CHP’nin Tek Parti Faşizmi ve 4 Aralık 1945de Muhalif Tan Gazetesinin Yakılması.!

Bir çok Kemalist, Erdoğan’ın faşist dinci iktidarını yaptıkları baskı ve terörü, yasak ve dayatmaları öne sürerek, M.Kemal ve İnönü dönemini demokrat olarak pazarlamaya çalışarak, eskiyi güzellemeye çalışıyorlar. 1925den sonrası özellikle Kürt isyanları gerekçe gösterilerek Mussolini’n faşist İtalya’sının izinde yürüyen M.Kemal ve arkadaşları CHP’nin tek parti diktatörlüğü altında koyu bir faşizm uyguladılar. işçilere, emekçilere demokrasi adına faşizm reva görüldü. İnönü, M.Kemalizm kurmuş oldu, tek ulus, tek vatan, tek bayrak, tek mezhep rejiminin devamcısıydı.Nitekim bu gerçeği, sisteme çatan ve demokratik hak ve özgürlüklerin isteyen Sertellerin başında bulunduğu 4 aralık 1945 yılında İstanbulda Tan gazetesinin yakılıp yıkılmasında görmek mümkündür. Olayların gelişimi ve Tan gazetesinin yakılmasına dair tek parti diktatörlüğü döneminde yaşananaları hatırlamak adına Ayşe Hür’ün yazıısnı yayınlıyoruz.GÜNÜN TARİHİNDEN: TAN BASKINIBugün, tarih yazımında “Tan Olayı” diye hafifletilen, Sabiha ve Zekeriya Sertel çiftinin Tan Gazetesi’ne yönelik saldırının yıldönümü. 4 Aralık 1945’de yaşanan “mini pogromu” anlamak için biraz geriden başlamak lazım.1936 yılında İş Bankası tarafından İstanbul’da çıkartılmaya başlanan Tan gazetesi ve matbaası 1938’de Zekeriya Sertel, Halil Lütfi Dördüncü, Ahmet Emin Yalman ve kardeşi Rifat Yalman tarafından satın alınmıştı. Gazetenin köşe yazarları Burhan Felek, Fikret Adil ve Eşref Şefik’e daha sonra Refii Cevat Ulunay ve Refik Halit Karay da katıldı. Sabiha Sertel de ‘Görüşler’ adlı köşesinde yazıyordu Sertel’in deyişiyle sağcı, dinci, değişik renkte solculardan oluşan yazı kadrosuyla Tan, “Babil Kulesi” gibiydi. Ancak Sertel’in yazıları Ahmet Emin Yalman’ın sansüründen geçiyordu.Bir süre sonra Yalmanlar gazeteden ayrıldı onu Felek, ardından Ulunay ve Karay izledi. Sorumluluk Zekeriya Sertel’e geçince, Sabiha Sertel de sürekli yazı vermeye başladı. Gazetenin yayın politikasında, Sovyet dostluğu, savaş karşıtlığı, faşizm eleştirisi ve tek parti iktidarına karşı gerçek bir demokrasi talebi öne çıkıyordu. Savaşın ilk yıllarında Nazizm aleyhine yayınları nedeniyle Alman firmalarının Tan’a verdiği reklamlar kesmişti.1940 yılında faşizme ve milliyetçiliğe karşı yazılarıyla gerici basının tepkisini çeken Sabiha Sertel, Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nce üç kez yazmaktan men edildi. 1941 yılı başında Tan kapatıldı ve ancak Sabiha Sertel’in yazmaması koşuluyla yayımlanmasına izin verildi. Bu “men etme” cezası iki kez daha tekrarlandı.1943 yılında Sabiha Sertel, şair Tevfik Fikret hakkında yazdığı yazılarda, Yeni Sabah gazetesine ve Sebil-ül Reşat dergisi sahibi Eşref Edip Hoca’ya hakaret etmek suçundan yargılanır, neyse ki beraat etti. Ama bu baskılar Sabiha Sertel’e geri adım attıramadı. Öyle ki 5 Mayıs 1945 günkü yazısında şöyle diyordu:“Faşizm milliyetçiydi, milliyet cübbesine büründü, kendi mali sermayesinin dünya sermayesine tahakkümü için dünya pazarlarını inhisarı altına almağa çalıştı. Faşizm ırkçıydı. Irk külahını başına geçirdi, geri telâkki ettiği ırklar üzerinde müstemlekeler kurmayı tasarladı. Komünizm düşmanıydı, sosyalizm maskesini yüzüne taktı. Alman işçilerine ebediyyen onları ihtiyaçtan kurtaracağını vaadetti. Yeni bir harbi hazırlamak uğrunda evvela kendi işçilerini aç bıraktı, sonra dünya işçilerini bu esaret çemberinin içine geçirdi.””Goebbels dilimi kesemedi…”6 Mayıs 1945 tarihli ‘Nihayet Dilimi Kesemedi’ başlıklı yazısında Sertel, 1937 yılında bir Alman kadın gazetecinin, “Goebbels’in size selamı var, eğer bir gün elime geçerse dilini keseceğim” dediğini belirterek, “Goebbels o zamanlar dilimi kesemedi, fakat Ankara Caddesi’ndeki köpeklerini üzerime saldırttı” dedi.“Babıalinin köpeklerinin kim olduğunu” soran Hakkı Tarık Us’a cevaben yazdığı 31 Mayıs 1945 günlü yazısında “Bana “Dönme”, “Bolşevik dudusu”, “Vatan haini” diye haykırdılar. (…) Ben gazete sütunlarında, mahkeme salonlarında bana bir köpek gibi saldıran faşistlere karşı konuştum. Fakat zatıâliniz sustunuz!” dedi.Ancak Tan’ın iktidara demokrasi, basın özgürlüğü, toprak reformu gibi konularda eleştirileri arttıkça hükümet yanlısı gazeteler de saldırının dozunu arttırmışlardı. 1945 sonbaharına gelindiğinde her gazetede Tan ve Serteller aleyhine bir yazı boy göstermekteydi Elbette en çok da Sabiha Hanım’a hakaret etmekteydi “muharrirler”.Tan ve Sertellere sözlü saldırılarÖrneğin Tasvir başyazarı Ziyad Ebüzziya’ya göre “Tan, Moskova ile işbirliği yapan, kulağı Moskova’da ağzı İstanbul’da bir gazetedir”, Tanin için Tan “Şuursuz bir Moskova papağanı” idi.Akşam “Sabiha Sertel’in Bulgaristan ve Yugoslavya’daki kızıl rejimlere ağzının suyu akıyor. Biz bunlardan tiksiniyoruz” derken Tasvir yazarı Orhan Seyfi Orhon Sabiha Sertel için “Din propagandası yapan dervişler gibi tekkesini Babıali Caddesine kurmuş, mezhebini gizli gizli etrafa yaymaya çalışmada. Devleti yıkmaya, halkı ayaklandırmaya, ıztırapları, kinleri gıcıklamağa çalışıyor. O dervişlerden daha az mutaassıp değil, kendinden olmıyanları kılıçtan geçirmeğe hazırlanıyor” diye yazıyordu.Yine Akşam, “Hazreti Sabiha, Derviş Vahdeti’nin zihniyet bakımından ta kendisidir. Şeriatçı Derviş Vahdeti, kara irtica uğruna kılıç çekmiş ‘allah allah’ diye etrafına saldırırdı. Bolşevik müridesi Derviş Sabiha, Kızıl din uğruna kaleme sarılmış tepiniyor: Haroşa kızıl ihtilal” derken Vakit seviyesini şöyle göstermişti: “Ayıp yerlerini açıp ortaya çıkıvermiş bir mütereddi (soysuz) tasavvur ediniz; beyaz başörtülü hanım nineler bu çirkin manzarayı nasıl bir çığlıkla karşılarlar, nasıl ellerile gözlerini kaparlarsa biz de Tan köşesinde bir Sulukule kuran şu kalem şirreti önünde tiksinti duyuyoruz, o utanmıyor biz utanıyoruz.””G harfi ters çevrildiğinde…”1 Aralık 1945 günü yayın hayatına başlayan ve sadece bir sayı çıkabilen Görüşler dergisinin varlığı ve yazarları; daha ilk sayısında gördüğü büyük ilgi iktidar çevrelerinde alarm zilleri çaldırmıştı. Haklıdırlar, çünkü kimler yoktur ki yazarlar arasında: Celal Bayar, Tevfik Rüştü Aras, Fuat Köprülü, Adnan Menderes, Cami Baykurt, Pertev Boratav, Behice Boran, Mediha ve Niyazi Berkes, Hulusi Şerif, Adnan Cemgil, Esat Adil Müstecaplıoğlu, Muvaffak Şeref, Sabire Dosdoğru, Sabahattin Ali, Kemal Bilbaşar, Aziz Nesin…3 Aralık 1945 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, Görüşler Dergisi’nin komünistliğini ortaya koymak için şu taklaları attıracaktı: “Görüşler kelimesinin ‘G’ harfi ters çevrildiğinde ve bir kısmı parmakla örtüldüğünde orağa benziyor. Bizim yoldaşlar nihayet maskelerini attılar. ‘Yeni Dünya’ ve ‘Görüşler’ kızıl propaganda organlarıdır.””Kanun dairesinde serbest” basınSabiha Sertel 3 Aralık 1945 günü Tan’daki köşesinde başlarındaki belanın ne olduğunu bir kez daha anlatacaktı:“Halk partisi mecliste bir ekseriyet değil, ittifak partisidir. Ancak müttefiklerin arasında beş on kişi muhalefete geçmiştir. Bu muhaliflerin sesi de millete neden sonra, meclis müzakerelerinin gazetelerde neşri kabul edildikten sonra aksetmeye başladı. Gazetelerdeki muhalefet de öyle. Şimdiye kadar ‘kanun dairesinde serbest’ olan matbuatın, yine kanun dairesinde ağzına kilit tıkılmıştı. Matbuat Kanunu’nun zincirleri kâfi gelmediği zaman, Matbuat Umum Müdürlüğü’nün bir emirnamesi veya telefon muharebesi bu kilidi sıkmaya kâfi gelirdi. Şimdi Türk matbuatı içinde bir-iki gazete, hakiki manasıyla bir hürriyet ve demokrasinin tahakkuku, halkın mukadderatına hâkim olması, suiistimallerin, ihtikârın (aşırı kârın) önlenmesi, Türk milletinin bütün devlet mekanizmasını kontrolü altına alması için muhalefete geçmiştir. Kökü halkın içinde olan bu muhalefetin, mecliste ve matbuattaki mümessilleri kemiyeti (sayısı) itibarıyla mahdut (sınırlı) olduğu halde, muvafakatin (iktidar) bunu boğmak için gösterdiği gayret hudutsuzdur. Mecliste muhalifler mi konuşuyor, muvafakat derhal radyosunun parazit düğmesine basıyor, ayak sesleri, kürsü kapaklar, ıslıklar… Tıpkı harp senelerinde radyoların hakikati boğmak için, bil-iltizam (düzenli) yaptıkları parazit gibi. Muhalefete bahşedilen sıfat: İktidar mevkiini eline almak isteyen muhterisler. Matbuatta muhalif gazeteler hakikatleri medeni bir cesaret göstererek konuşuyor ha! Memlekette hürriyet var, herkes istediğini konuşur ama bu sesi boğmak için, radyonun parazit düğmesine basmak lazım. Söylenmeyen sözleri söylenmiş gibi göstererek hücum. Yazıları tahrif, tasvir, en yüksek sesten birbirine uymaz sesler çıkaran bir davul ve zurna feryadı…İşte muvafakatin bugünkü taktiği…””Kalkın ey ehl-i vatan!”Ancak esas Hüseyin Cahit Yalçın’ın 3 Aralık 1945 tarihli Tanin gazetesinde sayfayı baştanbaşa büyük puntolarla dizilmiş “Kalkın Ey Ehli Vatan” başlıklı yazısı, barut fıçısına atılmış bir alev topudur. Yalçın okurlarını şöyle kışkırtmaktadır:“Büyük vatansever Namık Kemal’in sesi bugünün parolasıdır. Kalkın ev ehli vatan. Mücadele başlıyor. Ve başlamak lazım. Çünkü en azgın ve insafsız bir propagandanın, Türk vatandaşlarının ruhuna her gün en yıkıcı, yeis verici, ümit kırıcı bir propaganda zehrini dökmesine müsaade edemeyiz. Bir vatan sahibi olmak, bu vatanın içinde hür ve müstakil yaşamak isteyen her Türk bu propagandaya karşı koymaya mecburdur. Görüşler dergisini açıp da Bayan Sertel’in ‘Zincirli Hürriyet’ makalesini okuduğum zaman, sayfayı süsleyen bu kıpkızıl demirlerle bize nasıl bir hürriyet hazırlamak istediklerini derhal anladım. Bayan Sertel şöyle diyor: Hür insanlar cemiyetinin en büyük şiarı, geniş halk kitlelerinin menfaati için icap ederse şahsi menfaatlerini feda etmektir. Komünist edebiyatı ile meşgul olmamış olanlar bu satırların altında gizlenen manayı gözden kaçırabilir. Geniş halk kitlelerinin menfaati namına hürriyetlerin feda edildiği yer Rusya’dır. Bunları susturmak için cevap vermek hükümete düşmez. Söz eli kalem tutan gazetecilerin ve hür vatandaşlarındır.”Sabiha Sertel daha sonra Hüseyin Cahit Yalçın’ın yazısı şöyle yorumlayacaktır: “Hüseyin Cahit Yalçın bizi susturmak için, ‘Kalkın Ey Ehli Vatan’ kumandasıyla kanunları, devlet nizamını çiğniyor, gençleri, vatandaşları ayaklanmaya çağırıyordu. Namık Kemal ‘Kalkın Ey Ehli Vatan’ dediği zaman, milleti Abdülhamit saltanatına, diktatörlüğe karşı harekete çağırmıştı. Hüseyin Cahit Yalçın ise vatandaşları hürriyet için, demokrasi için savaşanlara karşı kıyıma çağırıyordu.”Mini pogromun serencamıYazının ardından yaşananları Zekeriya Sertel’in Hatırladıklarım başlıklı hatıratından okuyalım:“4 Aralık 1945 gününün sabahı üniversiteli faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya saldırdılar. Orada bekleyen polisler olup bitene seyirci kaldılar. Görevlerini yapmaya kalkmadılar. Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını kırıp içeri girdiler. Makinaları balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını indirdiler, içindeki eşyayı kırıp döktüler. Ellerine ne geçtiyse yakıp yıktılar. Sonra ellerine kırmızı boya şişeleriyle “Serteller nerde? Nağralarıyla bizleri aramaya koyuldular. Amaçları, bizi çırılçıplak soyup üzerimize kırmızı boya dökmek ve sonra önlerine katıp sokaklarda ‘İşte kızıllar’ diye gezdirmekti. Bütün bunlar polisin gözü önünde oluyordu. Göstericiler bizleri bulamayınca vahşi nağralarla yollara düştüler. Beyoğlu yakasına geçtiler, orada Sabahattin Ali ile Cami Baykurt’un çıkardığı ‘La Turquie’ gazetesinin matbaasına gittiler. Orasını da kırıp döktükten sonra vapurla Kadıköy’e geçip bizi evimizde basmaya teşebbüs ettiler. Biz bütün olup bitenleri evde telefonla izliyorduk. Bu son haberi alınca valiyi tekrar aradım Aldığınız tedbirin verdiği sonuçtan memnun musunuz? Dedim. Şimdi de faşistler evime geliyorlar. Matbaamı yıktırdınız, bari hayatımıza kastedilmesin! Önleyin. Vali, özür dilemeğe bile lüzum görmedi. Yalnız gene teminat verdi, – Merak etme, dedi. Olan oldu. Fakat hayatın güven altındadır. Gençlerin bindiği vapurun Kadıköy’e uğramadan Adalara gitmesini emrettim. Sizin için tehlike yoktur. Ve sonra ekledi, Evet, ama siz şimdi neredesiniz? Evdeyseniz, ihtiyaten başka yere gidin. Evde oturmayın. Demek ki, evimi de koruyamayacaktı. Hayatımız da tehlikedeydi.”Tasvir gazetesi istihbarat şefi Tekin Erer de Basında Kavgalar kitabında hemen hemen aynı ifadelerde anlatmıştı olayı. Erer’e göre CHP İstanbul İl Teşkilatı tarafından 3 Aralık 1945 Pazartesi akşamı talebe yurtlarına gerekli talimat verilmiş ve ertesi sabah Tan Gazetesi aleyhinde büyük bir nümayiş yapılacağı bildirilmişti. Şöyle yazıyordu Erer:“Yazı işleri müdürü Necdet Baytok, ertesi sabah gazeteye erkenden gelmemi, komünist neşriyatı yapan gazeteler aleyhinde büyük bir nümayiş hazırlandığını duyduğunu, bu haberin bir balon da olabileceğini, binaenaleyh kimseye bir şey söylemememi tembih etmişti. 4 Aralık 1945 Salı sabahı erkenden üniversite bahçesine gitmiştim. Ellerinde bayraklar olduğu halde talebeler yavaş yavaş toplanıyordu. Birçoklarının ellerinde de Atatürk ve İnönü’nün çerçeveli fotoğrafları vardı. Kısa zamanda kalabalık 10-15 bin kişiyi buldu. Saat 9.30’da kalabalık bir sel gibi Beyazıt Meydanı’ndan Çarşıkapı istikametinde yürüyüşe geçti. Tan Gazetesi’ne giderken, Cağaloğlu yokuşunun başında bulunan ve komünizme ait kitaplar satan ABC Kitabevi birkaç dakika içinde yok edildi. Bundan sonra Tan Gazetesi’ne girildi. Bir taraftan ‘Kahrolsun Komünizm. Kahrolsun Serteller!” diye bağırıyorlardı… Rotatiflerin, linotip dizgi makineleri, hurufat ve mürettiphaneye ait malzemeler ve makinelerin, ardından kapılar, pencereler, masalar, sandalyeler yerden yere çarpılarak parçalanmasını, yazıların, evrakları, kitaplar lime lime edildiğini, kâğıt bobinleri sokağa çıkararak Sirkeci’ye doğru yuvarlandığını gördüm. Bazı gençler binayı ateşe vermek için tutuşturmak istediyse de kalabalığın çokluğundan bu mümkün olmadı.”Yener devam ediyor:“Herkes kaçışırken gazetenin sahiplerinden Halil Lütfü Dördüncü meşhur tutumluluğu dolayısıyla binanın yanından yegâne uzaklaşamayan kimse olmuştu. Tan Gazetesinin karşısındaki Hofer İlancılık şirketinin penceresinden gazetesinin ve binasının nasıl tahrip edildiğini kalbi sızlayarak seyrediyordu. Bir ara Lütfi Bey, Tanin Gazetesinin yazı işleri müdürü Murat Sertoğlu’na ‘Hüseyin Cahid’e söyle, [1909’daki] 31 Mart’ta kendi başına neler gelmişse benim başıma da onlar geliyor’ demişti. Kalabalık La Turqie ve Yeni Dünya gazetesinin matbaasına yöneldiğinde yakınında bulunan Rus sefarethanesine bir tecavüz olur düşüncesiyle itfaiye vasıtalarıyla yolları tuttuğundan hücum biraz akamete uğramıştı. Fakat bir müddet sonra toplum heyecanı içinde kendinden geçen gençler, itfaiyecilere hücum ettiler, onların ellerinden hortumları alarak bizzat itfaiyecilerin üzerine sıkmağa başladılar. Bunu fırsat bilen gençler Yeni Dünya Matbaası’na yürüdüler. Birkaç dakika içinde bu matbaa da yerle bir edilmişti. Makineler, mobilyalar, kitaplar, gazeteler, arşivler sokaklara dökülmüş, parça parça edilmişti. Bu arada tünelde sol neşriyata ait kitaplar O zaman bazı bakkaliye ve mağazaların isimleri Tan levhalarını taşıyordu. Bunlar Babıali’deki hadiseyi duyar duymaz levhalarını indirmişler veya kazımışlardı. Karaköy’deki Tan mezecisi Petro, buna meydan bulamadığı için baştaki T harfinin üzerine yağlı boya ile C harfini yazmış, böylece Tan mezecisi Can mezecisi olmuştu. (…) Gençler daha sonra Tasvir Gazetesi’ne geldiler. Cihat Baban’ı, Ziyad Ebuzziya’yı, Orhan Seyfi Orhon’u ve Peyami Safa’yı istiyorlardı. Tesadüfen gazetede Mithat Perin’le benden başka kimse yoktu. Balkona çıktık. Mithat kısa bir iki cümle ile kendilerine gösterdikleri yakın ilgiden ve tezahürattan dolayı teşekkür etti ve istedikleri yazarların şu anda gazetede bulunmadıklarını söyledi. Gençler buradan Tanin’e giderek Hüseyin Cahit’i istediler. Fakat Cahit Bey de gazetede bulunmuyordu. Gençler sabahleyin Tan’a doğru yürüyüşe geçtikleri zaman Vatan Gazetesi’ne de yürümek istemişlerdi. Fakat emniyetin aldığı çok şiddetli muhafaza tertipleri dolayısıyla Vatan’ın sokaklarına dahi girmeye muvaffak olamamışlardı. Öğleden sonra saat 15’te tezahürat ve bu büyük miting tamamıyla bitmişti.”Ertesi gün baskın gazetelerde “üniversite gençliğinin nümayişi” olarak masumlarılıyordu.Aziz Nesin, 5 Şubat 1948 tarihli Zincirli Hürriyet’te Tan Baskını’nı şöyle anmıştı:Ey Türk Faşisti!Birinci vazifen Türk matbaalarını yıkmak, makineleri ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara saldırmaktır. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli, gazeteleri çamurlara serip, üzerlerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir. Bu temel partinin hazinesidir…Bir gün nümayiş yapmak için emir alırsan, bütün polisleri yanı başında bulacaksın.Meydanlarda, kitaplarını yaktığın, namuslu insanlar, bütün dünyada eşi emsali görülmemiş şekilde işkenceye tabi tutulabilirler. Emniyet müdürlüğümüzde dövülebilir. Demir Ahmet tarafından sövülebilir. Bütün malları mülkleri zaptedilmiş, matbaaları yakılmış, gazeteleri kapatılmış, evleri tarumar edilmiş , çoluk-çocuğu dağıtılmış , haneleri işgal, kendileri perişan edilmiş olabilir.Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere Amerika’dan borç dahi alınabilir. Hatta bu borç alınan paralar ziyafetlerde bile yenilebilir.Ey faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi, bütün bu yapılanları kafi görmeden, vazifen matbaaları yıkmak, makinaları ısırmak, namuslu vatanperverleri parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta Halk Partisinin ambarlarında mevcuttur.”Kimler yoktu ki baskında!Yıllar sonra anlaşılacaktı ki 6 Aralık 1945 tarihli gazetelerin “üniversite gençliğinin nümayişi” diye masumlaştırdığı baskını, CHP parti müfettişlerinden Alaettin Tiritoğlu’nun örgütlemiş, o sıralarda üniversite öğrencisi olan sonranın 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Cumhuriyet gazetesi yazarı İlhan Selçuk, CHP’li bakanlar Ali İhsan Göğüş ve Orhan Birgit, sosyalist bilim adamı Sencer Divitçioğlu, ırkçı Türkçü Celadet Moralıgil baskına katılmış, büyük ihtimalle geleceğin ünlü siyasetçileri Turgut Özal ve Necmettin Erbakan nümayişçiler arasında yer almıştı. Bu farklı ideolojik yönelimli insanları böylesi kötü bir amaçla bir araya getiren gizli gücün ne olduğu, elbette hiçbir zaman anlaşılamadı. (1996 yılında İlhan Selçuk’a Sertel Demokrasi Ödülü’nün verilmesi işin en ironik yanı olmalı.)Büyük şeflerin ve “demokratların” suskunluğuSabiha Sertel baskını şöyle değerlendirmişti sonradan: “Günümüzde gördüğümüz boyutlara varan vandalizmin ilk uygulanışı böylece Milli Şefin zamanında, onun partisinin planlamasıyla ve onun hükümetinin bilgisi altında, gözleri önünde olmuştur. Tepkiler de ilginç. Ankara Caddesi basını cümbüş içinde. Bayar, Menderes, Köprülü birer bildiri ile yazı vaat ettiklerini yalanladılar. Aras’tan ses yok! Mareşal yanından ise ne bir ses ne bir nefes! Bu demokrasi şampiyonları, bu Vandalizm yönteminin uygulanmasının arkasından ne geleceğini anladıklarından sus-pus olmuşlardı! Vurma Yönteminin uygulanışının etkileri şunlar oldu: 1. Milli Şeflik rejiminin karşısına çıkacak gibi gözüken sol liberal cephenin, sadece bir G harfini kullanmakla bile dağıtılabilecek denli güçsüzlüğü gösterilmiş oldu. 2. Bu, cephe gibi gözüken ve zaten Şef’in partisinde olup da istedikleri yerlere gelemediklerinden ayrılan kişilerin kolayca ürkütülebileceği ve uzlaşma oltasına takılabileceklerini gösterdi. 3. Görüşler dergisi öndeki cephenin arkasında olduklarından kuşkulanılan solcu aydınları listeleyerek tanıtıyor, ‘tescil’ ediyordu. 4. Belki en ilginç sonuç, az sonra bütün bunlardan arınmış olarak (7 Ocak 1946’da) Demokrat Parti’nin resmen kurulması oldu.”Sertel’e göre, Cumhuriyet halk Partisi’nin ilerici gazetelerde yapılan tenkitlere karşı bu baltalı, balyozlu karşı koyma hareketi, Ancak Faşist Almanya’da yürütülen barbarlık hareketinden başka bir şey değildi. Fikir ve tartışma alanında yenemediklerini matbaalarını yıkarak susturmak ona göre faşist bir metottu. Ayrıca Sertel Tan olayların hükümet tarafından bilinçli olarak organize edildiğini ve amacının ise İnönü’nün Amerika’dan destek bulmak olduğunu ve Amerika’dan kredi almak pahasına, memleketi Amerikan’ın kuyruğuna takmaya hazırlandığını düşünüyordu. Ona göre ilericilere karşı alınan bu şiddetli tedbir, Amerikan emperyalizmine verilen bir tavizdi.Mağdurun suçlanmasıZekeriya Sertel anılarında şöyle der: “Kanun adına, hükümet adına, memleket adına, yüz kızartıcı bir rezalet sayılabilecek olan bu 4 Aralık olayından ötürü sonunda kim tutuklandı, bilir misiniz? Biz. Yani ben, eşim Sabiha Sertel ve Cami Baykurt. Bu olayın sorumlusu ve suçlusu olarak biz hapse atıldık ve biz mahkemeye verildik.”Sertel doğru söylüyordu. Dava sonunda Serteller birer yıl, Cami Baykurt da 10 ay ceza aldı. Neyse ki Yargıtay bu kararları bozdu. Serteller üç ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldılar ama hiçbir zaman özgür olmadılar.Sabiha Sertel’in 4 Aralık 1945 tarihinde Tan’da yazdığı “Gazeteden Değil Umumi Efkârdan Korkmalı” başlıklı yazısı Türkiye’de yazdığı son yazı oldu. Gizli ve açık polis takibinden sonra hayatlarını tehlikede gören Sabiha ve Zekeriya çifti 1950’de Türkiye’den ayrıldı.Sertel ailesi sürgün yıllarını Paris, Budapeşte, Moskova ve Bakü’de geçirdi. Çift, son dönemlerinde Türkiye’ye geri dönmek istedi. Ancak bu talepleri kabul edilmedi. Hayatı boyunca muhalif tavrı ile en zor zamanlarda demokrasi için diktatörlüğe karşı duran, emperyalizme ve faşizme savaş açan, köylü, işçi ve dar gelirli halkın çıkarlarını savunan Sabiha Sertel 2 Eylül 1968’de Bakü’de akciğer kanserinden vefat etti. Zekeriya Sertel ise 11 Mart 1980’de Paris’te hayata veda etti.Düşünen ve itiraz eden insanlara yönelik baskı ve zulüm ise yaşamaya devam ediyor…Özet Kaynakça: Sabiha Sertel, Roman Gibi, Ant Yayınları, 1966; Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Remzi Kitabevi, 2001; Hülya Öztekin, Tan: Serteller Yönetiminde Muhalif Bir Gazete, TarihVakfı Yurt Yayınları, 2016; Sabiha Sertel: Hayatı ve Entelektüel Mirası, Derleyici: Barış Çatal, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2022; Tekin Erer, Basında Kavgalar, Rek-Tur, 1965; Alpay Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994; Necati Aksanyar-Murat Biçer, “II. Dünya savaşı Sürecinde Türkiye’de Basın-İktidar İlişkileri”, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Sayı:2, 2005, s. 187-200