burada sözü edilen inanırlar erkek inanırlardır ve kadın inanırların esamesi okunmamaktadır- cennetin vaadedildiği bir ayette şunları okuyoruz;“ Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlara (her türlü keder ve üzüntüden) kurtuluş (Cennet) vardır. 32- Bahçeler ve üzümler var. 33- Hem göğsü tomurcuklanmış yaşıt kızlar, 34- (ve cennet meşrubatlarından) doldurulmuş kadehler vardır. ” (Nebe Suresi).Burada inanırlara cennetin müjdelenmesi, cennette göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızların ödül olarak sunulması, söz konusu inanırların erkekler olduğunu yoruma yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.Kur’an ayetlerinin dikkatli okunması bu yaklaşımın Kur’an’ın tümüne egemen olduğunun görülmesine yetecektir. Ki, çeşitli konularla ilgili olarak aktardığımız ayetlerden de bunun anlaşılması mümkün.”25- (Habibim) Müminlere ve iyi arneller yapanlara müjdele: (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetler onlar içindir. O cennetler ki, meyvelerini yedikçe ‘bunlar daha önce (dünyada) yediğimiz şeylerdir diyecekler. Bu rızık (dünyadakine) benzer olarak kendilerine sunulacaktır. Orada tertemiz eşler bulacaklar. Cennette ebedi olarak kalacaklardır. ” (EI-Bakara Süresi 25. ayet)Kur’an’da egemen olan ve erkeği birincil plana yerleştiren, kadını ikinci sınıf insan olarak gören, erkeğin kadının ‘hakimi ve koruyucusu’ olduğunu söyleyen anlayışın doğal sonucu olarak; Kur’ an’ın kadınlara ayrıcı yaklaşımların sergilenmesi gerekiyor;”Erkekler kadınların koruyucuları ve hakimidirler. Çünkü Allah birini (savaş, imamlık ve miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Çünkü erkekler kadınları mallarıyla beslerler. İyi kadınlar (Allah’a) itaat ederler. Allah onların hakkını nasıl korumuşsa onlar da kocaları yanlarında olmadığı zamanda iffetlerini korurlar. Kötülük’ ve geçimsizliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara önce öğüt verin, uslanmazlarsa kendilerini yataklarında yalnız bırakın. Yine dinlemezlerse (hafifçe ) dövün, ama itaat ettikleri takdirde de , aleyhlerine bir, bahane aramayın. Muhakkak ki, Allah çok yüce ve ‘çok büyüktür ” (Nisa, suresi 34. ayet)Özetleyecek olursak;-Erkekler kadınların koruyucuları ve hakimidirler,-Erkekler kadınları mallarıyla beslerler-Allah erkeği savaş, imamlık ve miras gibi işlerde kadınlardan üstün yaratmıştır .-Erkekler kadınlarını gerektiğinde dövebilirler.Burada dile getirilen anlayışlara göre kadınların erkeklerin korumasına ihtiyaçları vardır . Yani kadın kendini korumaktan aciz, korunmaya muhtaç konumdadır: Bu ‘ durumda kendilerini koruyacak bir erkek olmadıkça, kadınlar hiç bir zaman güvencede olamayacaklardır. Çünkü Allah savaş, imamlık, miras gibi işler erkekleri kadınlardan üstün yaratmıştır.Her ne kadar Allah’ın işine sual olunmaz dense de yine de sormak gerekiyor neden erkekleri, savaş, imamlık ve miras vb. gibi işlerde kadınlardan üstün yaratmıştır Allah savaş konusunda erkekler kadınlardan daha üstün konumdadır, çünkü -fiziki olarak -erkekler kadınlardan daha güçlüdürler! İmamlık konusunda erkekler kadınlardan daha üstün konumdadırlar bu nedenle kadınlar imamlık yapamazlar-çünkü onlar daha unutkan( !) dırlar ve Allah’ın ayetlerini ezberleyemez; yada yanlış, hatırlayabilirler- Aynı şekilde erkekler kadınlardan miras konusunda, daha üstün konumdadırlar. Çünkü erkekler, kadınları mallarıyla beslerler.Buradan olarak erkek egemen bir toplum oluşturmayı öngören, Kur’an, ayetlerinde dile getirilen yaklaşımların özü; erkekleri egemen konuma getirerek kadınları onlara tabi duruma getirmek, erkeklerin aile ve toplum içerisindeki egemenliğini sağlayarak kadınların ikinci sınıf insan konumunu yasa katına çıkarıp meşrulaştırarak kökleştirmek.Burada ileri sürülen mantığa göre yaradılışlarında kadının savaş konusunda erkeklerle eşit konumda olması düşünülemez. Savaşma becerisini, en iyi gösterecek, en yetenekli, cins erkek cinsidir. Erkeklerle kadınlar arasındaki güç ilişkisinde ibrenin yönü, terazinin kefesher zaman erkekten yana ağır basmaktadır. Tabii burada, miras konusunda erkekleri kadınları mallarıyla besledikleri gerekçesiyle üstün oldukları yaklaşımları kadınların evin temizliği, yemeğin pişirilmesi. Çocukların bakımı vb. gibi önemsiz işlerin bedeli olamayacağı, kocalarının ücretsiz hizmetçisi olarak iş görmesi vb. gibi önemsiz ayrıntıları dikkate almazsak – bir noktaya kadar anlamak belki mümkün- Ama savaş ve imamlık gibi konularda erkeklerin kadınlardan neden daha , üstün. yaratııldıklarının mantığını anlamak olanaksız! Çünkü, Allah’ın savaş ve imamlık gibi işlerde erkekleri kadınlardan üstün yaratmasınm gerekçesini etkeklerin kadınları ‘mallarıyla beslemesi’yle açıklamak olanaksız.Bu bakımdan daha baştan, kadınların erkekler karşısında daha aşağı, ikinci sınıf insan olarak yaratmanın ve bu ikinci sınıf olarak yaratılması hiç bir mantıki izahın bulunmadığını görmek gerekiyor. Kadın savaş, imamlık ve miras gibi işlerde olsabilen, gerçekte sadece bunlarla da sınırlı değil, erkeklerin üstünlüğüne, otoritesine terk edilmiş ikinci sınıf insan olarak yaratılması, Allah’ın tercihi olmaktan başka bir gerekçeye dayanmıyor .Kur’ an ayetlerinde erkeklerin evlenecekleri zaman, evlenmek istedikleri kadın için ‘mehir’ ödemeleri gerektiğinden bahsedilir, evlenmek isteyen erkeğin, evlenmek istediği. kadının mehirini ödemesi zorunlu görülür, Fakat bu ‘mümin’lerin sahip oldukları, cariyeleri için mehir ödeme zorunlukları yoktur. Yani ‘mümin ‘lerin kendi cariyelerine mehir ödemek gibi bir yükümlülükleri yok. Çünkü; ‘mümin’lerin cariyelerini kullanabilmeleri, onlarla şehvet duygularını, cinsel ihtiyaçlarını , giderebilmeleri için nikahları gerekmiyor. Yani cariyeler onlar için; bütün hizmetlerinde özgürce kapanabilecekleri bir araç, bir mal konumundadırlar.Buradan olarak Kuran’a göre ‘mümin’lerin, ‘hür’ kadınlarla evlenebilmeleri için ödemek zorunda oldukları ‘mehir ödemek’ hizmetlerinde bulunan cariyelerini aynı amaçla kullanmak istedikleri zaman zorunlu olmaktan çıkıyor. Çünkü onların cariyeleriyle birlikte olabilmeleri için zaten nikah zorunluluğu yoktur. Cariye olarak zaten mülkiyetlerine geçirmişlerdir onları.Burada sözü edilen ‘mehir’in, ”süt bedeli”, ”ana hakkı” vb. adlar altında uygulana gelen ve günümüzde de daha çok ”başlık parası “ ifade edilen ve feodal geri, ilkel, bir gelenek olarak uygulana gelen uygulamalarla bir ve aynı şey olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.Biliyoruz ki günümüzde de hala -özellikle bazı bölgelerde daha yaygın olmak kaydıyla’- uygulan a gelen bu geleneğe göre, evlenmek isteyen erkek, evlenmek istediği kız için önceden belirlenen –ki bütün bunlar erkek babasıyla kız babası, yoksa velileri arasında yapılan görüşmelerle saptanır- altın, para, menkul ve gayri menkul mal vb, gibi maddi bedeli ödedikten sonra evlenmek istediği kızı alabilir, ondan sonra istediği kızı nikahlayarak evliliğini ‘meşru ‘laştırabilir.Kur’ an ‘ da sözü edilen ‘mehir’in, günümüzde ifade edildiği ve uygulandığı şekliyle “başlık parası” gibi geri-feodal bir geleneğin önceli olduğunu, o günün ‘mehir’inin süreç içerisinde geçimşten günümüze isim değiştirerek “başlık parası” olarak devam ede gelenle bir ve aynı şey olduğunu görüyoruz;” Aldığınız kadınların mehirlerini (nikah paralarını) seve seve verin, ama mehirlerinin bir miktarını kendi istekleriyle size bağışlarlarsa onuda rahatça yiyin”(Nisa Süresi 4. ayet)Görüldüğü gibi ayet aldığımız mehirlerini verin diye başlıyor. Böylece erkeklerin kadınları ‘mehir’lerini ödeyerek aldıkları belirtiliyor: ‘Nikah parası ‘ olarak ödenen mehir karşılığı alınan kadın, onu ‘ alan, erkeğin’malı’ oluyor, onun emri altında, ona tabi bir konuma geliyor. Yani, bir başka ifadeyle kadınlar erkekler’ tarafı”dan mehirleri ödenerek satın alınıyarlar .Bu, kadınların. erkekler tarafından mehirleri-ücretleri ödenerek satın alınan bir ‘şey’ oldukları anlamına’ geliyor-! Burada kadınların, erkekler tarafından, bedeli ödenerek satın alınan bir şey oldukları söylenirken bahsedilen, bu ‘şey’ kelimenin gerçek anlamıyla ‘şey’dir, Yani bu bir ‘şey’in bir mal, eşya, bir araç vb: gibi her şey olabileceği anlamına da geliyor, Hiç abartmasız kadınlar, kendilerini alan erkekler için ‘herşey’olabilirler.Çünkü mehir , nikah parası ödeyerek aldıkları için bir mal, bir mülk olabilir, istediği kadar , yada hizmetçi istediği işi yaptırabildiği için bir istediği zaman istediği kadar cinsel ihtiyaçlarını giderebileğini için bu yönde bir araç vb. dir kadınlar.Erkeklerin ‘ekonomik olarak güçlü oldukları durumlarda, mehirlerini ödeyerek aldıkları kadınlar üzerinde, bu ekonomik üstünlüklerinden kaynaklanan bir otoriteleride olacaktır. Bu fiili durum Kur’an’da yasa katına çıkartılarak birde Allah’ın erkekleri üstün yarattığı -savaş, imamlık, miras gibi işlerle sınırlı gibi gösterilse de- yaklaşımlarıyla da bütünleşerek, kadınların erkeklerin otoriteleri altında onların her dediğine itaat edip boyun eğenki, en iyi kadın erkeğine en iyi itaat eden kadındır!- erkeğinin korunmasına muhtaç, erkeği tarafından beslenen ( onun. eline bakan). zavallı, aciz, ikinci sınıf insan konumuna düşürmektedir.Burada Allah’ın neden erkekleri savaş, imamlık ve miras gibi işlerde üstün kıldığı yolundaki sorunun tek yanıtı: Allah’. ın işine kanşılamayacağı, onun yaptığı şeylerin verdiği hükümlerin sualinin olamayacağıdır. Ve biz burada akıl ve mantığımızı zorlayarak Allah’ın işine karışrmış olmak gibi bir günah (!) işlesekte bundan kaçıramıyoruz. Çünkü Allah akıl ve beyin vermiş ve bunları da sorgulamamız için de bizi zorluyor!!!Erkekler ‘kadınların koruyucuları ve hakimi. ‘ olduklarına göre, bu durumda kadınların erkeklerine iteat etmekten başka seçenekleri kalmıyor. Bu durumda kadınların, kocalarının sözlerinin. dışına çıkmaları düşünülemez. Peki iteat etmezlerse ne olur? O zaman erkekler kadınlarını, yataklarında yalnız bırakırlar. Yani burada erkeklerin. kadınlarını, yataklarında yalnız. bırakmaları, kadınlarını cezalandığı için başvuracakları bir ceza yöntemi.Burada şöyle bir soru akla gelebilir; Peki’ erkek bu yatakta. yalnız bırakma cezasını uyguladığı koşullarda kendi manevi, duygusal ve cinsel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacak. ? Bu cezalandırma yöntemi erkeğe de zarar vermeyecek mi? Hayır! Bu, söz konusu bile olamaz.Çünkü, erkeğin bir den fazla kadınla evlenebilme izni var ve dahası cariyelerini de istediği gibi kullanabilme hakları var: Kur’an. ‘da ‘bu konuda da ‘mümin’lerin sıkıntıya düşmemeleri için her türlü önlem alınmış. Böylece erkeklerin otoritesi ve hakimiyeti bu alanda da tescil edi1iyor ve bu otoriteyi sağlama alacak koşullar sağlanıyor.Zaten başka türlü olması da düşünülemez. Yani tek eşli evliliklerin hüküm sürdüğü ve evlilik dışı ilişkilerin yasaklandığı toplumlar da erkeklerin kadınlarını yataklarında yalnız bırakmaları, yalnızca kadına yönelik bir uygulama olamaz bu ceza erkeğide olumsuz yönde etkileyecek manevi, duygusal ve cinsel yönde erkeğin arzu ve isteği dolayısıyla erkeğe de ceza durumuna gelmektir.Dolayısıyla, erkeklerin kadınlarını yataklarında yalnız bırakmalarının cezai bir uygulama~ olabilmesi ve yaptırım gücünün olabilmesi, ancak ve ancak erkeğe bir den fazla kadınla evlenmesinin ‘meşru’ olduğu toplumlarda söz konusu olabilir. lşte Kur’an’da böyle bir toplum yapısı ön görmektedir. Ve bu aynı zamanda erkeğin kadınlar üzerindeki otorite ve egemen- liklerinin güvenceye alınmasının önkoşuludur.Söz konusu ayetin devamında kadınların yataklarında yalnız bırakılmalarının etkili olmaması, buna rağmen uslanmamaları durumunda, erkekleri tarafından dövülmeleri emrediliyor. Tabi bu dövme işinin çevirmen tarafından parantez içinde -hafifçe- diye hafifletilmeye çalışılması da durumu hafifletmeye-kurtarmaya yetmiyor .Çünkü, burada söz konusu edilen dayağa, bir cezanın, yatakta yalnız bırakma cezanın etkili olmaması durumunda başvurulması isteniyor . Yani burada dayak, bir önce cezanın etkili olmaması nedeniyle daha ağır bir ceza olarak gündeme getiriliyor. Bu nedenle -hafifçe- dıye not düşmek durumu hafifletmiyor. Çünkü, dayak hafifçe de atılsa sonuçta bir cezalandırma biçimi olarak, can yakmaya, kadının canını yakmaya yönelik bir ceza olarak düşünülüyor, bu amaçla öğütleniyor.Burada. amaç; söz dinlemeyen, uslanmayan kadını, söz dinler hale getirecek, uslandıracak bir ceza uygulayarak, kadını erkeğine iteate zorlamak, kadını üzerinden otorite kurmaktır. Bu durumda dayağın şiddeti ve dozu, Bu amaca hizmet edecek derece, tarafından belirlenecektir. Yani atılacak dayağın ne kadar –hafif- olacağı, atılacak dayağın etki derecesine, dayak atılanKadının dayaktan anlayabilme derecesine ve birazda ‘mümin’ kardeşimizin ruh haline bağlı kalacaktır. Ki, hafifçe kavramı da göreli bir kavramdır. İnsandan insana, hatta suçun niteliğine göre değişecektir. Bu durumu anlatacak bir deyim var, ”Anlayana ayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az”Gerçekten de anlayan bir kadına ‘mümin kardeşimizin ‘ sert bir bakışı ağır bir tokat etkisi yapabilirken, anlamayan kadına da bir araba sopa vız gelebilir. Ayrıca burada ne kadar hafif olursa olsun dayağın insan onurunu ayaklar altına alan bir davranış olacağı; jnşanın insana işkencesinin, bir biçimi olacağı ve hiç bir koşul altında onaylanmayacağı gibi anlayışların izinin dahi bulunmaması da tesadüfi değildir.Çünkü kadın erkekle aynı konumda her düzeyde ‘. eşit; hak ve yükümlülüklere sahip özgür bir birey olarak değil: Erkeğin otoritesi altında, ona boyun eğmek, ona iteat etmek zorunda bulunan, ekonomik toplumsal olarak erkeğin bir adım gerisinde ve ona tabi konumda bulunan, vs. olarak görülmesinin doğal(!) ve mantıki sonucudur bu.Bakara suresinin 223. ayetinde şunları okuyoruz:”Kadınlar sizin tarlalarınızdır. Tarlarınıza (meşru olan ön yoldan) dileğiniz gibi varın. Kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah’tan korkun ve muhakkak ona varatacağımızı (Allahtan Korkan) müminlere müjdele. ” (Bakara süresi 223. ayet)Görüldüğü gibi ayette kadınların, erkeklerin tarlaları, olduğu söyleniyor ve erkeklerin onlara diledikleri gibi aarabilecekleri belirtiliyor. Burada, bir benzetmenin yapıldığı, bunun gayet normal olduğu vb. iddia edilebilir. oysa sorun, kadınalrın genel olarak erkekler karşısında biçilen rol karşısındaki yaklaşımları ışığında ele alındığında, söz konusu olanın basit bir benzetmeden de öte bir anlam ifade ettiği görülür .İnanıyoruz ki kadın, toplumda çok önemli bir, yere sahiptir. Kadın, erkeklerle istisnasız hemen her alanda eşit haklara sahip olması gereken bir eş, bir anne, vb. vs. dir. Bütün bu özelliklerinin her birinin de kendi başına bir anlam ve önemi vardır. Fakat tüm bu özelliklerinin yanında asıl ve temel özelliği, kadının herşeyden önce özgür bir birey olarak insan olduğu gerçeğidir. Kadının diğer tüm özellikleri, ancak onun bu temel ve esas özelliği olan erkeklerle her alanda eşit özgür bir birey, bir insan olduğu çerçevesinde yola çıkıldığında bir anlam ifade edebilir, kadın gerçek konumuna sahip olabilir.Buradaki benzetmede, örnek olarak gösterilen tarla ise insan yaşamında önemli bir yere sahip olan araçtır. Burada kadının -insan yaşamında bir yeri de olsa- insanların kullandığı bir araç’a benzetilmesi, kadının bedeli ödenerek alınan bir mal olarak görülmesi anlayışının, dahasıErkeklerin hizmetlerindeki bir araç olarak ele alınmasının yansımasıdır. İşte sorunun özü, burada yatmaktadır. Yani bir yanda, erkeklerle her alanda eşit haklara sahip özgür bireyler olarak görülmesi gerekirken, tam tersine erkeğin egemenliği altında ikinci sınıf muamelesi gören insan, diğer tarafta insanların kullandıkları bir araç; bu ikisi birbirine benzetilmekte kadının, er- kekler tarafından kullanılan bir araç olduğu ifade edilmektedir. Böyle bir benzetme, insanın bir cinsinin, insanların kullanımındaki bir araçla kıyaslanması, insanın, insan cinsinin aşağılanmasından başka bir anlama gelmez.Kadınlar, her şeyden önce bir insandır dedik. Dahası erkeklerle her alanda eşit konumda olması gereken insan. Kadının cinsel kimliğinden, cinsel farklılığından kaynaklanan özellikleri; onun temel özelliğinin, erkeklerle her alanda eşit özgür bireyler olarak insan olma özelliğinin yadsındığı koşullarda, onu eve, mutfağa, kocasına bağlayarak köleleştiren bir rol oynamakta, toplumda özgür bireyler olarak daha saygın bir yer edinmelerini sağlamak yerine, ikinci sınıf insan haline getirilmelerine neden olmaktadır.Oysa kadınların tarlaya benzetildiği ayeti mantığı – ki, eğer varsa- bu noktayı bir çırpıda atlıyor. Kadınların bazı özellikleri – ki, onların özgür bireyler olarak erkeklerle eşit konumda insan oldukları temel özellikleri yanında ikincil plandaki özellikleri- öne çıkarılarak tarlaya benzetiliyor.Buna göre Kadın doğurgandır ve insan neslinin devamında önemli bir yere sahiptir ve tarla da öyle! Kadın erkeklerin egemenliği altındadır ve onlara diledikleri gibi varabilirler ve tarla da öyle! vb. Bu kıyaslamaları çoğaltmak mümkünBuradaki benzetmeden yola çıkılarak şu da söylenebilir: Tarlanın değeri verimliğiyle ölçülür, kadının da! Ve tarla bir mal, mülktür ve kadın da!Bu? her ne dar kaba bir benzetme de olsa ayetin anlattığı tamamen budur gerçekten, erkeklerin diledikleri gibi varabildikleri tarlayı başka türlü anlamak olanaksız!. . .Yapılan benzetmeyi kendi mantığı içinde sürdürerek şunları da belirtebiliriz; verimli tarla vardır, verimsiz tarla vardır, sulu tarla vardır, susuz tarla vardır. Ekilebilir tarla vardır, ekilemez verimsiz, çorak topraklar vardır. Sonuçta tarla insanlara şu ya da bu biçimde yarar sağlayan, yaşamın devam ettirilmesinde rol oynayan bir araçtır. Peki ya kadın? Kadın insanın, ta kendisidir: Yani kadın, ‘yaşamın devamında rol oynayan aracın-tarlanın-üzerinde erkekle birlikte egemen olan, onu işleyen, can veren insan cinsinin bir parçasıdır .Toplumda kadının yeri, erkeğin konumundan hiç bir şekilde daha aşağı, yada daha az önemli değildir, olamaz. Tarlayı verimli kılmak için işleyen erkekle birlikte kadındır. Tarladan ürünü kaldıran ve toplumun hizmetine sunan erkekle birlikte kadındır. Tüm bu işlerde kadın ve erkeğin biri diğerinden daha az sorumlu yada daha az verimli değildir. Bu bakımdan kadınların erkeklerin tarlası olduğu ve erkeklerin diledikleri gibi varabileceklerini söylemek, kadını erkeğin elinde, onun egemenliği ve otoritesi altında işlenecek bir mal olarak görmek demektir .Kadının değeri -tarlanın değerinin, verimliliğiyle doğru orantılı olduğu gerçeğine rağmen, onun verimliliğiyle ilgili değildir. Her şeyden önce O, kadın bir insandır ve onun değerini bu gerçek belirler! Kadının değerini belirleyen onun doğurganlığı yada erkeğine hizmette gösterdiği performans yada ev işlerindeki becerisi vb. gibi unsurların dışında kadının toplumsal alandaki üretkenliklerini vb. dikkate alınmaması olgusu da belirtilebilir, belirtilmelidir!Denilebilir ki, ilgili ayetteki benzetme bazı bakımlardan kadının önemini ve değerini belirtmek amacıyla mecazi anlamda kullanılmıştır. Ancak bu yaklaşım da doğru olamaz. Çünkü bu benzetmede kadın erkeğin tarlasıdır. Tarlanın -yani kadının- sahibi erkektir. Tarlasına dilediği gibi varabileceği söylenen erkektir. Bu da gösteriyor ki kadın, erkeklerle eşit hak ve sorum- luluklara sahip insan olarak değil, erkeğin sahiplendiği, onun etkisi ve otoritesi altında dilediği gibi yararlanabileceği bir ‘mal’dır. Ve bu nedenle nasıl ki, tarlanın değeri onun ekonomik verimliliğiyle doğru orantılıysa -yani ekonomik bakımdan ne kadar verimliyse- ki, bu verimlilik her biçimde anlaşılabilir-doğru orantılıdır ve buna göre bu değeri biçecek olan bir erkektirKadınların erkeklere bir lütuf olarak sunulması da yine kadınların sadece ve sadece bu değerleriyle ilgilidir. Kuran ayetlerine göre kadınlar cennette müminlere sunulan bir lütufdur ödüldür . Bu bakımdan kadınlar çok değerli bir nimettirler. Ve Kur’an ayetlerinde müminlere cennette sunulacak dişilerin hep bakire olacakları söylenmektedir. Ama önemli olan müminlere sunulan ödüllerin dişi ve bunların erkeklerin cinsel arzularını tatmin edici bir araç, dünyada yaptıkları ‘iyiliklerin’ işledikleri ‘sevapların’ mukafatı olarak sunulmasıdır.Böylece cennette sadece erkeklerin hep bakire kızlarla ödüllendirilecekleri söyleniyor’ cennete: gidecek, kadınların -ki, kadınların cennete gidecekleri de, kuşkulu ise bu konuda nasıl bir ödülle ödüllendirileceklerinin esamesi okunmuyor.Dahası cennette erkeklere sunulacak ödüllerin hep bakire kızlar, el değmemiş huriler, hep bakire kalacak, kızlar vs. vb. olacağının söylenmesi hem kadınların erkekler için bir ödül aracı olduklarını ve hemde namus, iffet deyince belden aşağısından başkasını düşünmeyerek bekareti kadınların iffetinin odağına oturtan bir yaklaşım sergilemesi, günümüzde bugün varlığını sürdüren bu noktadaki ilkel yaklaşım ve geri mantığın köklerinin görülmesi’ bakımından önemli.”36- Böylece’ onlar hep bakire kızlar olarak kalacaklardır “'(Vakta süresi-36. ayet)“O cennette gözlerini yalnızca kocalarına çevirmiş, daha önce insanların ve cinlerin dokunmamış olduğu eşler vardır”(Rahman suresi 56. ayet)“Çadırların içinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş (ceylan gözlü) huriler vardır”(Rahman süresi, 72. Ayet)”Onlara. kocalarından başka bir insan ve cin dokunmamıştır (Rahman suresi 74. Ayet) Böylece, cennette erkeklere sunulacak ödüllerden olan hurilerin temel özelliklerinin bakire olmaları olduğunu görüyoruz.Erkeklerin ‘ kadınlardan üstün olduğu yolundaki bir başka ayette, Bakara suresinin 282. ayetidir . Şunları okuyoruz ayette;“. . . . . Eğer borçlu olan kimse aklı ermez yahut zayıf yada kendisi yazdıramayacak durumda ise, velisi doğru olarak söyleyip yazdırsın, Erkeklerinizden iki kişiyi de bu muameleye şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa doğruluğuna güvendiğiniz bir erkekle iki kadın şahitlik etsinler. Böylece kadınlarına birisi unutursa, diğeri ona hatırılatsın. ” (Bakara 282. ayet)Burada belirtilenler “kadınları çeşitli bakımlardan erkeklerden aşağı, ikinci sınıf insan olarak gören anlayışlarla tamamen uyumludur.Buna göre bir borçlanma durumunda bunun yazıyla tespit edilmesi ve bu tespit etme sırasında iki erkeğin şahit olarak bulundurulması önerilmekte, iki erkeğin olmadığı durumlarda ise bir erkekle iki kadının şahit olarak tutulması istenmektedir. Bir erkeğin şahitliğine karşılık iki kadının şahitliği önerilirken buna gerekçe olarak, kadınlardan birisinin unutması halinde diğerinin hatırlatması gösterilmektedir.Burada sormak gerekiyor, bir kadının unuttuğunu diğer kadının unutmayacağının garantisi varmıdır? Elbette yok. . Burada bir kadının unutabileceğini hesaba katarak ikinci bir kadının daha şahitliğine ihtiyaç duyulması ikinci kadının da unutabileceği gerçeğini ortadan kaldırmıyor ve hem de erkeğin de unutabileceğinin hiç bir şekilde hesaba katılmayarak erkeklerin kadınlardan daha akıllı oldukları, kadınların ‘yarım akıllı ‘ oldukları ifade ediliyor. Mantık tamamen böyle! Bu, kadınlar yarım akıllıdır unutabilirler ama erkekler kesinlikle unutmaz demek anlamına geliyor. Eğer öyle olmasaydı, erkeğinde unutabileceği göz önüne alınır buna göre önlemde düşünülürdü(!)Burada şahitliğine başvurulması düşünülen erkek bulunamadığı koşullarda kadınlardan şahit tutulmasının önerildiğine de dikkat etmek gerekiyor. Eğer şahitlik edebilecek iki erkek varsa öncelik onlara verilmeli, ancak zorunlu kalındığı takdirde kadınların şahit olarak tutulması öngörülmektedir.Hiç şüphesiz bu yaklaşım, kadınların erkeklerden daha aşağı konumda olduğu -ki, bu aşağı olmaları durumunun savaş, imamlık ve miras gibi konularla sınırlandırılmış olduğu izlenimi verilmiş olsa da bu hem doğru değil, yani kadınlar hemen tüm konularda erkeklerden daha aşağı bir konum da görülmektedirler ve hemde bu sorunun özünü değiştirmiyor yolundaki ayetlerle uyumlu, onları tamamlar niteliktedir. ;( Kadınların imamlık yapamayacakları yolundaki yaklaşımların esasen kadınların aklına duyulan güvensizlikle, kadınların aklının eksik olduğu anlayışıyla bağlıdır. Çünkü, Allah kelamı, Kur’an anlamaları ve anlatabilmeleri için derin bir kavrama yeteneği, büyük bir bilgi birikimi aynı zamanda güçlü bir hafızaya da sahip olmayı zorunlu kılar: Oysa, basit bir borç ilişkisindeki, alacak-verecek meselesindeki tanıklıklarında bile hafızasına güvenilemeyen kadınların Allah kelamı hakkında söz sahibi edilmeleri düşünülemez.İşte tam da bu nedenle olsa gerek kadınları aşağılamak, onun ikinci sınıf bir insan olduğunu ifade etmek için söylemiş olmak olan ‘saçı uzun, aklı kısa’ deyimi: geçmişten günümüze dek süre gelen ilkel düşünüşün, gelenek ve görenek şeklinde yerleştirilmeye çalışılmış, sofist yaklaşımlarla beslenerek yaşatılmış, haklılığı kanıtlanmaya çalışılmıştır. Kuran da yer alan yukarıdaki ilgili ayet de bu ilkel düşüncelerin beslendiği kaynaklardan biri olmuştur.