Nazım Hikmet gibi büyük sanatçıyı işçi sınıfının kurtuluşu davasından ayrı ele almak olanaksızdır. Onu, genellikle üstün körü kabul edildiği şekilde salt bir ”büyük şair” diye tanımlamaktan daha anlamsız bir şey olamaz. Ne ki Nazımı tek yanlı bir yaklaşımla anmanın ona her bakımdan zarar verdiği de bir olgudur. Nazımı kendi koşularında koparmadan ama yanlışları, hataları ve zaaflarıyla birlikte anmak ve onun yanlışlarını aşmak bakımından önem taşımaktadır. Bu bakımdan Nazımı tek yanlı ve sübjektif değerlenme yaklaşımından uzak durarak gerçekler zemininde ele alıp değerlendirmek ve doğruların ısrarlı savunucusu olmak gerekiyor. Dahası ona gerçekten sahip çıkmak ve değer vermenin de buradan geçtiğini unutmamalıyız. Bu yazımızda Nazımı olumlu ve olumsuzluklarıyla bütünsellik içinde ele almaya çalışacağız. Bilindiği üzere Nazım Hikmet, eserlerine, sağlığında ve ölümünden sonra, kesiksiz tam yirmi altı yıl (1938-64 arası) yasak konmuş bir sanatçıdır. Hayatının dörtte biri kadarı, on dört yıldan fazlası hapishanelerde geçti. Son on iki yılını memleketinden uzakta yaşamak zorunda kaldı.1902’de doğan Nazım Hikmet 3 Haziran 1963’de hayata veda etti. Ama ne uzun yasaklar ne de geçen zaman eserlerini unutturabildi, eskitebildi. Canlılığından güncelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen eserleri bugün de yeni bir hayat için mücadeleye çağırmaya, insanlara cesaret ve şevk aşılamaya devam ediyor. Tek başına bu bile onun sanatının gücü hakkında yeterli bir fikir verir. Bizde bugüne dek toplumun belli başlı gerçekleri, değişimi, edebiyat alanında gözler önüne serildi. özellikle -uzun zaman ağırlıklı olarak işlenen- köy yaşamı, ağa ve tefeci zulmü, feodal gelenekler, kan davaları ile kuşatılmış köylülük, kısmen Kürt yoksullarının acıları; kırdan kopmakta olan kesimlerin yeni şehir yaşantısı, eski gelenek, değer yargıları ve bağların çözülüşü; kıra eğitim götüren öğretmenin, küçük-burjuva aydınının idealleri, çırpınışı, hayal kırıklıkları; adalet mekanizmasının iç yüzü, bürokrasinin gülünçlükleri …vb. Bütün bunlar,yıllar boyu yığınlarda üsttekilere karşı biriken öfkenin, içten kopup gelen feryatların yansımalarıydı. Kısmen belli belirsiz, kısmen de olgunlaşmakta olan demokratik özlemlerin açığa vurulmasıydı. Nazım Hikmet’in -belli bir döneme kadar- eserleri ise, yalnızca itildiği aşağı konumu, mutsuzluğunu değil, nedenlerini ve nasıl daha iyi bir yaşam kuracağını bilen işçi sınıfının tutum ve duygularını dile getirir. Onun eserlerinde biz, çektiklerin den yakınıp yalvaran değil, asla kötümser değil, güvenli, korkusuz, tarihin ona yüklediği görevlerin büyüklüğü, kabına sığmaz coşkusu ve enerjisiyle dolu yeni bir sınıfı, ileri proletaryayı buluruz.Bilgi, kültür ve uygarlığın tüm kazançları yalnızca bir avuç azınlık tarafından paylaşılıyorken milyonlarca emekçinin sefalet, gerilik ve aldatılmışlık içinde süründüğü bir toplumda sanatın amaçsız bir uğraş olamayacağı, devrimci sınıfın, proletaryanın yeni bir gelecek kurma kavgasına sıkı sıkıya bağlı olması gerektiği; onun sanatına yön veren fikir işte budur.Nazım Hikmet, edebiyatı, şiiri emekçilerin egemen sınıfların cenderesini kırma kavgasının ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir silah, bir savaş aracı gibi kullanıyordu. Ve bunu öyle mükemmel bir ustalıkla yaptı ki, onun elinde sanat, bilinen, alışılagelmiş bütün anlayış ve ölçüleri aşarak bambaşka bir hüvviyet, yepyeni bir güç kazandı. Ezilen yığınların kavga silahı haline geldi. Propaganda sanatında ustalık, çağımızın en haklı ve tek gerçek davasını en iyi, en etkili ve yalın anlatabilme yeteneği; Nazım Hikmet’in sanatının en önemli vasıflarından birini böyle tanımlayabiliriz.Nazım Hikmet eserleriyle, dönem dönem devrimci kuşakların eğitimine, sınıf değerleri kazanmasına yardım etmiş, bilfiil belirli bir rol oynayabilmiş bir sanatçıdır.Siyasal mücadeleyi,yığınları sanatıyla böylesine yakından etkileyebilmiş olma gibi müstesna bir yere, dünyada belki de pek az sanatçı ulaşabilmiştir.Onun asıl ve muazzam önemi buradadır , sanatının bu özellikte, böyle bir yetkinlikte oluşudur. Bu yüzden günümüzde de, yığınları etkileme, mücadeleye çekme çalışmasında vazgeçilmez bir yere sahiptir .Ağır çalışma ve yoksulluğun maddi olduğu kadar manen de yıprattığı, kültür ve bilgiden mahrum edilmiş emekçi yığınları etkilemek ve eğitmek; edebiyatta, özellikle de şiirde bu işin hiç de kolay olmayacağı açıktır. Hele de yığınların eğitimi ve ilerletilmesi derken, bundan yoksulluğa, haksızlıklara dair bir takım yakınmalardan tamamıyla farklı birşey anlıyorsak ve çok yönlü,derin bir teorik temele dayanan proletaryanın bilimsel dünya görüşü ışığında bir eğitimden -sanat alanında- söz ediyorsak. Nazım Hikmet bunu, sıkça rastlanan yavan bir halkçılıktan, aynı zamanda devrimci sanattan özden yoksun bir takım ”fikir”lerin tekerlemesini anlayan slogancı eğilimden olduğu kadar,aynı ölçüde zararlı burjuva aydın entellektüelizminden de uzak kalarak, arasına kesin bir sınır çizerek yapabilmeyi başarmıştır. 0, çok çeşitli konularda, değişik anlatım ve tonlarda yazdı.Hapislikten, burjuvazinin teröründen de söz etti, doğadan, felsefeden de.Fakat her meselede karşımıza, çatışma halindeki iki hasım sınıfı, proletaryanın sınıf gerçeğini çıkardı. ömrünü tüketmiş, çürümüş olanı alt edecek, ileriye doğru yürümekte olan sınıfın kaçınılmaz zaferini gösterdi.Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan değirmenleri,büyük hürriyetinle parmağını şakağında düşünürsünvicdan hürriyetiyle, hürsün!Başını enseden kesik gibi düşük,kolların iki yanda upuzun,büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,işsiz kalmak hürriyetiyle, hürsün!En yakını insanmış gibi seversin memleketini,günün birinde, mesela Amerika’ya ciro ederler onuseni de büyük hürriyetinle beraber,hava üssü olmak hürriyetiyle, hürsün!Yapışır yakana kopası elleri Valstritin,günün birinde, diyelim ki, Koreye gönderilebilirsin,büyük hürriyetinle bir çukuru doldurabilirsin,meçhul asker olmak hürriyetiyle, hürsün!Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değilinsan gibi yaşamalıyız dersin,büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,yakalanmak, hapse girmek,hatta asılmak hürriyetiyle, hürsün!Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında,hürriyeti seçmene lüzum yok, hürsün!Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.Nazım Hikmet’in anlatımındaki sadelik ve açıklığı kolay birşey, işin basitçe halledilmesi olduğunu sanmak ancak çok kaba bir yaklaşımın sonucu olabilir. Gerçekte çoğu kez fikir yoksunluğunu, çözümsüzlüğü gizlemeye yarayan bilmece gibi konuşmaya, kelime oyunlarıyla örülü anlamsız sözlere rastlanan tek bir satırı yoktur .Tersine o güç olanı yaptı. Ön yargılar , burjuva düşünce tarafından alabildiğine çarpıtılmış konularda yazarken sınıf tutumunu yoğun fakat yalın ve süssüz anlatabilmenin en güzel örneklerini verdi.Nazım Hikmet hapislik yıllarını en iyi şekilde değerlendirdiği gibi, ulaşabildiği çevreye bütün gücüyle yardım ediyor, yol gösteriyordu. Mektuplarından birinde bir sanat eserini şu kıstasla değerlendirdiğini yazmaktaydı:“… Ben şimdi şiir olsun, roman olsun, hikaye olsun, resim olsun, musiki olsun, velhasıl bütün güzel sanat şubelerinde yirminci asrın vatandaşı, yirminci asrın konkre (somut) insanı olarak şu suali soruyorum: bundan -‘bana’ da dahil- bize ne? Yirminci asır bir muazzam asırdır. Yirminci asırda yaşayan şairin, muharririn, ressamın filan kıymeti, konkre olarak yirminci asrın bütününü yahut hiç olmazsa parçalarını aksettirdiği nispette vardır . Şair şiir yazmış, şu veya bu cümle türünü veya hayal oyunuyla kendi faniliğinden bahsediyor. Bize ve bana ne? Ama bu fanilik günün birinde ölmek lazım geldiği vakıasını yirminci asrın bir küçücük etrafıyla olsun bağlamış, ümitli, hatta ümitsiz, okurum. ümitli, neşeli ise yirminci asrın ümitli ve neşeli insanlarının yani istikbalinin sözünü ediyordur , ümitsiz ise göçmeye mahkum olan yirminci asırlıların ifadesidir .Fakat mücerret, umumiyetle yirminci asırda bu asrın içindeki memleketler, sınıflar ve kavgalarla ufak da olsa elle tutulur gözle görülür bağı bulunmayan şiiri filan okumam… mihenk olarak kullanmaya başladığım bu ‘bize ne?’ sualine maruz kalanlar bu suali sordurmayı icap ettirenler bu harikulade yirminci asırda okunmaya değmez muharrirlerdir.” (a.g.e., S. 94-95)Nazım Hikmet bu satırları hapishaneden hapishaneye (sonradan gerici olan ve Osmanlı hayranı kesilen, yazılarının sanat bakımından da hiçbir değer taşımadığı Kemal Tahir’e) gönderdiği mektubunda yazıyordu. Edebiyatımızın iyi yazarlara sahip olması onun en büyük arzusuydu. O zaman yazarlar uzun kısa, ama mutlaka bir süre hapishanelerde ikamet ediyor olduklarından, az çok eğilimli olanlara Nazım Hikmet büyük bir destek ve teşvikçiydi. Kültürel gelişme, sanat bakımından olduğu kadar , moral ve maddi olarak da titiz, özenli ve en küçük sanatçı hasisliği bulunmayan bir destekti. Bir süre birlikte yattıkları ve edebiyatımıza ”Bereketli Topraklar üzerinde”, ”Murtaza”, ”72. Koğuş” gibi önemli eserler kazandıran Orhan Kemal’in yetişmesinde onun emeği vardır .Yine birlikte hapis yatarken tanıştığı köylü Balaban’ı ”köylü ressam Balaban” yapan da odur.Yukarıdaki bize ne(?) sorusuyla özetlenebilecek ölçüye gelince, bu son derece pratik ve can alıcı mihenge, bugünün ve kabataslak son 30 yılın edebiyat cephesini vurun. Hepsi üst üste devrilirler . Bizde şair, yazar olmak adeta bedava bir ünvan durumundadır .Üstelik şiir,hikaye yazarlarının birçoğu da sözde, solcu, ilerici diye tanınıyor ya da kendilerini öyle tanıtıyorlar. Bunların günümüzdeki sanat dergilerinde yazdıklarını tahammül gösterip sonuna kadar okuyabilmek, sonra verdiğiniz zamana acımamak mümkün değildir.Elbette bu yazılar dost ahbab genç insanlar , ilerici, vs. dendiğine bakarak mutlaka bir şey vardır diye alıp okuyor , ve belki de elindekinin hiçliğini kendi geriliğine, cehaletine yoruyorlar. Bu tür sanatçıların işçi sınıfıyla, ileri- ci toplumsal hareketle hiçbir bakımdan bağları yoktur .Kısırlıklarının, çıkmaz içinde olmalarının nedeni de budur. Aynı şekilde bir takım sanat dergilerinde ”şiirde yeni bir atlım” sağlamak amacıyla, ”şiir imge midir değil midir?” türünden yapılan tartışmalar,sorunları tamamen ilerici sınıfın politikasının dışında çözmeye çalıştığı için, sonuçsuzdur.En aşağısından ”muhalif” ve daha neler neler olan yazarların hikaye, vb. yazılarının cunta tarafından müstehcen olduğu için kovuşturmaya uğramış olması ibret vericidir. Her baskı döneminin ardından geldiği gibi, 12 Eylül sonrası da, hastalıklı tipler, cinli perili fantazilerle dolu, idealizmi, yozlaşmayı körükleyen, cinsel ahlaksızlığı öven bu sanat için yayılma, özgürlük yılları olmuştur .Ve bu sanat, gerçekte küçük-burjuva aydınının ideolojik ve psikolojik çöküntüsünün, yozlaşmasının aynası olmuştur.. Evinin her basılışındaaynı rahatlıkla açtı kapıyı.Ve müdüriyette her kalkışında sopanın altındanyanaklarında parçalanmış gözlüğüve tabanlarında ayıpladığı bir sızı yüreğinde fakathiçbir şey söylememişhiç kimseyi ele vermemiş olmanın rahatlığı,aynı rahatlık…Hakim sınıflar her yolu denedikleri halde onu unutturmayı başaramadılar. Hapiste tutulduğu yıllarda da şiirleri elden ele dolaş- maya, hakkında övgüler de yergiler de yazılmaya devam etti. Kırk sekiz yaşında, karaciğeri ve kalbinden hasta iken, tutsaklığını bütün dünyanın gözü önünde protesto etmek için başladığı ve 17 gün süren açlık grevi halk ve aydınlar arasında protestolara, hapiste ve dışarıda dayanışma açlık grevlerine yol açıyor ve Nazım Hikmet isimli bir gazete çıkarılarak protesto eylemleri örgütleniyordu.Hapisten çıktıktan sonra kırk dokuz yaşında onu askere çağırdılar. Bu bahane ile Sabahattin Ali gibi öldürmeyi planladılar. Bir araba kazasında öldürüleceği duyuluyor , ardından böyle bir suikasten şans eseri kurtuluyordu.Evine kaçırma teklifiyle gemici kılığında ajanlar yollanıyordu. Bu şartlarda çok sevdiği memleketinden ayrılmak zorunda kaldı.Kuşkusuz hakim sınıflar Anadolu toprağından böyle bir sanatçının çıkmış olmasına ne kadar dövünse yeridir. Proletaryaya ne mutlu ki, halkın, sanatın, kültürün sefil düşmanlarını yeryüzünden temizlemek için mücadelesinde Nazım Hikmet’inki gibi ölümsüz bir esere sahiptir. Proletarya yüzyılımızın bu en büyük şairiyle haklı olarak övünecek ve gurur duyacaktır. Onun Gorki için söylemiş olduğu şu sözlerle bitirelim; “Nazım Hikmet’in eserleri, insanlar yaşadıkça yaşayacaktır.”