Örgütlenmek, kolektif olmak demektir. Örgütlenme ve kolektivizm, etle-tırnak gibi birbirine bağlı iki olaydır. Bilindiği gibi, örgütlenme, özellikle de militanlar düzeyinde örgütlenme demek, ortak bir amaç doğrultusunda, karar ve irade birliği yaratmak demektir. İşte kolektivizmin anlamı da budur. Yani, kolektivizm, ortak karar ve irade birliğini gerçekleştirme ve bu doğrultuda pratiğe yönelme demektir. Bununla kastedilen, bir çok kişinin birlikte çalışabilmeleri, güçlerini ortaklaşa kullanmaları ve ortak karar doğrultusunda hareket etmeleridir. Kolektivizm, ilkel komünal toplumdan başlayarak, insanları doğaya karşı toplumsal gelişme süreci içerisinde ilerleten bir çalışma biçimi olmuştur. Bu çalışma biçimi olmaksızın ilk insanların çetin doğa koşullarına ve vahşi hayvanlara karşı varlıklarını yaşatabilmeleri mümkün değildi. Dolayısıyla, insan daha gelişiminin bu ilk evresinde yok olacak, varlığını sürdüremeyecekti. İşte, yaşam koşullarının zorunlu kıldığı kolektif yaşam ve çalışma biçimi bu çağlardan başlayarak toplumların bağrında varlığının sürdüre gelmiştir. Deneyimleriyle kolektif çalışmanın gerekliliğini ve verimliliğini kavrayan toplumlarda bu çeşitli sözlerle dile getirilmiştir. Örneğin; ”bir elin nesi var, iki elin sesi var” gibi. Ancak, Türkiye toplumunun bilinen özelliklerinden dolayı, bu yönüyle son derece çarpıtılmıştır. Bizde toplumsal bağlar o kadar parçalanmış, insanlar o kadar birbirleriyle karşı karşıya getirilmişlerdir ki, birkaç kişinin kafa kafaya verip büyük bir kader birliği içerisinde direnmeleri son derece zor bir olay olarak görülür Oysa, topluma veya bireylere bir irade ve karar birliği yerleşmeksizin, bırakalım devrimci bir gelişmeyi, sıradan bir gelişme bile sağlanamaz. Bu nedenle de, müthiş bir kolektif anlayışta ve davranışta bulmak yani, karar ve irade birliğini gerçekleştirmek gerekmektedir. Bunu sağlayabilmek, özellikle de bizim koşullarımızda, çok büyük önem taşımaktadır. İnsanlarımızın bundan son derece yoksun bir durumda olması ise, sorunu daha da önemli kılmaktadır. Bu olumsuz durum, bu yapı içerisinden örgüt saflarına gelen kadrolarda da etkisini duyurmaktadır. Bizdeki kadroların tam bir arı kovanını andırır tarzda çekişme içerisinde olmalarının nedeni budur. Eğer herkes birbirini tamamlamaya değil, birbiriyle çekişmeye adeta bayılıyorsa ve en basit yetersizlikler bile bir çekişme nedeni olarak konabiliyorsa, açık ki, bu ancak düşmanın yarattığı kötü hastalığın saflardaki yansıması olabilir. Kolektif olmamak, düşmanın oyununa kurban gitmektir. Kolektif olmamak, burjuva bölünmüşlüğünü, parçalanmışlığını, feodal ağalığı örgüt içerisinde sürdürmek demektir. Bütün bu özelliklerin devrimcilere çok çok yabancı olması gerekir. Eğer devrimci saflarda güçlü bir irade ve karar birliği yaratılamazsa, Türkiye gibi bir ülkede, milyonların atomlarına kadar bölündüğü bir toplumda, herhangi bir güçlü kitle eylemini ve kitle örgütünü ortaya çıkarabilmek oldukça güçtür. Militanlar, kendi aralarında güçlü bir kolektivizmi yaratmadıkça, bizim gibi karmakarışık bir halk, sınıf ve tabakalar içinde ve hatta bireyler arasında birliği nasıl yaratabileceklerdir? En küçük birimine kadar bölünmüş, aile içerisinde bile paramparça olmuş bireyler karmaşası nasıl karar ve irade birliğine bağlı hale getirilebilecektir? Açık ki, bunu sağlamak ancak, militanlar örgütünde başlatılan güçlü karar ve irade birliği ile mümkündür. Bu durum ise, kadrolarda, militanlarda kolektif anlayışın gelişmesini ve buradan giderek tüm topluma benimsetilmesini gerektirmektedir. O halde militan, böyle bir özelliği hiç bir şekilde vazgeçemeyeceği bir özellik haline getirmek zorundadır. Modern anlamda ele alındığında, kolektivizm, komite esası üzerine kurulan Marksist-Leninist örgütlerin çalışma ve yönetme ilkesidir. Leninist örgütlerin komite esası üzerine kurulması bireyci çalışma ve yönetme anlayışımı engeller ve partide güçlü bir karar ve irade birliği sağlar. Kolektif çalışma ilkesinin komite faaliyetlerindeki anlamı şudur: Komitenin gündeminde olan bütün önemli ve temel sorunların çözümü doğrultusunda alınan kararlar kolektif düşünce ve tartışmaların ürünü olmalıdır. Komite içinde yer alan, onun faaliyetlerinden sorumlu olan bütün militanlar, sorunların çözümünde söz sahibi olabilmeli ve kararların alınmasında etkinlik kurabilmelidir. Bir komite içinde yönetici kişi veya kişilerin olması, kolektif kararların alınmasına ve kolektif bir yönetimin gerçekleştirilmesine asla engel değildir. Kolektivizmin işletilemediği bir partide veya bu partinin herhangi bir örgütünde, bireycilik,dalkavukluk, kısacası, kişiliksizlik alır başım yürür .Bu anlamda kollektivizm, militanların kişilikli yetişmesi açısından da büyük öneme sahiptir. Israrla üzerinde durduğumuz gibi, bugün Türkiye de karşı karşıya bulunulan sorun; yalnızca öncü örgütü inşası değil, aynı zamanda bütün bir toplumun yeniden örgütlendirilmesi sorunudur. Bir tolumun yeniden örgütlendirilmesinin, onun ekonomik, kültürel, siyasal, vb. alanlarda birliğinin yaratılması demek olduğu, bütün bunların gerçekleştirilebilmesinin muazzam bir örgüt gerektirdiği ve yine toplumun giderek sosyalist bir temelde yeniden örgütlendirilmesinin ne denli büyük bir olay olduğu göz önüne getirildiğinde görülecektir ki, bütün bu görevleri omuzlayacak ulusal örgüt, örgütlenme konusunda son derece duyarlı ve gelişkin ölçülere sahip olmak zorundadır; Eğer öncü çekirdek sağlam bir örgüt çekirdeği haline gelebilir, saflarında güçlü bir karar ve irade birliği yaratabilirse, geleceğin ulusal ve toplumsal örgütlenmesinin garantisini de oluşturmuş demektir. Elbette ki, ancak örgütlenme alanında bir nüve yaratılabilmiş, bu konuda emin adımlar atılabilmiş ve bu bizzat pratik faaliyetle de katlanabilmişse, milyonların örgütlenmesi de teşvik edilecek ve onlar örgütlenme ,içerisine alınabilecektir. İşte bu nedenle, her kim ki, militan örgütlenmeye, karşı bireyciliği geliştirmek, bireyin çıkarını toplumsal ve ulusal çıkarlarımızın karşısına dikmek için elinden geleni yaptığı gibi, ülke ekonomisinde küçük üretimin yaygın olması da bu eğilimi sürekli güçlendirmiştir. Kırsal alanda hakim olan küçük üretim, toplumumuzu birbirinden tecrit olmuş bir kitleye dönüştürmüştür. İnsanlarımızın bu tecrit edilmişliği, ulaşım ve iletişim araçlarının geriliği ve yoksulluk ile de birleşince daha da derinleşmiş ve ortaya son derece vahim bir durum çıkmıştır. Nüfusumuzun ezici çoğunluğunu köylülüğün oluşturduğu bilinmektedir. Köylünün sahip olduğu küçük bir tarlanın işletilmesi hiç bir işbölümüne ve hiçbir bilimsel yöntem kullanılmasına olanak tanımaz. Bu nedenle de, hiç bir gelişim türüne; hiç bir tecrübe ve yetenek değişikliğine ve sosyal ilişkilerde hiçbir zenginliğe elverişli değildir. Köylü ailelerinin her biri çoğunlukla kendisine yeter ve ürettiğinin büyük bir bölümünü yine kendisi tüketir. Böylece, köylümüz, geçim araçlarını, toplumla değiş-tokuştan ziyade, doğayla yaptığı değişim yoluyla sağlar. Toplumumuzun bu yapısını daha iyi açıklayabilmek için Marks’ın Fransa’da küçük üretimin kırda yaratmış olduğu yapı hakkında söylediklerine bakmakta yarar var. Şöyle diyor Marks: “Tarla, köylü, ailesi; onun yanında bir başka tarla, bir başka köylü ve bir başka aile… Bu ailelerden belli bir miktar bir köy meydana getirir. Belli bir ‘miktar köyde bir idari birim oluşturur. Böylece Fransız ulusunun büyük kitlesi, aynı cinsten büyüklüklerin basit bir toplamı ile, hemen hemen patates dolu bir çuvalın, bir çuval patates meydana getirmesi gibi aynı biçimde oluşmuştur. “İşte, günümüz Türkiye’sinde de kolektif çalışma, düşünme ve hareket etmeyi engelleyen, her türlü uğraşta bireyciliği doğuran temel etken! Tabii ki, kent küçük-burjuvazisi ve aydınların da çalışma tarzı bireyciliktir ve bu her üç kesimden çıkıp gelen unsurların kolektivizme uymaları zor olmaktadır .Bunlar ,proletaryanın kolektif çalışma tarzına ayak uydurmak bir yana, zaman zaman kendi bireyci çalışma tarzını ona hakim kılmaya çalışmaktadırlar. Bu kadar da değil!Bizim ülkemizde bireycilik öyle bir bireyciliktir ki, O, hiç bir zaman kendi çıkarım toplumsal ve ulusal çıkarlara, tabi kılmaz, tam tersine, her zaman onun önüne çıkarır. Yine bu bireycilik boyun eğme ve uşaklığı bağrında taşır. Birey, iyiyi ve doğruyu ne kendisi yapar ve ne de bir başkasının yapmasına müsaade eder. Bizim toplumumuzdaki bireycilik, işte bütün bu yönleriyle iyice tanımak zorundadır. Bu olumsuz yapıdan dolayı, örgüt yaşamında, kararların alınmasında ve uygulanmasında ortak davranış ve kolektif ruh mutlaka sergilenmek zorundadır. Eğer, örgüt faaliyetlerinde böyle bir ilkeyi egemen kılamazsa, açık ki, özelliklerini sıraladığımız bu tip, örgüt içinde kendi egemenliğini kuracak ve örgütü anarşiye sürükleyecektir. İyi bilinmelidir ki, birey tek başına bir hiçtir, ancak örgütlü olduğunda bir güç ifade edebilir .O halde örgütlü olmak kolektif olmak olduğuna göre bireyler kolektif olmaktan kaçınılmamalıdır. Bu sağlanmadan örgütte doğru bir yönetimin olamayacağını belirtmeye bile gerek yoktur. Bu durumda, ya bir burjuva otoritesi uygulanacak, ya otorite tanımazlık ortaya çıkacak, veya kişi, otoritesini eleştirilemez, karşı çıkılamaz bir otorite olarak gösterecek, despot kesilecektir. Elbette ki, bunun hiç birisi proleter yönetim olayı değildir. Bunlar, hiçbir şekilde Parti bünyesinde yaşatılmaması gereken anlayışlardır. Şu hiç bir zaman akıldan çıkarılmamalıdır ki, en doğru kararlar ve en yaratıcı çalışmalar ancak kolektivizm temelinde yürütülen faaliyetlerle gerçekleştirilebilir.