Aykırı Olmayı Doğru Anlamak..!

Yaşadığımız toplum içerisinde yüzyıllardır süre gelen gelenekler, görenekler,inançlar o toplumun benliğini oluşturur. Belirli davranış şekilleri ve standartlar mevcuttur. Bu standartlar o toplumun yaşam biçimini ve kanunlarını oluşturur öyle ki çoğu zaman anayasalardan ve devlet otoritesinden çok daha etkili olabilirler.Ve çok etkili bir yaptırım gücüne sahiptir,toplumdan soyutlamak..

Düzen saat gibi tıkır tıkır işler, bu sayede toplumda kargaşa çıkması engellenir. Sosyal değerlere bağlı olan topluluklarda ticaret, ekonomi, politika çalışma hayatı, kanunlar aklınıza gelebilecek her şey buna göre şekillenir ve değerlendirilir. sosyal statüler oluşturulur siyasetçiler, sanatçılar,patronlar,işçiler bu statüde yerini alır.

Ve asıl amaç ortaya çıkar.Koyun sürüsü gibi bir toplum durmadan sömürülür elit bir kesim sefa içinde diğer sömürülenlerin sırtında yaşarken bir kesim yoksulluk içinde hizmet etmeye devam eder.İnsanlara düşündürmemek için bir takım oyunlar küçük hileler sunarlar onları tıpkı bir Matriks gibi yalandan bir dünyanın içine sokarlar işte bunu TABU denilen olguyla sağlarlar.İşte aykırılıkta tam burada ortaya çıkar birileri halinden memnun değildir ve arayış içindedir hak etmediği bir yaşam sürmek istememektedir. Sesini yükseltmeye çalışır yetmez ama yandaş toplar sesi daha gür çıkar isyan ederler ve bir topluluk oluştururlar azınlık bir topluluk bazen başarırlar bazende hüsranla sonuçlanır.Ama bu küçük gruplar her zaman bir şekilde varlığını sürdürmeyi başarır ama toplumu değiştirme yetisine sahip değildirler o yüzden aykırılar meydana gelir.Sistem her zaman önlemini almıştır en büyük silahı tabudur gelenekçi toplumu sürdürebilmek için zaman geçtikçe sistemde güncellenir yaptırım gücü SANSÜRDÜR, iş, eğitim, bilim, sanat, spor gibi birçok aktivite sansürlenir amaç insanların farklı fikirler edinmesini engellemektir. Çok seslilik kendi iradesine sahip insanlar demektir insanlar düşündükçe tabuyu biraz daha yıpratır ve bir gün gelir etkisini yitir.İşte korkulan budur! Şeriatın ısrarla dayatılması Şeriatın aslında tüm toplum için bir yaşam tarzı haline dönüştürülmek istenmesinin sebebi budur.Şeriatçı bir devlet yapısıyla elde edilmek istenen bellidir, çünkü o zaman insanlar devlete isyan ederse, Allaha isyan etmiş olacaklardır . Dahası şeriatçı hayat felsefesi içinde insanlara hallerinden şükretmeleri istedir aza doymaları istenir Allahın onları sınadığı ve ne kadar sabrederseniz o kadar cennete çabuk gidecekleri söylenir ve böylece insanların susması sağlanır.Bir düşünün iktidarı elinde bulunduran AKP gelmiş geçmiş en radikal İslamcı partilerden bir tanesi ama hiç bir partide Amerikadan ve Avrupadan bu kadar destek almamıştır. Hıristiyan bir topluluk neden Şeritçı bir partiyi desteklesin? Çünkü bu parti tamda onların istediklerini yapıyor ve r ”tepkisiz toplum” yaratıp tarlayı sürüp ekime hazırladılar ve onlarda gelip hasadı toplayacak işte gerçeklik budur TürkiyedeTabulara isyan etmekten korkan bir toplum asla sorgulamayı başaramaz vesorgulamayan bir toplumun geleceği de olamaz. Haliyle sorgulamalı hakkını aramaya.bilimsel olanı sunup doğruyu bulmaya yönelmeliyiz.Ve davranış şeklimiz öyle olmalıdır’ki, insanların yüz yıllardır atalarından öğrendiği değer yargılarına saldırarak değil, aydınlığın ışığıyla görmelerini sağlamalıyız. Unutmayın aykırı olmak uykudan uyanmak gibidir insanları uyandırırken daha dikkatli olmalıyız.Aykırı İnsanlarDünyanın herhangi bir yerinde bir ailenin, çevrenin içine doğar insanoğlu. Ailesini, ülkesini seçme hakkı yoktur dünyaya gelirken. Nasıl olabilir ki! Bazen soylu, zengin bazen ise yoksul bir ailede başlar yaşam serüveni. Büyüdükçe, ailesinin, çevresinin koşullarını algılamaya başlar.Zengin bir ailede bolluk ve refah içinde yaşarken; çevresindeki diğer insanların neden daha kötü koşullarda, neden yoksul olduklarını sorgulamaya başlar. Yoksul bir ailenin çocuğu ise zenginlerin yaşam koşullarına dikkat kesilmeye başlayacaktır.Zaman gelecek zenginlik içindeki çocuk, bu durumundan utanmaya başlayacak, elindekini diğerleriyle paylaşmanın yollarını arayacak ya da o varsıllığı bir tutku uğruna yok etmenin türlü hilelerine başvuracaktır.Zamanla toplum bu kişilere tam da anlaşılamayan bir haset duymaya, onları dışlamaya başlar.. Ne de olsa sınırları belli, kurallı bir hayatın dışına çıkmaya, toplumun güven içinde herşeyi olduğu gibi kabul eden, arayışları olmayan insanlarına kötü örnek olurlar. İşte bu aykırı insanlar, “benim hayatımın dışında nasıl başka hayatlar yaşanıyor” merakına da düşeceğinden, zaman gelir, alıp başını gidebilirler.. Günlük rutin yaşamın kalıpları onlara dar gelir.Böyle kişiler aslında topluma sanıldığı kadar zarar vermezler. Daha çok kendilerine ve ailelerine hayatı biraz zehir ederler. Örneğin, böyle bir baba düşünün. Çocuğu “Neden benim babam da diğer babalar gibi değil” diye üzülür, yeri gelir babasından utanır. Bu doğaldır da. Çocuk, babasının bir arayış içerisinde olduğunu, daha iyi bir dünya kurmayı hayal ettiğini bir türlü anlayamaz.Peki, yoksul bir ailede aynı şeyler yaşanabilir mi? Böyle bir kişi ne kadar çalışsa da, her gün düzenli işine gidip gelse de, yine de istediği zenginliğe ulaşamayacaktır belki. O da farklı bir şekilde yollara düşecektir. Daha iyi bir gelecek uğruna yerini, yurdunu terk edecek, yaban ellerde daha iyi para kazanmanın yollarını arayacaktır. Yoksul insanların aykırı bir hayat sürmesi daha zor gibi görünüyor bana.Sözünü etmeye çalıştığım aykırı insan tanımlamasına, Dostoyevski’nin romanlarında, Çehov’un öykülerinde rastlarız çoğunlukla. Günümüzde ise insanların paraya taptığını düşünsek de, içimizden her zaman aykırı insanlar çıkmaya devam edecektir.Aykırı YaşamakToplumların ayakta durabilmeleri ve geleceklerinin olabilmesi için muhtaç oldukları tek unsur, tek yapıtaşı “GENÇLİK”tir. Çünkü yaşam sürecinin en kritik basamaklarıdır gençlik yaşları. Ve sadece bu yaşlarda edinilen olgunlaşma, işletilen beyin, geliştirilen yetenekler, ruhsal yapı ve bilinç hayatın diğer kulvarlarına yön verecektir. Bu sebeple gençler sahip oldukları bütün enerjilerini, içinde bulundukları toplumun geleceğini, diğerlerini, ekonomik ve sosyal hayatını en üst refah düzeyine ulaştırmak için çalışarak , sarf etmelilerdir. Üniversite yıllarını boşa geçirmeden, çok iyi değerlendirip toplumu daha iyiye götürmeye …vs…vs…vs.Ne kadar klasik ve tanıdık değil mi? Yine, genç olmanın ne demek olduğunu anlatan sıradan bir yazı ve içerisinde aktarılan görevlerimiz. Hepimiz okul yıllarında duymuşuzdur, bizlerin ileride bu ülkeyi en iyi seviyeye getirecek, teknolojinin gelişmesinde en önemli rolü oynayacak, bilimi, sanatı, felsefeyi çağın ötesine taşıyacak kişiler olduğumuz söylemlerini. Ve bu söylemler hiç eskimeden üniversite kapılarında da kulaklarımızda .Başka (!) bir sorumluluğumuzun olması düşünülemezdi zaten. Tabii ki bizlere söylendiği gibi yaşayacağız. Çünkü bizler genciz; yirmi yaş dişlerine gebe, dinamizm dolu, Maksimum kinetik ve potansiyel enerjiye sahip, fitil kısımlarıyız dinamitleşmiş toplumun. Umuduz, gururuz, geleceğiz; herşeyinizi emanet eebileceğiniz emanet depolarıyız…Bütün yapmamız gerekenleri (ve yapmam gerekenleri)saydığım için aslında yazımı bitirmeliyim. Ama, maalesef bir de yaşamak diye, genç olmak diye bir görevimiz var bizim. Hiçbir zaman hatırlatılmasa da, unutamadığımız. Kendimi biraz geriye çekip şu akıp giden okul yıllarıma ve yaşadıklarıma bakıyorum da, ne kadar garip bir süreç bu. İlk-okuldasın; alfabenin , aritmetiğin ve siyah önlüklerin gizemli dünyasına dalmışsın…Üç numara saçların ve bir anne, bir baba olan öğretmenin… Orta-okuldasın; kravatın boynuna olan uyumu konusunda rahatsızlıkların , karşı cinse ilk ilgiler, popüler olma gayreti ve kısa saçların… Lisedesin; iyi bir üniversiteye girme zorunluluğun, yasaklara karşı iyiden iyiye başlayan ilgin, garipsediğin “hocam” hitabı, idareye fark ettirmeden uzattığın saçların (ama yine de kısa), ’Disipline veririm”ler,” alırsınlar”, empozelere uğramış beynin, gereksiz veli toplantıları, kısıtlamalar… Ve ilk aşık oluşun , ön sırada oturan saçları örgülü hanımefendiye… Sonunda, en sonunda üniversitedesin…Hayatının bu anına dek elinde kalanlar, nasıl yaşaman gerektiğini öğretenler, doğrular (!), yanlışlar(!), ayıplar(!), yapılması ve yapılmaması gerekenler(!) , empozeler ve en orta yerinde yüreğinin kimliğini bulma konusunda hep yalnız bırakılmış, korkutulmuş bir tazelik. Ve üniversite kapısından girdiğin andan itibaren yeni bir çağ açtığın hayatın, bu senaryolara yeniden maruz kalıyor. Sadece, aynı yıpratmaların biraz daha üniversitelisi , biraz daha olgunlaşmışı, biraz daha acımasızı,… Dediğim gibi çok garip bir süreç bu. Bu sefer, idare merci görevini, anla(ya)madığım toplum kuralları yükleniyor. Yani, yine saçlarımızın, sakalımızın, kılık – kıyafetlerimizin, doğrularımızın ve yanlışlarımızın hesabını vermek zorunda kalıyoruz.Bütün bunlar bir yana, en olmaması gereken şeyler oluyor biz gençlere. Sorgulamaya başlıyoruz.“Yahu iyi de; be kardeşim, siz de genç değil miydiniz zamanında? Siz niye bize yüklediğiniz görevlerinizden kaytardınız?…” “Tamam, varlığımın ne anlama geldiğinin ve yapmam gerekenlerin farkındayım, ama sadece bu mu? Benim hayallerim, benim düşüncelerim, benim ideallerim ve en önemlisi benim doğrularım var. Bunlar ne olacak?” “Toplum kurallarını kim koyuyor, nerede yaşıyor merak ediyorum. Hayır , madem toplumlar değişir, ilerler, gelişir; şu garip kurallar niye sabit acaba?” Bütün bu sorgulamaların sonucunda, kanında hala ergenlik kıvılcımları dolaşanlara, hala genç olabilenlere sonsuz bir minnettarlık duyuyor; bizlere, saçlarımıza, sakalımıza, kılık ve kıyafetlerimize ve hepsinden önce özgürlüğümüze karışanlara isyan ediyor, küsüyoruz. Tabii her zamanki gibi aykırı olan, değişik olan yani normal olmayan bizler olduğumuz için; bunalımlı olmakla, kişiliğimizi bulamamakla suçlanıyoruz. En aykırı yanımız, hayata bakış açımız olsa bile…Ne mutlu ki bana , ben de genç bir insanım. Hayata aykırı bakanlardan biriyim yani. Ve artık benim de kendime ait doğrularım, yanlışlarım, gerek ve gereksizlerim var. Kararlarım var hayata dair. Yaşam konusunda herşeyi öğrenmeye hazırım ama nasıl yaşamam gerektiğinin öğretilmesine asla… Saygıyı kitaplardan öğrendim. Aşkı ön sıralarda oturan hanımefendilerden . Değişik olmanın zevkini , saçlarıma dokunarak uzun uzun ve yeni günün bizler için doğduğunu bilerek çıkardım. Fakat hepsinden önemlisi, yaşamayı, yine yaşayarak becerebileceğimi fark ettim. Dinleyerek değil… Merak etmeyin. Bizler, o bize saydığınız görevleri zaten biliyoruz. Ve bizler, bizden sonraki nesillere bunları anlatmak yerine, yaparak örnek olacağız. Çünkü galiba sizlerin de dediği gibi , bu toplumu daha iyi bir seviyeye taşıyacak kişiler bizleriz. Belki aykırı, belki değişik…